Selâmün aleyküm.
Yarın mahkemeye çıkıyorum. Orada, sizlerden, Türk avukatlarımdan da bahsedeceğim. Niye? Çünkü mahkememe gelmelisiniz ama, gelecek imkânlarınız yok. Çünkü Venezüella yapması gerekenleri yapmıyor. Aslında Venezüella hükümeti veya Venezüella’nın devlet başkanı değil kasdım, yüksek bürokraside yuvalanmış kimi bürokratlar paramızı çaldığı için bu böyle. Söylediğim doğrudur, teyid de ettirdim. Yâni, bunların herkesçe bilinmesi gerekiyor.
Evet, mahkemem yarın, saat 9.30’da başlıyor ve 45 gün boyunca her gün sabahtan akşama kadar devam edecek. Sadece 11 Kasım, yâni Cuma günü olmayacak. O gün, I. Dünya Savaşı’nın bitişine karşılık gelen resmî bir tatil. Fransız demokrasisinin Türk ordusunu yenmesini kutlayacaklar. Nasıl yenmişlerse artık. (Gülüyor.)
Cumartesi günleri avukatlarım geleceği, hafta içleri de hep mahkemede olacağım için, bir süre yalnızca Pazar günleri arayabileceğim sizi.
İnşallah çok yakında Venezüella’dan savunma masraflarım için para gelir de, buraya Aralık ayından önce gelirsiniz. Ancak buraya gelmeniz için de yol ve sair masraflarınızın karşılanması, cebinizde asgari mikyasta da olsa biraz para olması lâzım. Fakat maalesef durum bu değil. Normalde biz müvekkillerin siz avukatlara para vermesi ve göndermesi gerekirken, siz bize para gönderiyorsunuz. Venezüella’da dönen dolaplardan dolayı, olması gerekenin tam tersi gerçekleşiyor.
Neyse... Türkiye’den hangi haberler var?
(Av. Güven Yılmaz, Salih Mirzabeyoğlu başta olmak üzere, tüm gönüldaşların, tüm avukat meslektaşlarının Carlos’a olan selâm ve dualarını, aynı şekilde, Kurban Bayramı tebriklerini iletiyor.)
Allah razı olsun, hepsinin bayramı mübarek olsun.
Bugün, cezaevinde tanıştığım bir imam, bayram münasebetiyle kestikleri bir koyuna âit biraz kurban eti getirdi bana. Sağolsun. Prensib dolayısıyla, bilirsiniz, birazını kendime ayırdım. Fakat diğer kısmını da çok yaşlı bir yahudi mahkûma verdim. Yaşı 79’a gelmiş, çok hasta bir adam, şimdi hastahânede zaten. Çok da efendi biri. Durumuna üzüldüğüm, Faslı bir yahudi. Helâl gıda meselesi onlar için de geçerli tabiî. Biraz da bu yüzden verdim.
(Av. Yılmaz, Carlos’a Fransa’daki mahkemesine geleceklerini söylüyor.)
Keşke bir iki günlüğüne değil de, mahkemeye çıkacağım süreçte, biriniz bir hafta, diğeriniz sonraki hafta falan olmak üzere, her hafta biriniz Fransa’da benimle olabilseydi, yâni her hafta biriniz birkaç günlüğüne de olsa burada bulunabilseydi. Ne var ki para meselesi bu ve ben de bu paranın gelmesini bekliyorum. İnşallah gelir de size gönderirim. Fransa’daki Venezüella Büyükelçisi’nin bana bunun için para vermesi, benim de buraya gelebilmeniz için size vermem gerekiyor.
Venezüella Hükümeti “tabiî tabiî, vereceğiz!” dedi ancak, ne gelen var ne giden. Birileri o parayı bir yerlerde iç etti ve buharlaştırdı. Çok üzücü.
Her neyse... Biraz da siyasî gelişmelerle ilgili konuşmak istiyorum.
Libya ve Kaddafî meselesi... Bunun bir İsrail operasyonu olduğu çok açık. Herkesin İsrail ve Filistin diye iki ayrı devleti savunduğu ve şimdiki parçalı yapının hep böyle sürüp gitmesini savunduğu bir demde; Arab veya yahudi, “ehli kitab” dediğimiz çerçevedeki tüm Müslümanlar, Hıristiyanlar ve yahudiler için, yâni Filistin’deki herkes için  tek bir devleti savunan birileri çıktı geçmişte. Benim de içinden çıktığım FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi), hayır dedi buna. Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e, tek ve bölünmez bir Filistin’i savundu. Böyle bir devlette, diğer Filistinlilerle birlikte yaşamaya razı gelecek göçmen yahudiler de bulunabilecekti. Arab devlet başkanları arasında, işte bu fikri, yâni iki devleti değil, herkesin birlikte yaşayacağı birleşik bir Filistin’i savunma cesaretini gösteren yalnız bir lider vardı: Albay Kaddafî. Elbette bu, siyonistler için en kötü şeydir. Çünkü, siyonizmin sonu olur böyle bir devlet. Anlıyorsunuz, değil mi? Filistin’de yaşayan yahudilerin değil, siyonizmin, siyonist hükümet, hâkimiyet ve iktidarın sonu!
Libya’yı tahrib etmelerinin ve binlerce Libyalı sivili öldürüp Libya devriminin lideri Albay Kaddafî’ye katletmelerinin yegâne sebebi budur demiyorum ama, bir takım tarihî gerçekleri haykırmaktan korkmayacak Kaddafî gibi insanları istemedikleri âşikâr.
Bir başka husus... Türkiye, ikili bir oyun oynuyor ve bir yandan kendi siyasî çıkarları ve meselâ Filistin davası doğrultusunda daha İslâmî çizgide davranıyor gözükürken, diğer yandan da siyonistlerle ABD’nin çizgisini takib ediyor; bir NATO ülkesi olarak, askerî bakımdan onların peşinden gidiyor. Kendilerince bu bir akıllılık ifadesi olabilir. Oysa hep söylediğim gerçek şuydu: Koskoca Arab dünyasında Türkiye yanlısı biricik Arab lideri, Albay Kaddafî’ydi. O da gitti. Kaldı ki, Türkiye’nin böyle bir ikili oyun oynamasına ses etmiyor gibi gözükseler de, Türkiye’nin hakiki bir güç olmasını istemedikleri bellidir. Ne oldu? Libya’nın işgalinden önce Türkiye’nin tüm büyük şirketleri orada iş yapar, binlerce işçi çalıştırır ve Libya’yı inşâ ederken, şimdi hiçbirisi kalmadı. Onların yerine, artık siyonist şirketler, Fransızlar, İngilizler, Almanlar çöreklenecek oraya. Libya da bunun bedelini ödeyecektir.
Aslen Türk olan Misuratalılar dört gözle Türkiye’yi Libya’ya bekliyor olabilirler. Ancak Libya’nın kalanının Türkiye’yle hiçbir alâkası yoktur. Ne Bingazi’dekiler, ne Trablus’takiler, ne de Berberîler. Bunlar Türkleri sevmezler.
Demek istiyorum ki, Türkiye kötü bir yatırım yaptı. Kaddafî’nin bulunmadığı bir Libya’dan dolayı, Türk ekonomisi de yara alacaktır.
Allah, Albay Kaddafî’ye rahmet eylesin.
Birinci avukatım ve sevgili eşim Isabelle Coutant-Peyre’nin hâlâ Kaddafî ailesinin, Albay Kaddafî’nin tek kızı Ayşe Kaddafî’nin resmî avukatı olduğunu söylemekten dolayı gurur duyuyorum. Eşim, bu ailenin hatırasını, şerefini, çıkarlarını ve haklarını korumaya hep devam edecektir.
Şimdi... Venezüella bahsinde de hatırlatmak istediğim bir hâdise var. Hatırlayacaksınız, Mısır’daki isyandan 8-10 ay kadar önce, Mısır’da neler olacağına dair bir öngörüm vardı ve bu da aynen çıkmıştı. Haftalık Baran dergisinde ve bilâhare Türkiye’de çıkan kitabımda bu tahlillerim önceden yayınlanmıştı.
İşte iki sene kadar önce sizinle yaptığım o konuşmalarda, sadece Mısır’dan değil, Chavez sonrası Venezüella’da neler olacağından da bahsetmiştim. Sadece Baran’da ve kitabımda da yayınlanmadı bunlar. Venezüella dahil, diğer ülkelerdeki basınla yaptığım çeşitli röportajlarda da yer aldı tesbitlerim.
Kumandan Chavezin yanındayım ve Venezüella’daki Bolivarcı devrimi destekliyorum. Fakat Chavez sonrası neler olabileceğine dair daha iki yıl öncesinden konuşan ve tesbitlerini ilân eden benden başka da kimse olmadı. Daha şimdiden yaşadığım güçlüğü düşünürseniz, bu tesbitlerimde maalesef ne kadar haklı olduğumu takdir edersiniz. Kendilerine Bolivar devrimcisi diyen ve Venezüella’da Chavez sonrasına hazırlanan bu kişiler, bugün kırmızı gömlekler giyip, kırmızı kemerler takıyor ve kırmızı semboller taşıyorlar fakat, bir yandan da emperyalistler için çalışıyorlar. Sadece bu kadarla da kalmıyor, Amerikalıların yanısıra siyonistlere ve direkt İsrail’e çalışan bu insanlar, bugün Venezüella idare sistemi ve yüksek bürokrasisinde makam işgal ediyorlar.
Kısacası, çok berbat bir durum sözkonusu Venezüella’da. Ümid ediyorum, Başkan Chavez hayatta kalır. Çünkü şu ân zehirlenmiş durumda ve Bumedyen’i, Wadie Haddad’ı ve kendilerini rahatsız eden diğerlerini kimler katlettiyse, Chavez’i zehirleyen de aynı kişiler. İnşallah bir ân önce iyileşir, daha uzun yıllar yaşar ve hem Venezüella devrimi, hem Latin Amerika, hem de tüm dünya için iyi işler yapmaya ve haklı davaları savunmaya devam eder. Mesele, insan olarak Chavez’in hayatta kalması meselesi olmaktan ziyade, devrimin ayakta kalması meselesidir. Keşke iki yıl öncesinden bugün olup bitenleri ve Chavez sonrası olabilecekleri söylerken haksız çıkan ben olsaydım.
(Av. Güven Yılmaz, Carlos telefonu kapatmadan önce, Kaddafî’nin katledilmesi karşısında, İstanbul’da Fransız Konsolosluğu önünde bunu protesto ettiklerini ifade ediyor Carlos’a.)
Şimdi, Kaddafî mükemmel bir insandı demiyorum. Bir yönüyle polis devletine bakan tarafı vardı oradaki sistemin. Bir kabile devletidir. Ancak Kaddafî’nin Libya’sı, Libya halkına başka hiçbir hükümetin halkına veremediği refahı ve yüksek hayat standardını hediye etmiştir. Ne Arab dünyasında, ne İslâm dünyasında, ne de Afrika’da bu kadar iyi bir sistem mevcuttu. Burası hakikattir.
Libya, İtalyanların sonradan tertib ettiği bir devletin ismidir aslında. Yoksa, geçmişte Tripolitanya ve Sirenayka adında birbirinden müstakil bölgeler vardı. Bunları birleştirip Libya diye bir devlet icad etmiştir İtalya. Acı ama böyle.
Gerçi ben, bölünmeden değil, birleşmeden yana bir insanım. Kürdlere sempatim malûm. Kürdler, Keldanîlerden, Asurîlerden, Süryanîlerden sonra, bölgenin en kadîm kavmidir. Fakat, aynı zamanda, Kürdlerin hakları için mücadele eden şerefli Kürd mücadelesi, bunu, I. Dünya Savaşı sonrası küçük millî devletlere bölünüp zayıflatılan bu toprakları bir kez daha bölmek ve daha da zayıflatmak üzere mazeret olarak kullanmamalıdır.
Ne kadar müşkül bir durum, görüyorsunuz. Oysa Türkiye’deki Kürdlerin, Türklerle aynı kültürel haklara sahib olmaları, kendi dillerini anayasa kefâletinde görmeleri ve bir Kürd milleti hâlinde Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde yer almaları gerekmektedir. Ne var ki Kürdlerin, ezilmişliklerini mazeret yaparak, Türkiye’yi, Suriye’yi, Irak’ı ve İran’ı bölmeye de çalışmamaları gerekmektedir. Kimin çıkarına olur bu? Bir devlet kurmak için diğer devletleri bölüp zayıflatmaktan asıl kimin çıkarı olacaktır? Üstelik tek bir Kürd devleti de sözkonusu olmayacağı için, birçok Kürd devletinin kime ne hayrı olacaktır?
Düşman, bölerek yaşar, bölmek için yaşar!
Biliyorsunuz, Osmanlı zamanında, Atlantik kıyısından Çin’e kadar, hiçbir pasaporta ihtiyaç duymaksızın seyahat edebilirdiniz. 100 yıldan bile az bir zaman önce bu bir hakikat değil miydi? Bir Müslüman olarak, Atlantik kıyısındaki Fas’tan Çin sınırına kadar kendi topraklarınızda seyahat edebilirdiniz. Şimdi aynı topraklar üzerinde, değil farklı devletler arasındaki pasaport lüzûmunu, aynı ülke içinde bile şunun bunun belgesi gerekebiliyor seyahat için.
Netice olarak, bünyenizdeki tüm toplulukların kültürlerini, dillerini, dinlerini, geleneklerini ve sâir haklarını tanıyıp teslim edeceksiniz. Bölünmek için değil, cumhuriyetinizi güçlendirmek için yapacaksınız bunları. Çözüm yalnızca budur, inandığım da budur. Peki nasıl yapılır? Her ülke kendi tarzında ve kendi durumu çerçevesinde bunu yapmak durumundadır, ama mutlaka yapmak durumundadır. “Birleşme”nin yanında, “fitne”nin karşısındayız.
Düşman, güçlüdür. Ne var ki, en sonunda kazanacak olan, inananların ve ezilen kitlelerin iradesi olacaktır.
Allahü Ekber.
 
6 Kasım 2011
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan