Herkes nefesini tutmuş Türkiye’nin Fırat’ın doğusu ile batısında kalan Menbiç’e ne zaman operasyona başlayacağını beklerken, Suriye’de İdlib başlığı bir kez daha üst sıralara tırmandı. Türkiye’nin, Fırat’ın doğusunu hedef alması planlanan harekât için ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) birliklerini bu bölgelere kaydırmış olması sebebiyle boşalan alanlarda kontrolün HTŞ (Heyet-ü Tahrir-i Şam/Suriye’yi Özgürleştirme Komisyonu)’ye geçmesi neticesinde Suriye’deki hesaplar daha da karıştı. 

Hatırlanacak olursa, geçtiğimiz aylarda İran tarafından desteklenen Haşd-i Şabi birlikleri, rejim askerleri ve Rusya tarafından İdlib’e yönelik bir harekât planlanmıştı. Halep’te yaşanan mezalimin bir benzerinin burada tekerrür etmemesi ve yeniden büyük bir göç dalgasının daha yaşanmaması için Avrupalıların da desteğini alan Türkiye’nin araya girmesiyle bu harekât başlamadan rafa kaldırılmıştı.

HTŞ o zamandan beri Rusları hedef alan saldırılar düzenlemiyorsa da ÖSO’dan boşalan alanlara yerleşerek hâkimiyetini genişletiyor olmasından duyulan rahatsızlık, diplomatik bir şantaj malzemesi olarak Türkiye’ye karşı Rusya tarafından kullanılmaya başlandı.

Amerika’nın Suriye’den çekileceğini açıkladığı günden beri Suriye’de hesaplar karışmış vaziyette. Amerika’nın kendilerini sattığına inanan PKK-PYD’liler, Türkiye’nin olası bir saldırı ihtimâlinden korunmak için bu kez rotayı Rusya ve dolayısıyla Esed rejimine çevirmiş vaziyette. Esed rejimi, bölgede Türkiye’nin hâkim olmasındansa, bırakın PKK-PYD’yi, DAİŞ’in hâkim olmasını tercih etmekte tereddüt bile etmeyecektir. İran, yılmadan usanmadan bu sayfalardan her zaman dile getirdiğimiz üzere zaten Türkiye’nin kadim düşmanı. Türkiye’nin bölgede bir hâkimiyet tesis ederek elini güçlendirmesi ne Esed rejiminin ne de İran’ın işine gelmez. Amerika, Avrupa ve Rusya’nın işine gelmediği gibi…

Amerika’nın Suriye’den çekilmesinden sonra doğacak boşluktan en fazla istifâde edecek olan ise kaçınılmaz bir şekilde Rusya. Bugüne kadar Esed rejimi, İran ve Türkiye gibi birbirine zıt üç kutupla birden işi götürmeyi başarabilen Rusya, bugün PKK-PYD ile beraber dördüncü bir kutbun da kendisine bağlı bir şekilde var olmasından ve hiçbirinin bölgede mutlak mânâda bir güç hâline gelmemesinden elbette ki memnuniyet duyacaktır. 

İşte böyle bir konjonktürde, bütün Batı âlemi tarafından “terörist” olarak kabul edilen HTŞ’nin ÖSO’dan boşalan alanlara yerleşerek hâkimiyetini genişletmesi, Rusya tarafından İdlib için garantör olan Türkiye’ye karşı adeta meşru(!) bir şantaj malzemesi olarak kullanılıyor. Suriye’de kalan son Müslümanların sığınağı İdlib’de, terörle mücadele maskesi altında Türkiye mayın eşeği olarak kullanılmaya çalışılırken, bu sayede PKK-PYD’nin üzerindeki baskı hafifletilmeye ve böylesi bir harekâttan sonra Türkiye ile Arablar arasındaki siyasî ihtilâflara bir de araya kan davası eklenmesi hedeflenmektedir. 

Demir Tavında Dövülür
Türkiye zor bir dönemden geçiyor. Yalnız Suriye özelinde bile konuşacak olsak, Amerika, Rusya, Fransa, İsrail ve İran gibi ülkelerin gözümüzü oymak için hazır beklediği açık. Peki, Türkiye bunlar karşısında çok mu çaresiz bir vaziyette ki, bizim her meselemiz rahatlıkla gelecek bir güne ısmarlanarak tehir edilebiliyor? Esasında Türkiye’nin elinde çok güçlü kozlar var. Meselâ Kaşıkçı suikastini ele alalım; Suudî Arabistan Veliaht Prensi Selman’ın eline yüzüne bulaştırdığı cinayet... Şimdi bu cinayetin failleri, dergimizde daha evvel de kapaklaştırdığımız üzere, dünya siyasetinin düğümlendiği dolar sisteminin merkezindeki Suudî Arabistan... Eğer ki Türkiye gerçekten dünya çapında bir ufkun/vizyonun sahibi ve davacısı olsa, sırf bu cinayet üzerinden bile müesses global ekonomik sistemi yıkamaz belki ama iyi derecede sallayıp altını üstüne getirebilir. Peki, elinde böyle bir koz varken Türkiye ne yapıyor? Ucuzcu dükkânından alışveriş yaparcasına, satın aldığı on para etmez menfaatler karşılığında bu büyük kozu çarçur ediyor. Demir tavında dövülür dedik ya, Kaşıkçı cinayetinden elde edilen malûmatlar eğer ki yukarıda bahsettiğimiz gibi doğru bir istikamette kullanılmazsa, birkaç sene sonra siyaset ve cinayet kitaplarının ederinden fazla bir kıymet taşımayacak ve hükümsüz kalacaktır.

Aynı şekilde Amerika, Avrupa, İsrail ve Rusya tarafından yangın yerine çevrilen ve mültecileri de Türkiye gibi üçüncü dünya ülkelerinin üzerine yıkılan Suriye meselesi de böyle. Bilhassa Avrupa’ya karşı Türkiye’nin elinde bir koz olarak kullanılması gereken ve bu imkân sayesinde Türkiye-Amerika, Türkiye-Rusya ilişkilerinde, Avrupa’yı her iki masada da Türkiye’nin yanında oturtmaya yetecek böylesi bir fırsatta değerlendirilmiyor. Bunun yerine birkaç milyar Euro yardım peşinde koşup, ele geçen birkaç milyon Euro’ya razı geliniyor. Suriyelilerin ülkesine dönmesi yahut burada tam mânâsıyla yerleşik hayata geçmelerinden sonra Türkiye’nin elinde böyle bir imkân da kalmayacak. 

Kıbrıs falan diye bu liste uzar gider... 

Cumhuriyetin kuruluşundan beri memleket siyasetinde öne çıkan iki başlıktan biri işleri çözümsüzlüğe mahkûm etmek, diğeriyse zamanında harekete geçememek/geç kalmaktır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti aksiyoner değil, reaksiyoner bir şekilde hareket etmek üzere kurgulanmıştır. Erkek değil dişi tabiatlıdır.

Un, yağ, şeker hepsi var ama memlekette helva yapmayı tahayyül edebilecek bir ufuk yok. 

Sakın Ha!
Tekrar Suriye’ye dönecek olursak... Türkiye Fırat’ın doğusuna hazırlanırken, geç kalınmışlıktan kaynaklanan şartlar Türkiye’yi İdlib’te herşeyi berbat etmeye müsait içinden çıkılmaz bir maceraya doğru sevk ediyor. Sakın ha! Batılıların terörist-özgürlük savaşçısı anlayışına teslim olarak hareket edilecek olursa, o zaman Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki PKK-PYD unsurlarını da bir barış güvercini olarak görmesinin dayatılması kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye’nin İdlib’de HTŞ ile görüşmelerini hızlandırıp, güvenilirliğini isbat etmek suretiyle bu işten ivedilikle sıyrılması gerekmektedir. Bunun yolu da oradaki insanları silah bırakmaya zorlamak değil, diğer unsurlara dâhil etmekten geçmektedir. 

Neticede başkanlar seviyesindeki diplomasi, saha şartlarının liderler tarafından birbirlerine masada dayatılmasından ibarettir. Öyleyse Türkiye’nin İdlib’deki saha şartlarını, eline Müslüman kanı bulaştırmadan lehine çevirmesi ve kendisini bu yükümlülükten kurtarması gerekmektedir.

Demir tavında dövülür. Amerikan Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki görüşmeden Amerikan askerlerinin Suriye’den çekilmesi kararı çıktığı günün gecesi, Fırat’ın doğusunu hedef alan harekât başlatılmalı ve gelen itirazlar “Başkanınızla anlaştık” ifadesiyle karşılanmalıydı. Olmadı. Aradan geçen zaman görüldüğü üzere Türkiye’nin lehine değil aleyhine işliyor. Sürüncemede bırakılan, çözümsüzlüğe mahkûm edilen diğer her meselede olduğu gibi.
***
Tüm bunlardan ehemmiyetlisi, Türkiye’nin kuruluşundan beri taşıdığı kronik zaafından kurtulmasıdır. Çözümsüzlüğe mahkûm etmek ve ileri bir tarihe meseleleri ertelemek siyaset değil iktidarsızlık göstergesidir. 


Baran Dergisi 628. Sayı