Pastör Brunson Etrafında Üç Aktüel Mesele
Dört hafta evvel Pastör Brunson ile başlayan ve bir nevi yazı dizisine dönüşen, papaz-günlük piyasa-Türk dış politikası eksenindeki değerlendirmelere bu hafta da devam edeceğiz; devam edeceğiz çünkü aktüel olarak bakıldığında bu mevzu ehemmiyetini kaybetmek şöyle dursun, kendisini ana gündeme çektiği gibi oradan inmemek için her şeyi yapmakta; ovaladıkça içinden cin çıkan Alaaddin’in sihirli lambası gibi kendisinden her bahsedildiğinde bütün politik ve ekonomik değerlendirmeleri etkilemektedir.

Papaz Brunson meselesinin mühim veçhelerini, mevzuun perde arkası gibi gündem olmayan hususları daha evvel aktardığımız için onlara tekrar değinmeyeceğiz; fakat yeni gelişmeler ve benim o mevzu etrafında fark ettiğim bazı hususlar hariç:

Brunson meselesinde ABD’nin illâ ısrar etmesinin biri açık diğeri gizli ve bir diğeri de oynanan oyunun tabiîliği içinde olan ve herkesçe anlaşılmayan üç husus var:
Birincisi, ABD’nin Kasım ayında yapacağı ara seçimler için, bu mevzuun Trump için çok önemli bir politika malzemesi olması… “Amerikan” dediğimiz insan tipinin bir mühim hususiyeti de Tanpınar’ın “küçük hissilikler” diye tesbitini yaptığı hâle benzer “duyar kasma”ya meraklı olmasıdır; bir Ortadoğu memleketi baştan ayağa yok edilirken birasını yudumlayıp hayatına devam edebilirken, evinden kilometrelerce uzakta ve başka bir memlekette her naneyi yemiş bir adam için anında gözyaşlarına boğulma hissiyatını da her dâim aynı bünyede barındırırlar. Esasen bu mevzuyu en iyi bizim anlamamız gerekmektedir; hani Türkçe Olimpiyatlarında aslında zaten Türk olan Kırgız bir kızın söylediği İstiklâl Marşı ile hüngür hüngür ağlayan, fakat iş azıcık nefsine dokundu mu “Tanrı hepinizin evine ateşler salsın” diyerek tanklarla insanların ezilmesini isteyen bizim kaçak papaz var ya, aynen onun ruh hâli gibi; aradaki tek fark, birisi, sahteliği içinde sahici Amerikan tavrı, diğeri ise içinde hiçbir samimi unsur bulamayacağınız lanetlik bir tip! Söylemek istediğim, Amerikanların maddiyatçılığı o toplumun, hayat tarzının akışından doğan ve içlerine sinmiş bir olgu olmasına mukâbil, neticede insan formunda yaratılmanın ukdesi ile böylesine “ağlamaklı” işlere ruhun tabiatından maada ister-istemez düşkünler... İşte bu sosyolojik hâl Trump ve yardımcısı için Brunson’u mühim bir politik malzeme hâline getirmiştir… Birincisi ve açık olan bu…

İkincisi, sonradan fark ettiğim ve bir “acaba?” barındırıyor ama bana göre mühim gibi; yoksa bu papaz şu yahut bu şekilde mahkemeden tahliye edilip de Fetö davaları için emsal bir karar hâline getirilmeye çalışılıyor olmasın? Hukukî taraflarının malumatına sahip değilim ama misâlen bu emsal karar ile AHİM’e başvuracak en az 50.000 bin Fetö tutuklu ve hükümlüsünü düşünelim. Kaldı ki, hâli hazırda bütün Fetö tutukluları, aleyhlerine delil olanlar da dâhil hiçbir suçlamayı kabul etmemektedirler. Maksat, o davalardan cezâ dahî almış olsalar da ilerideki bir hükümet değişikliği yahut kanun değişikliği sebebiyle suçlamaları reddettikleri için davaları yeniden görülebilecek yahut tahliye olabileceklerdir; en azından bunun yolunu açık tutmak için üzerlerindeki bütün suçlamaları reddetmişlerdir. Böylesine şeytani hesaplar yapabilenlerin, Brunson meselesinde hepimiz papazdı, ajandı diye bakarken, işin böylesi bir tarafı karşı cenahça hesap ediliyor olabilir; nitekim her zaman bir taşla birkaç kuş vurmak adetleridir…

İşin üçüncü kısmı ve resmin daha büyük tarafını teşkil eden mesele de şu ki “sağ gösterip sol vurmak” tabirinde olduğu gibi, Brics, S400, Yeni Yönetim Modeli gibi ana meseleler ABD’nin canını oldukça yakmakta, huzursuz etmektedir…

Malum, Türkiye Ekonomisi açıkça saldırı altındadır; şimdi, ya papaz verilip itibarımız ayaklar altına altına alınacak ve bizim şahsımızda bütün İslâm memleketleri ve ABD karşıtlarına iyi bir tokat atılacaktır, ya da papaz verilmeyecek ve ekonomimizdeki kriz gerçek boyutlarıyla kendini şiddetlice gösterecektir. Yahut da, her türlü riski göze alıp ani bir kararla ABD üslerinin tümden kapatılmasına karar verecek ve en büyük kartımızı Trump eşofmanlarını giymiş sütünü içerken açıp, ABD’yi telaşların en zorlusuna düşürecek ve böylelikle hem üzerimizdeki baskıyı kıracak, hem de kararımızdan vazgeçerek bu vesileyle hiç olmazsa birkaç ABD üssünü kapatarak, bu meselden zararımızı hiç olmazsa bazı kârlara tahvil ederek çıkacağızdır. Çıkacağızdır da, böylesi bir kafa, ani karar alma mekanizması, irade, gözü karalığa şu anki hükümet kurmaylarının aklı yetiyor mudur? Ona geliyoruz zaten…
 
Asansör Kopunca, Madenler Göçünce Varlığını Hatırladığımız Şey Nedir?
Maalesef ve üzülerek söyleyelim devlettir, hükümettir; yani, iradesi memleketteki her sahada tecelli etmesi icab eden fakat bir şey arızaya uğramadan orada iradesi değil esamisini görmediğimiz… Elbette bu ithamlar esasen politika itibarıyla yeni hükümeti bağlamasa da, yeni hükümetin eski hükümetten müteşekkil olmasından mütevellit sözümüzü sakınmaya, hakikatlerden kaçmaya, devekuşu gibi kafamızı kuma gömmeğe de gerek yoktur! Yeni Hükümet’in bazı icraatları heyecana sebep olsa da evvelki zihniyetin değişmediğini görmek inkisar mevzuu olmaktadır… Ekonomideki son dalgalanmalar vesilesiyle dikkatimizi yoğunlaştırdığımızda, devlet, bankalar, özel sektör vesair kim varsa hepsinin bilanço olarak en dip vaziyette, içeride, aşırı borçlu olduğunu görmekteyiz. Hani diyoruz ya eskisine göre şartlar iyileşti, her şeyde bolluk var. Kimse de dememiş ki bu bolluğun kaynağı ne? Sözüm meclisten –bu meclisten- dışarı, on esnafından dokuzunun müşterisini aldatmaya çalıştığı bir memlekette bereket de olmayacağına göre bu bolluğun kaynağı ne? Ne olsa beğenirsiniz; elin Çin’i hatta içinde Maçin’i de olmak üzere borç almadığımız ne İspanya kalmış ne İngiltere; neticesinde bugün devlet de dâhil kimsede sıcak para kalmamış üstüne üslük Kasım ayında bu borçların da önemli bir bölümünün vadesi gelmek üzere! Cari açık, enflasyon vesâir derken hepsi bir arada zaten durağan bir pozisyonda olan ekonomik vaziyet, bir kere psikolojik olarak çöküntü hissi vermektedir ki asıl endişe verici taraf burasıdır! Bu meselede de böyle olmuş, bıçak kemiğe dayanınca papaz yahut başka bir vesileyle spekülâtörler Türkiye ekonomisini kıskaca alınca devlet devreye girmiş ve evvelden alması gereken her tedbiri, tabiri caizse bünyeye evvelden zerk edilmesi gereken aşıyı, şimdi kanayan yara üzerinde tecrübe ede ede tedbir alma vaziyetine düşmüştür. Tedbir, vaziyet anında yapılan değil evvelden uygulanarak vaziyeti tahkim etme işi değil midir? Hadi bunu mevcut hükümetteki hiç kimse bilmemektedir de devlet içindeki bürokratlarda bunun terbiyesi, geleneği de mi oluşmamış mıdır? Sualler, sualler, sualler; her biri muhataplarınca cevapsız, her cevabı kendi içinde olup boyuna uzayan suâller…
 
Açıklama Yapma Zorunluluğu Yahut Hastalığı
Bizim devlet yetkileri, hususiyetle başkanlar kadar açıklama meselesine kafayı takmış başka devlet adamları var mıdır bilmiyorum. ABD, İngiltere Almanya, Fransa vesâir devletler diyelim. Elin ecnebisine bakıyoruz, görüyoruz; hepsinin bir devlet, hükümet sözcüsü var. Çok mühim hadiseler de dâhil olmak üzere hep onlar mikrofon karşısında… Bizde maşallah, hakikaten insana, millete değer had safhada? Niçin, nasıl? Şöyle, faraza diyelim Konya Bilmem Ne Odası Geleneksel Buluşması var, bizzat başkanın kendisi oradadır; mevcut başkandan bahsetmiyorum, o da içinde olmak üzere her parti başkanı ve her şeyin başkanı da böyledir. Hadi bu hayâlî başkanın memleketi Konya idi diyelim, hususi bir bağ vardı diyelim; peki ya memleketin stratejik bir meselesi hakkında kendisine uzatılan her mikrofona izahat vermek, ne demektir bir türlü alışamadım, kabul edemedim. Bana göre pek ters bir hadisedir! Çünkü eğer mevzu lalettayin bir husus ise onu başkana sormak ayıp, başkanın ehemmiyet atfedip cevap vermesi hafifliktir! Başkanların tümü günün sâir zamanları ekran karşısında ise bu memleketi kim yönetmektedir? Bizatihi çalışma masasının arkasında, yanında hazır danışmanları –yani eli, kulağı, ağzı mesabesindekiler- ile başkanlar boyuna tedbir, boyuna talimat, boyuna plan yapan bir kalp ve beyin değildir de mikrofon karşısında herkese izahat vermekle görevli memur mudurlar? Aynı işi idrak ve Türkçe kabiliyeti yatkın herhangi bir görevliye yaptırmak da mümkün değil midir?

Evet, boyuna açıklama yapmak ve her işe dâir ayrıca izahat vermenin o kadar cılkı çıkmıştır ki, hükümet kadrolarından herhangi birisi iki saatçik ortada gözükmesin, “kriz mi çıkacak?” hissiyatı baskın bir hâl almıştır. Habire durmadan açıklama yapmak ihtiyacı hâsıl olmaktadır. Memleket ahalisini doğru yöne ilerletmek için kullanılması gereken aletler bugün memleket ahalisinin ne vakit korkutucu bir haber işiteceği yahut da korkmaması için ikide bir bebekler gibi teskin edilmesi ihtiyacını görücü bir vaziyete evirilmiştir… Mikrofonlara boyuna gerekli-gereksiz izahat verip sonra da medyanın bilmem kaçıncı kuvvet olduğundan şikâyet etmek, bize, işlerin ne türlü işletildiğine dâir hazin haberler vermektedir.

Bana kalırsa Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın gerçekleştirdiği telekonferans ile yatırımcıya seslenmesi de böylesi bir başarısızlık oldu. Telekonferansa bin kişinin katılması beklenirken 6 bin 100 yabancı yatırımcı katılım gösterdi. Gösterdi de, hâli hazırda kriz içerisinde olmayan hangi memleket “bizde kriz yok” diye toplantı yapar anlamış değilim? İllâ icab ediyorsa basına duyurmadan gerekli tedbirler alınarak yine böylesi bir toplantı yapılır, nihayetinde olumlu neticeleri açıklanabilirdi; aksi hâlde hiç olmazsa mevcut durum korunur, onlarca eksinin yanına bir eksi daha eklenmezdi! Dahası, Hazine ve Maliye bakanı, devlet yetkilisi bir bakan şirketlere niçin izahat vermektedir? Yardımcısı yok mudur, tayin edebileceği, görevlendirebileceği birisi yok mudur? Devlet bakanı ile bu iş adamları birbirlerine müsâvî midirler? Neticesinde, toplantıda gerçekleşen her şeyi de öğrendik ve maalesef pek de olumlu geçmediğini gördük… Üstüne üstlük soru-cevap kısmında Halkbankası mevzuu açılmış ve meselenin asıl bam teli de ortaya çıkmıştır; Albayrak’ın “ceza beklemiyorum” açıklaması anında karşılık bulmuş, ABD Hazine Bakanlığı ceza imâsı yapmış, üstüne bir de tehdit etmiştir. Madem elimiz kuvvetli değil, durduk yerde olur-olmaz açıklama yaparak piyasanın bunu Usd ve Euro üzerinden fiyatlamasına niçin alet olunmaktadır? Bazı piyasa mahfillerinde Erdoğan ve Albayrak’ın konuşma yaptığı anlar hasretle beklenmekte ve konuşmaya başladıklarında, beş dakika daha uzatsın diye dualar edilmektedir; çünkü her bir kelime, cümle, hatta imâ bile fiyatlanmakta ve bu fiyatlanma bizim aleyhimize gerçekleşmektedir! Dünya ekonomisinin kışı, bütün aç kurtları ortaya çıkartmış ve bizdeki dövizi indire çıkarta doldur boşalt yapmaktadırlar da, bizimkiler de “bakın MB bağımsız” mottosu ile piyasa rahatlatmak peşindedir! A kuzum, a canım,  a kıymetlim; senin paranın kontrolü senden bağımsız ise nasıl senin paran olabilmektedir ki biz bunu kavrayamadık? Yani kabul töreni sıralamalarını ve kapalı mekânda sigara içmenin ceza limitini sen ayarlıyorsun da, paranın kontrolü başkalarında gibi mi? Parasını kontrol edemeyen herhangi bir devlet, kıyamete kadar piyasa rahatlatma açıklaması yapmaya mecburdur. Nokta!
 
Yine Mi Dış Güçler?
Evet, elbette dış güçler bu memleketin her meselesinde her zaman etkin olmuşlar ve başımıza gelen her belada ister görelim, ister görmeyelim faal bir unsur olmuşlar, olmaktadırlar! Fakat! Ama ve lâkinlerin en şiddetlisi ile düşünelim bir an! ABD yahut son döviz kuru tezgâhında olduğu gibi bir İngiliz şirketinin dahli olmasaydı, memleket ekonomisi çok mu ümit vaat ediyordu? Evet, bazı haber kanallarına göre Türkiye’de değil Zürih’te, diğer bazılarına göre de Karakas’ta yaşamaktayızdır; bizdeki ekonomik veriler ile hayatın içindeki gerçek veriler hiçbir zaman örtüşmemektedir. Siyasiler, “batırdık” dememek için mutlu bir tablo çizerlerken, muhalifler de “batırdılar!” demek için her gün açlıktan otuz kişinin öldüğü bir manzaradan bahsetmektedirler! İşte problemlerin büyüğü de bu; kimse hakikatle yüzleşmek istememektedir, tıpkı memleketimiz ahalisinin çoğunun bulunduğu yaşını idrak edememesi gibi… Esasen ekonomik vaziyet iyi olmasa da milletimiz ses çıkartmamakta, dönüşümün ne ve nasıl olduğunu pek anlamasa da küfür cephesinden uzaklaştıkça hevesi artmakta, heyecanı bilenmektedir. Böyle olunca da –esasen Osmanlı döneminin hazin taraflarından birisi de yine budur- Anadolu insanı kendisine ne kadar yük binerse binsin bir şekilde geçinmenin, tahammül edebilmenin yolunu bulmaktadır. Söylemek istediğim, dış güçlerin yaptığı tamam da “tasarruf tedbirleri”ni böylesi bir vaziyete girilmeden uygulamak lazım gelmez miydi? Tasarruf, İbda-Büyük Doğu Külliyatına aşina olanların bildiği üzere “hâkim olmak, yakalamak” manasınadır; kaçan kaçmış ve israf diz boyu değil boyları aşmış vaziyete gelince tasarruf etmek marifet değildir! Göz boyamak için yapılmıyorsa geç değil ama sonrasını kurtaralım da hiç olmazsa memleket kazansın, vatandaşa bakan var, gören yok ne de olsa!

Yeri gelmişken, daha evvelki bir yazımda açıkça ifade ettiğimi tekrar hatırlatayım:
ABD ile onun tarzı ve onun güç unsurlarıyla açıktan harb etmeye gücümüz yokken bütün ümitleri kırıp atarcasına her şeyi riske etmek yanlıştır; Moskof tehlikesi, ABD tehlikesinin iki katıdır ve Türkiye’ye düşen rol bu cehennemi politik atmosferi kendi lehine çevirmek adına daha evvel denenmemiş yeni tarzlarla diplomatik ataklar yapmaktan geçer! Ne ABD, ne Rusya ve ne de Avrupa devletleri hiçbir zaman Türkiye’yi kesilecek bir koyun olmaktan başka türlü bir resim içinde göremez, görmek istemezler; Allah muhafaza büyük zaaflara düştüğümüz ilk anda ABD ve Rusya aynı masanın iki tarafında Avrupa ile nereyi paylaşacaklarını hesap edeceklerdir, ukdelerinde yaşattıkları da dâimâ budur! Mesele, Avrupa’daki Türk nüfusunu ve mülteci kartını AB’ye tuta tuta onları oyalamak, ABD’ye Rusya kartını süre süre bütün zaaf noktalarını semirmek, Rusya’ya ise “ben olmasam, hepsinin düşmanlığı sanadır, yerini bil!” diye diye diğer yandan onu semirmek meselesidir! ABD bizi topa tuttu diye iki günde “AB ile ilişkilerimiz esasında çok iyi” demek politik atraksiyon değil, seni korkutan filden ürküp sırtlanlardan medet ummaktır! ABD’nin üzerine dünyanın tümü tarafından Türkiye sahaya itilmekte, bizde politik atmosferin sıcaklığına aldanıp gaza gelmekteyizdir! Madem her memleketin bizimle şu yahut bu şekilde bir alacağı vereceği vardır da onlar bizim değil de niçin biz onların kapısında dolanıp durmaktayızdır? Usd karşısında Euro afallamış ve dolar endeksi Avrupa pazarını ezerken, niçin hiçbirisi ses etmemekte ve bizden olmayanların bu savaşını niçin en ön cephede biz vermekteyizdir? Rusya’ya yapacağı kabadayılığa bizim üzerimizden müsaade etmek de neyin nesidir? Düne kadar bizim ürünlerimize binbir zahmet çıkartıp, iş adamlarımıza kök söktüren hain İran ABD’ye ses çıkartmaya cüret edemeyip, Rus kucağını hayal ederken, biz İran’ın savaşını ön cephede vermeye başlarsak vay halimize! Ucu bize dokunan işlerde elbette tavrımızı ifade edecek ve çizgimizi çekeceğiz ama daha kendi çıkarlarımızı koruyamadığımız yerde böylesi atraksiyonlar, yapılan işlerin, açıklamaların altında pek de fikri bir alt yapı, bir politik hamle kudreti olmadığını göstermektedir!

Mesele diplomatik bazı teamüllerin alışılageldiği gibi alışkanlıkla akmasında değil, fikirle örtüştürülebilmesinde ve o fikirden tüten aksiyon hamlesini politik sahaya aksettirebilmekte! İşler bütün politikaları aşıp yine geldi mi fikir mevzuuna? Hah, işte aynen öyle!
 
Türkiye Yeniden Yol Ayrımında
Evet, Türkiye Yeni Yönetimi ile zaten yeni bir yol ayrımında olmasının kararını vermiş ve bu meyanda iyice tedbirler ala ala iş başı yapmıştı zaten. Allah da kalbimize göre verdi ve ayrıla ayrıla yol ayrımlarını bir türlü bitiremediğimiz yerde, ABD ile sıkı bir imtihanı başımıza sardı ki inşallah sonu hayra çıkar. Küfürden başka şer yoktur da, hayrın da peşini koşturmak lazımdır; bizimkisi maalesef her zaman tevekkül gibi gözüken ama Doğu tembelliğine eş tavırlarla hareket etmek olduğundan, ecnebiler bizi daima istismar etmişlerledir. Bakınız son beşyüzyıllık tarihi dönemimiz her ne kadar içinde parlak abideler olsa da ahmaklık derekesinde hazin işlerle örülü olmaktan kurtulamamıştır…

Türkiye, içinde barındırdığı ve bazılarını yukarıda saydığımız binbir tezada mukâbil yine de dünyaya yeniden yön verebilecek potansiyele, maddi ve manevi, politik ve stratejik her açıdan ele geçmez üstünlüklere hâli hazırında bile sahiptir. Kolay değil; üstümüze kireç döktüler ve bizi yokluk çöllerine mahkûm edip idrakimizi, irfanımızı elimizden aldılar! Artık vaziyetler o kadar tersine dönmüştür ki büyüye büyüye büyüme hacmi kalmayanlar küçülmeye, en büyük olarak yola çıkıp bir zerre haline gelenler yeniden hayat bulmaya başlamıştır. Ruhun intikamını almaya döndüğü yerde elbette zorluklar maddi olacaktır; makine dünyası ve ürettiği insan tipi, rakamların ifadeye yetmediği güçteki devletleri sosyolojik açıdan zorlamakta, güçleri nisbetinde onları aciz hâle getirmektedir. Hayatın tabii akışı iddia edildiği gibi dünyada evrimi değil, esasen sosyolojik bir devrimin eşiğini aralamıştır; toplumların bir bir intihar ettiği bir tersine devrimi… İşte böylesi bir vaziyette, Türkiye, bugünkü insan tipi, ekonomik durumu ve siyasi gücü ne olursa olsun bir yıldız gibi parlama potansiyelini haizdir ve şuurlar bilerek bilmeyerek bir nostalji hastalığına tutulmaktadır! Bu “hastalık”, bazı hastalıkların sıhhat alameti olması gibi dünyanın artık yeni bir devrin kapısında olduğunu içten içe her ferdin şuuruna bulaştırmakta, tıpkı aşı gibi mevcuda karşı herkesi korunaklı hâle getirmektedir; Allah’ın çekildiği dünyanın ne hâle geldiğini hep beraber seyrettik! Şimdi iş, ona inanan bir dünyanın nasıl cennet olabileceğini evvela kendimize sonra da bütün dünyaya inandırabilmekte!

Baran Dergisi 606. Sayı