Esselâmü Aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, kendisinin nasıl olduğunu soruyor Carlos’a.)
İyiyim, iyiyim. Sizi dün arayamadığım için kusura bakmayın; tüm gün misafirlerim vardı.
Yeni herhangi bir haber var mı Türkiye’den?
(Av. Yılmaz, kayda değer bir gelişme olmadığını, aynı durumların geçerli olduğunu söylüyor.)
Tamamdır. Bana soracağınız herhangi bir soru var mı peki?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını söylüyor.)
Pekâlâ. Bugün hakkında konuşmak istediğim birkaç mesele var.
Öncelikle, bugünün 29 Mayıs 2016 olması bakımından, bundan 66 yıl önce, 29 Mayıs 1950’de doğmuş bir insandan bahsedeceğim: Bruno Bréguet.
(Carlos, FHKC’den ve kendi örgütünden yoldaşı olan İsviçre doğumlu yakın dostu Bruno Bréguet’ten bahsediyor ve daha önce de BARAN için hakkında konuştuğu çerçevede, bu yoldaşının Akdeniz’in ortasında NATO’ya ait savaş gemileri tarafından kuşatılan ve İtalya ile Yunanistan arasında seyreden bir yolcu gemisinden NATO komandolarınca kaçırıldığını ve sorgu esnâsında muhtemelen katledildiğini, o günden bugüne kendisinden hiçbir haber alınamadığını, yüzlerce insanın gözü önünde güpegündüz kaçırılmasına rağmen bir vatandaşlarının kaybedildiği böyle bir durumda İsviçre hükümeti dahil bu konuda kimsenin ağzını bıçak açmadığını, başlangıçta konuşmayan gemi kaptanının ise bir sene sonra endişelerini basına açıkladığını, ama onun da bir süre sonra cesedinin Venedik sahilinde bulunduğunu, Bruno Bréguet’in kendi ailesinin dahi hiçbir şey konuşamadığını,  çünkü Bréguet’in küçük erkek kardeşinin de tehdit edildiğini vurguluyor. Peşinden, hâdiseyle doğrudan ilgili Avrupa devletleri dahil, demokrasi ve insan haklarını dillerine dolayan Batılı devletlerin hepsinin bu insanlık suçu karşısında üç maymunu oynadığına dikkat çekiyor.
Carlos, bir tevafuk olarak, yine 29 Mayıs’ta doğan ve şu ân 73 yaşında olan, Fransız adlî tarihinin en kötü figürlerinden ve kendisinin de Sudan’dan Fransa’ya kaçırıldığı demde mahkemesinde savcı olarak bulunan Fransız anti-terör savcısı Jean-Louis Bruguière’den söz açıyor ve daha önce yine BARAN için anlattığı çerçevede, hâlâ sağ olan bu eski savcının diğer böylesi ajanlar gibi “düşünce kuruluşu danışmanlığı” maskesi altında ve “terörizm uzmanı” sıfatıyla bugün ABD’den ayda binlerce dolarlık maaşlar aldığını belirtiyor. Uyuşturucu bağımlısı, cinsî sapık ve entellektüel seviyesi düşük bu adamın, hâlen düzenli olarak Fransız televizyonlarına çıkartıldığını ve bu programlarda saçmasapan konuşmalar yaptığını ekliyor.
Bir yanda yoldaşı Bruno Bréguet gibi bir kurbanın, diğer yanda da hem Fransa’da hapis yatmış Bruno Bréguet hem de kendisi gibi insanların mahkemede karşısına çıkartılan Jean-Louis Bruguière gibi adamların karşı karşıya geldiği bir “adalet”in hüküm sürdüğü bir dünyada yaşadığımızı söyleyerek bu konuyu noktalıyor.)
Hakkında konuşmak istediğim diğer bir şey de, yine bugün, 29 Mayıs’ta, 100. yıldönümü anılan Verdun Savaşı olacak. Bu savaş, aylarca sürmüş ve yüz binlerce insanın hayatına mâlolmuş korkunç bir savaştır.
(Carlos, 1916 yılında, I. Dünya Savaşı sırasında, Fransa’nın kuzeyindeki Verdun’da Fransa ve Almanya arasında yaşanan ve on ay süren muharebeler sonunda her iki taraftan 300 binden fazla askerin öldüğü savaşın yıldönümü münasebetiyle, Fransa’da yapılan ve Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın katıldığı merasimden bahsediyor. Sözkonusu merasimde çalınan Alman ve Fransız millî marşlarını mırıldandıktan sonra, Fransa dünyanın her tarafına müdahale etmesine ve her yerde karışıklıklar çıkartmasına rağmen, böyle yapmayan Almanya’nın Fransa’dan daha büyük olduğuna dikkat çekiyor.
Sosyalizmden bahseden ve şu ân Fransa’da iktidarda olanların, sosyalizmin en büyük düşmanı olduğunu, kaldı ki Fransız milliyetçi sağının işçilere ve vatandaşlarına güya sosyal demokrat Fransız solundan çok daha fazla hak getirdiğini, aynı şekilde, onlardan daha vatansever olduğunu, sosyal demokrat sol iddiacılarının ise ABD’nin kıçını yalamaktan başka bir şey yapmadığını ifâde ediyor.)
Şimdi de Türkiye’deki aktüel duruma bakarsak; Türkiye hükümeti, Amerikan özel kuvvetler askerlerinin Suriye sosyalist Kürt örgütü [YPG] ile birlikte savaşırken çekilmiş fotoğraflarda görülen, Amerikan askerlerinin üniformalarındaki Suriye Kürt örgütünün arması dolayısıyla protesto açıklamaları yapıyor, bunu büyük bir problem ve büyük bir gürültü çıkartma vesilesi addediyor.
Hâlbuki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, önce Kürtlerin millî haklarını tanıması gerekiyor. Bunu da, hem dünyanın o parçasına huzuru geri getirmek için, hem de Türkiye Cumhuriyeti’ni kurtarmak için yapması gerekiyor. Tekrarlıyorum: Türkiye Cumhuriyeti’ni kurtarmak için yapması gerekiyor bunu.
Unutmayınız ki İsrail, bugün bile büyük bir rol oynuyor Türkiye’de. Aynı İsrail’in, Irak Kürdistanı’nda askerî bir üssü de var üstelik. Irak’taki Baas rejimi sırasında, Irak’ın kuzeyinde bir çatışma yaşanıyordu ve siyonizm yanlısı olmamasına rağmen Molla Mustafa Barzanî de bu savaşta kendisini destekleyen İsrail’e Irak Kürdistanı’nda bir Mossad üssü kurma izni vermişti. Bir savaşta size yardım teklif edenin bu teklifini, o kim olursa olsun kabul edersiniz; objektif bir tesbittir bu. Kaldı ki, peşmergenin Filistin davası bakımından bizim safımızda olduğunu bizzat kendi tecrübemden biliyorum. Şimdi çok daha başka tabiî.
Evet, orada bir İsrail askerî üssü var ve bu demektir ki, tamamen karışacaktır o bölge. Bu çerçevede, İran taraftarı Şiî olmayan, Irak’taki ister Sünnî ister Şiî Arablardan da olmayan, yâni Arabların safında da olmayan, aynı şekilde, Türkiye’dekiler gibi Sünnî Türk de olmayan bağımsız bir Kürdistan’ın mevcudiyetini arzulayacaktır İsrail.
Bir şeyi unutmayalım bu bakımdan: Türk halkı siyonizm yanlısı değildir. Anladığım kadarıyla, Gönüldaş Erdoğan da siyonizm yanlısı değildir. Objektif olarak baktığımızda, Türkiye’deki her idareci gibi, tarihten gelen bu “yükleri” taşımak zorunda kalıyor bugün Erdoğan. Fakat eline bir şans geçtiğinde, İsrail’le olan bütün bağları gerçekten kesip atacağını zannediyorum. Ne var ki, mevcut durum izin vermiyor bunu yapmasına.
(Carlos, “İslâm Devleti” olmasa da, Irak’taki Nakşibendî Ordusu’nun Suudîlerin rol oynadığı İran karşıtı koalisyona katıldığını ve bunu da para veya silâh gibi yardımlar sağlamak için yaptıkları için kendilerini anladığını, ancak asıl düşmanın İran olmadığını ve zaten İran’ın bölgede yenilmez bir güç olduğunu vurguluyor. Üstelik, Mısır’la İran arasında kalan bölgede, yâni Ortadoğu’da, tarihî bir temele sahib tek bir “hakiki” devletin olmadığını, -Suriye, Irak, Kuveyt, Suudî Arabistan ve tüm Emirlikler dahil- hepsinin sun’i devletler olduğunu ve tümünün İngilizler tarafından –kimi zaman Fransızların da desteğini alarak- icad edildiğini belirtiyor. Oysa bugün İran diye bildiğimiz Fars ülkesinin, yaklaşık 2600 yıl önce kurulduğunun altını çiziyor; komşularıyla olan ufak tefek talî sınır problemleri sayılmazsa, kendi tabiî sınırları içerisinde yaşayan İranlıları kimsenin oradan atamayacağını söylüyor; on yıllık İran-Irak savaşında da böyle olduğunu hatırlatıyor.)
Tekrar Türkiye’deki mevcut duruma dönersek; şimdi toprakça küçülmüş büyük bir imparatorluktu eskiden Türkiye. Ancak, eğer yaşanan gerçekliğe kendisini adapte etmezse, bugün daha da küçülebilir bu ülke. Öyle azınlıklardan da bahsetmiyoruz, bünyesindeki milyonlarca insana, üstelik binlerce yıldır o topraklarda yaşayan insanlarına millî haklarını vermezse, yaşanacak olan bu olabilir yine. Türkiye’yi bekleyen büyük bir karışıklıktır böyle giderse.
Bu vesileyle ifâde etmek gerekirse; savaşçı bir ordudur Türk ordusu. Ancak, cennete gitmek üzere kendilerini fedâ etmeye hazır gerçek mücahidleri hiçbir ordu yenemez. Türkler bile!
Allahü Ekber.
 
29 Mayıs 2016

Baran Dergisi 490. Sayı