- “20 yıldır haksız hukuksuz şekilde hapis yatan müslümanlar var diyoruz, siz birkaç saat önce tutuklanan A. Erdoğan'a özgürlük diyorsunuz.”

- “Kimi ya da neyi destekleyeceğinizi size dayatamam, keşke #AslıErdoğanıBırakın deseniz... Ama sizin bileceğiniz iş...”

- “Keşke siz de #28ŞubatKahramanlarınaÖzgürlük deseniz. Aslı Erdoğan benim için öncelikli değil şu an. Bir 20 yıl geçsin mi?”

- “Kim bu kahramanlar?”

- “Bak daha haberiniz yok. Bu bile size ayıp olarak yeter! #28ŞubatKahramanlarınaÖzgürlük.

- “Nereden bileyim kimi kastettiğinizi? Bugünlerde herkes kendine göre kahramanlık ve hıyanet payeleri dağıtıyor...”

- “28 Şubat sürecinde yargılanan, müebbet ceza alan o zamanın gençlerini kastediyorum. @halilkantarci duydun mu hiç? Onlardan biriydi.”

- “Çengelköy'de şehit edilenlerden biri değil mi? Onun isminden yola çıkarak özgürlüğü istenenler kim?”

- “Dava arkadaşları. Ah evet. Siz bunları ne bileceksiniz? Aslı Erdoğan önemli, evet. 20 yıl diyorum hâlâ sorguya çekiyorsunuz. Araştırın.”

- “28 Şubat'ın mağdurları var ama pek öyle bir “kahraman” hatırlamıyorum. Haksız biçimde mahkum edilen herkes umarım bırakılır.”

- “Kahramanlık mı sizi rahatsız etti?  #28ŞubatKahramanlarınaÖzgürlük”

- “Beni rahatsız eden şey, toplum duyarlıklarını sosyal medya rantına çevirmedeki bu kıvraklık.”

-  “Hımm, ne kadar duyarlısınız. 20 yıldır haksız yere hapis yatanlar için sosyal medyada duyarlılık oluşturmak rant oluyor demek.”

- “Hem öyle hem de kimin neye destek vermesi gerektiğini söylemek küstahlık oluyor.”

- “O babaların evlatlarına kavuşması için herşeyi yapabileceğimi anlamış olmanız güzel, küstahlık dahil.”

Sohbet burada son buluyor.

Onu tanıdığımda, “Acemi Şansı” diye bir kitap yayınlamış ve “ümid vadeden” olarak karşılanmış bir gençti. Kitabı elime tutuşturuldu ve röportaja gitmem söylendi. Kitabı okudum, pek de “ümid” duymadım. Ama iş iştir diyerek, birkaç soru hazırlayıp kameramanım ve yönetmenimle röportaja gittim. Basit birkaç soru, klasik bir kaç cevap. Renksiz bir sohbet. Ardından dönüş. Ortaya çıkan “iş”ten pek memnun değilim. Ama iş iştir. Yayınlandı.

Bu genç, kendini “eleştirmen” olarak takdim ediyordu. Yani, bir nevi münekkid olma iddiasındaydı. Sorduğum sorulardan biri de bu çerçevedeydi: Üstad Necib Fazıl'ın, Türkiye'de münekkid yetişmediğinden yakınmasından bahsederken, itiraz etti. Şu da münekkid, bu da münekkid... O dakika anladım ve “ümidi” kestim.

Ondan “ümidvar” olanlar da ümidi kesmiş olmalı... Birkaç roman yazıp, birkaç namlı gazetede “tanıtımını” yayınlatıp, “iyi romancı” olmanın kilometre taşlarından olan “şeyleri” yapmaya koyulmuş meğer. Üstelik “kitapları” arasında “Acemi Şansı”na yer vermemiş, ilk göz ağrısını tereddütsüz silmiş hayat hikâyesinden...

Böyle garip, tanımlanamayan bir nesne gibi, hangi dünya görüşüne, hangi siyasi görüşe yakın olduğunu anlayamadığınız bir nevzuhur tip türedi malumunuz.

Herhangi bir anlam veremediğiniz, bir tuhaflık...

Misâl, kitap kapağına “çıplak kadın” görseli kullanmak istemiş. Yakında raflarda görürüz.

İslamcı mı hâlâ acaba?

Müslümanların dertleriyle dertleniyor mu meselâ?

Yoksa “edebiyat” mı her şey?

Anlamlandırılamıyor... Tanımlanamıyor. Yukarıdaki sohbette de görüldüğü üzere pek de alâkalı değil İslamcılarla. Aslı Erdoğan daha çok ilgisini çekiyor. Çünkü “edebiyat ve sanat dünyasına” hâkim olan “zümre”, İslamcılarla değil, İslamcılıktan dönme “aydınlanmış”larla daha çok ilgili. Örnekleri çok, isim vermeye gerek yok.

Ama yine de şaşırıyor insan. Gençliğinde İslamcı çevrede görünen, ama yaşı orta yaşa doğru ilerledikçe, “aydınlanan” bu tipler, “ideolojisizlik ideolojisinin” tuhaf temsilcileri.

Meselâ Jean Paul Sartre deyince, Albert Camus deyince, bu adamların kim olduğunu, dünya görüşlerini, ideallerini filan hep biliriz. Yahut Yahya Kemal, yahut Nazım Hikmet, yahut Cahit Zarifoğlu... Kimin kim olduğu, durduğu yer bellidir.

Fakat bu “tanımlanamayan”lar, “ufo”lar gibi, varlıkları ve ne yapmak istedikleri bilinemeyen, açıklanamayan şeyler cümlesinden...

Oysa, “kimlik bunalımı” yaşayan, arayan, tarayan, çilekeşler diyebilseydik keşke... Diyemiyoruz.

Oysa bize, arayan, tarayan, bulan, bulduğuna takılmayan, arayışını sürdüren, gerçekliklerden hakikate yol arayan, gerçek entellektüeller, edebiyatçılar, sanatçılar lâzım. “Gibi” değil, hakikaten “olan”...

Söyleyeceklerim bu kadar…


Baran Dergisi 503. Sayı