Kemalizm’i nasıl biliyoruz?

Mustafa Kemal henüz hayattayken kurduğu TEK PARTİ dönemi boyunca dayatılan fikirsiz, plânsız, projesiz birkaç slogan ve nutuktan ibaret bir ucube, İnönü döneminde tüm zulüm ve şiddetiyle hak ve halk düşmanı yapıları merkezinde toplayan bir habaset yumağı, II. Dünya Savaşı ve sonrasında çalkantı içindeki dünyada, önce Hitler Almanyasına teşne, sonra rampa olduğu ABD’den dayatılan demokrasi rüzgarıyla dışarda mahkum ve mağlup, içeride diktatör ve zorba bir idare, 1960 NATO darbesiyle her türlü istismarcılığıyla “Milli” sıfat takınıp kimliğini halkın nefretinden gizleyen ve 1980 sonrası kadrolarına “Anayasal meşruiyet” giydirip “toplumsal dönüşüm” zabıtalığıyla toplumun tüm kesimlerine operasyonlar çeken bir güruh… Cumhuriyet tarihi boyunca rakip ve düşman gördüğü tüm siyasi aktörleri çeşitli entrikalarla darağacına sürükleyip hor gördüğü “cahil halkı adam etme” yoluna giden, “bu ülkeye komünizm lazımsa onu da biz getiririz” diyecek kadar kibirli, ama bir o kadar korkak ve sinsi, arkasına aldığı efendileri marifetiyle ve elinde rehin tuttuğu Mehmetçik’le sürekli halkı eğitmeye devam eden, yani onu sabah akşam döven habis bir zihniyet.
“Atatürk/Atatürkçülük” tabusuyla kanunlaştırılıp tartışılamaz, tartışılması dahi teklif edilemez halde her yerde mevzi alan, Batı adına seçilen eyyamcı kadrolar elinde “koz”unu koruyor zannedilirken aslında büyük hesaplaşma öncesi efendileri tarafından sümüklü bir mendil gibi bir kenara atılan, ancak kendisini kapı dışarı edip eve başka bir ‘metres’, yani FETÖ’yü getiren Batılı efendilerine acayip hased eden, çocuğunu oranın vatandaşı olsun diye doğurmak için koştura koştura sabah akşam küfrettiği efendilerinin topraklarına giden, gerçekte dünya çapında hesaplaşma sürecine girmiş vatanın beka meselelerinden en ufak haberi ve kaygısı olmayan, ilk fırsatta kapağı efendilerinin toprağına atmayı bekleyen habis bir kesim. Bu tek fiskelik korkuluk, belki bundan bir nesil sonra dönüp geçmişe bakanlar için hiçbir anlam ifade etmeyecek...

Kuşaklar boyu insanımızı tepeden inme hizaya dizmiş malum hizbin ifadesi ve yaşattığı tecrübe nedir?

İslam nefretiyle şahsiyet bulmak, “devlet benim” pozundan taviz vermeyip duruşunu putlaştırdığı kişiyle payandalamak, aynı putun gölgesini tüm toplum üzerinde koyulaştırıp karanlıkta “düşman” kovalamak, böylece bir milletin mazisine ve istikbaline musallat olmaktır.

Hakikatin ırzına uluorta böylesine geçilmiş başka bir vatan parçası var mıdır?

Geçtiğimiz gün 100. yıldönümü ilan edilen “Sovyet devrimi”nin macerasını bilenler bilir. Önce Lenin, ardından Stalin diktasıyla ezilen halkının topyekün kıyımını “devrim” adı altında izah çabasında bir avuç komünist tutucu ve putçu dışında topluluk kalmış mıdır? Anlamlı bir zamanlamayla Rusya’dakine benzer tabloyu bu milletin yaşadıklarıyla karşılaştıracak göz ve muhakeme nerededir?
Sovyetler Birliği dönemi “Komintern”e seçilen Şefik Hüsnü, Kemalizm’i ve ilk adıyla “Halk Fırkası” olan CHP’yi şöyle tanımlamış:
“Halk Partisi, Avrupa’daki anlamıyla genel bir siyasi parti değildir. Parti, temsil ettiği sınıfların üyelerini hemen hemen hiç örgütlememiştir. Parti, bir yönetim aygıtı ve çok dar bir kurmayla sınırlıdır. Üyeler tarafından hiçbir parti çalışması yapılmamaktadır. Üyelerden beklenen, aidatlarını sürekli olarak ödemeleri ve seçimlerde partinin gösterdiği adaya oy vermeleridir. Hemen hemen hiç genel kongre yapılmaz. Her şey Ankara’daki parlamento grubu tarafından saptanır ve bundan sonra alt kademelere bildirilir. Partinin gücü ve bileşimi konusunda herhangi bir istatistik yoktur. Tahminlerimize göre, toplam üye sayısı 2-3 bin arasında değişmekle birlikte, faal olarak çalışanların sayısı 500’ü bulmaz. Bu sayılar, bürokratların üçte bir üyelikle partide ilk sırayı aldıklarını göstermektedir. Tarım burjuvazisi ve kapitalist burjuvazi hemen hemen denge halindedir. Bu durum, partinin en etkin üyelerini sanayi girişimlerine bizzat teşvik etmesiyle açıklanabilir. Nitekim Kemalizmin en yetenekli siyasi liderleri, hükümetin maddi ve manevi desteği sayesinde oldukça kısa süre içinde iş dünyasında güçlü mevziler elde ettiler. Çok sayıda milletvekilinin, yüksek rütbeli subayın ve eski bakanın bir gecede banker, sanayici ve büyük tüccar haline geldiği görüldü.”
Komintern Organlarındaki Yazı ve Konuşmaları, s. 52-53-54, Şefik Hüsnü’nün 1926 Yılında Komünist Enternasyonal Dergisinin 9’uncu Sayısında “Türk Milliyetçiliğinde Devrimci Dalganın Geri Çekilmesi” başlığıyla ve ‘B. Ferdi’ imzalı makalesi, Aydınlık Yayınları)

Mustafa Kemal’i birçok tarihçi en hafif tabirle gerçekçi (realist) ve pragmatik (faydacı) kişilik olarak tanımlarken, koca Türk tarihini zaman ve mekandan silen Atatürkçü-Kemalist propagandalar neden mum gibi karşılanır?

Akıllara zarar işleri resmileştiren uygulamalarla, puttan medet uman o hangi “mistik ritüel”dir ki akılcılığa ve bilim dediklerine ters düşmemektedir?
Bu kadarına pes diyenleri ikna bir yana, akılla alaya eş eğitim-öğretim tezgahlarında, genç dimağları iğfal edici beyin mezbahanelerinden daha kaç kuşak çocuk geçecektir?
Bir ömür gençliğimize “İnanmıyorum bana öğretilen tarihe” sayhasını koparan Necip Fazıl’ın başına gelen zulüm ve haksızlıkları öğrenerek tarihimi öğrenmeye başladım. Kemal Tahir’in tarihimizi sorgulama çilesini hapishanelerde doldurduğu yıllarda yazdığı kitaplardan başka şahit kalmış mıdır sorarım?
Bütün iş ve faaliyetlerini Batı’dan kopyaladığını sahipsiz bulduğu bebeğe kundak yaparcasına “yaşatan”, insanını söyletmeden yontan, nihayet ruh adına ne varsa hadım edici, gözünü putuna sabitlemiş mânâ katilleri elbette gerçek tarihte yerini alacak.

Ama;
Adına “inkılap” dedikleri baltaya sap arayan eğitim rejimlerinden arta kalmış akılla mı “Kemalizm ve Atatürkçülük” tartışılacak?

Atatürkçülük, istismarın/inkar ve imha hedefinden vazgeçmeyişin asıl adıdır ki, “çülük” kısmı fazlalık, isim babasından aldığı istismar ruhuyla 28 Şubat sürecinde küfür ve hakaret iklimini hükmettirmeye kalkışmıştır. At iziyle it izini karışık yaşatan küfür rejimini revize etmiş, toplumun ruh ve akıl sağlığına dadanıp durmaktadır.

İlk etapta ilim adamlarınca itiraz edilmesi beklenen Nutuk’u “hatıra”, “tarih kitabı” diye sunmak aymazlığını şu paryalaşmış vasatta kaç “düşünce adamı” sorabilmiştir?

“Sadece CHP ikinci kongresinde delegelerine izahat vermek için” buyurulmuş Nutuk’a göre mazi, Nutuk’a göre bugün, Nutuk’a göre geleceğimizi düşünen bilim adamı müsveddelerine ne buyrulur?
Hayallerine sardığı prangasıyla “mukaddesatçı hükümet” tarafından verilen “çağdaş eğitim” hangi baskın duygunun eseridir?

Devlet ve milletinin beka sorunuyla yüzleştiği böyle bir zaman diliminde hamle ve harekette bulunmaya mecbur ve mahkumken, her Kasımda dünya yansa umurunda olmayan bir zihniyetin kasılmasından, şişinip durmasından, “ilahından” ve ilahçılık taslamasından beklentiniz, tahammülünüz, mide esnekliğiniz nedir?

Bugüne kadar toplumumuza fayda adına hiçbir adım atmamış, ne Batılı olabilmiş ne de Batı istilasına karşı koyabilmiş, tam bir ucube kalmış, zamandışı/anakronik kalıplarıyla her adım ceddine küfreden, hapseden, asan-kesen, bir de üzerine tüy gibi dikilen “Atatürk” mitiyle yaşamayı yaşamak sanıyorsanız, sırtınıza tüm aşağılayıcıyla binmiş kamburunuzla kutlu-mutlu-ulusal günler dilerim.
 
 
Baran Dergisi 566. Sayı