Türkiye’de toplam 87 bin yabancı uyruklu öğrenci eğitim görüyor. Her geçen yıl da bu sayı artıyor. Türkmenistan’dan Filistin’e kadar 240 farklı ülkeden gelen bu öğrenciler genellikle Müslüman. Azerbaycan, Türkmenistan, Suriye, Irak, Filistin, Çin (kayıtlarda böyle geçiyor ama Doğu Türkistan diye okuyun siz onu), İran, Kırgızistan, Kazakistan, Kosova, Yunanistan (bunu da Rumeli veya Batı Trakya olarak okuyabilirsiniz) en çok öğrenci gönderen ülkeler. Bunun yanında Afrika, Avrupa ve Latin Amerika’dan gelen öğrenciler de var. Fakat daha az sayıda.

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, hemen hepsi Türkçe’yi kolaylıkla öğreniyorlar, fakat eğitimdeki başarıları Türkçe kadar yüksek değil. İranlı öğrencilerin daha başarılı olduğu dikkat çekiyor. Elbette bu konuda bir istatistik yok. Müşahedeler şimdilik böyle. En çok yabancı öğrenci alan okul İstanbul Üniversitesi, onu Marmara Üniversitesi takip ediyor. Bu öğrencilere devlet burs veriyor, yurtlarda ücretsiz kalıyorlar ve sağlık sigortasından ücretsiz faydalanıyorlar. Elbette üniversitelerin uluslararası öğrencilerinin olması, prestijleri ve eğitimdeki başarıları için bir kriter sayılıyor. Ne kadar çok yabancı öğrenci, o kadar çok prestij. Uluslararası öğrencilere “kültür elçileri” gözüyle bakıldığı da bir gerçek. ABD, Çin, İngiltere, Avustralya, Güney Kore, Malezya ve Kanada gibi ülkeler uluslararası öğrenci sayısı bakımından dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer almaya devam ediyor.

Evet, bu öğrencilerin, “yabancı uyruklu” olarak tanımlanması bir “haksızlık”. Ne onlar bize, ne biz onlara o kadar da “yabancı” değiliz aslında. Tarihî Anadolu, Büyük Anadolu, istikbâlin fikrî Anadolu “beden”i üzerinde yaşıyoruz zira çoğumuz. Bu bakımdan, ne onlar misafir, ne de biz ev sahibiyiz. Aynı ruh ve fikir iklimini soluyanlarız biz; Anadoluluyuz hepimiz.

Bu hususta Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, “Ölüm Odası B-Yedi / Tarih” eserinde “Ben Anadolu” başlığı altında, her bir cümlesinin altının çizilmesi gereken  müthiş bir açılım yapar Anadolu hakkında. Aynen aktarıyorum:

- “ANADOLU, bir mekân, bir coğrafya parçası olmanın ötesinde, her coğrafya parçasının kendine mahsus bir mânâsı olmasına nisbetle, bu mânâyı da hakikatiyle gösterebilmiş bir BEDEN ismidir. Tarih boyunca nice kavimlerin HARMAN olduğu, nihayet bugünün moda lâfı n’idüğü belirsiz bir “mozaik” lâflamasının dışında, bu İNSAN’a MUTLAK HAKİKAT kisvesini giydirerek DEVLET-İ EBED MÜDDET idealinin BİNEK TAŞI hüviyetine bürünen ANADOLU. Vatan, fikrin tecelli ettiği yerdir. Ruhun tecelli ettiği BEDEN, bu şuurlu benliğimiz-NEFSİMİZ, bugün ne hâlde ayrı mesele, sözkonusu idealin geri ve ilerisine doğru ne olmuş ve ne olmalı diye bakarken, hiçbir tarihî ve hiçbir kavim medeniyeti gözardı etmeme KABADAYILIĞIMIZ’ın sebebini, anlayana geçen sayılarda verdiğimizi hatırlatalım. Bahsi geçen HARMAN, ne gelip geçen keyfiyetlerin rastgele karışımı, ne bugün varlık iddiasındaki toplulukların rastgele bir “mozaik” lâflamasının karşılığıdır. Kavim veya kültür adı altında anılanların, ne öyle ne böyle oluşu, bizim 1000 senelik HARMAN kasdımızı karşılamıyor. Öyleyse dünün “hasta adam”ı o, bugün isterse komalık de, ruhun bedenle ilgisi müddetince hâlâ ve mutlu gelişme olarak iyileşme vaadi, DEVLET-İ EBED MÜDDET idealini o dönemi nisbet almış yürüyor. Yanlış anlamayınız. Bizim İDEALİMİZ, ÖRNEK ÜMMET MODELİ Sahabîler döneminden başka hiçbir İNSAN tipini ve toplum yapısını benimseyemez. DEVLET-İ EBED MÜDDET idealinin BİNEK TAŞI olmuş ANADOLU, tahdidî bir mekân mânâsı taşımadan ne kadar gelişmiş ve sonra büzülmüşse, oldukları da olamadıkları da ASR-I SAADET’e nisbetle değerlendirilmek üzere, bugün bizim için YAHYA Kemâl’in “Kökü maziye bakan atîyim!” dediği veçhile, bir asıldır. PEYGAMBER sözüyle işaretlenmiş belde İSTANBUL, bütün bir ANADOLU, RUMELİ yakası ile, bu bedenin yayıldığı ARAB âlemi, AFRİKA ve mahzun kalmış ASYA, “sen kimlerdensin?” dendiğinde alınan cevaba gönül rahatlığıyla “ben de!” dercesine bir İMAN akrabalığının, hem olunabilen, hem de olunması gereken bir mânânın toplayıcı adresini vermiştir. Beylik kavim ismi hâlinde kendini ne hissedersen hisset, ne türden melez olursan ol, oradan mekânı ANADOLU olan İSLÂMÎ hüviyete su taşı. MUTLAKA. Demek ki bizim sözünü ettiğimiz ANADOLUCULUK, ne kendini bir keyfiyet ve kültür ifâdesine kavuşturabilen, ne de çerçöpler gibi kendini ifâde edemeyen kavim ve kavimsizler mozaiği değil, tek başına ve âlâ olmaya niyet bir İNSAN tipinin de tarif edenidir. Nasıl ki “toplum ailelerden meydana gelmiştir!” diye, bugün ailelerin hâli belli, böyle bir mozaik taneleri yerine, bütün aileleri ANADOLUCULUK ruhu altında nasiplendirmek ve ANADOLUCULUK ruhunu besleyici kılmak anlayışı. ANADOLUCUYUM, ANADOLUCUYUZ! Sözümüz eksik kalmasın: Fikrimizin ulaştığı her yer, bedende tecelli eden ruh, ANADOLUDUR. Nefs birdir!” (Ölüm Odası B-Yedi / Tarih, İbda Yay., İstanbul 2013, s. 407-408)

Akademya’nın uluslararası öğrenci derneği Mihmandar’ın desteğiyle ve Üsküdar Belediyesi ile ortak  düzenleyeceği “Uluslararası Akademya Konuşmaları”nın gayesi de bu anlamda “mekânı Anadolu olan İslâmî hüviyete su taşıma” çabası olarak görülebilir.

Bu hafta başlayacak olan “Uluslararası Akademya Konuşmaları”, aslında “Anadolulu ve Anadolucu”  gençlerin bir araya gelmesini sağlayacak. Mayıs ayı sonuna kadar 80’den fazla ülkeden Türkiye’deki üniversitelerde lisans veya yüksek lisans eğitimini sürdüren öğrenci, her hafta Üsküdar Belediyesi Doğancılar Semt Konağı’nda söz alacak. 4 Şubat 2017 Cumartesi gerçekleşecek olan ilk programda, Doğu Türkistan’dan Alimcan Munzur (saat 13:30), Ahıska Türkleri’nden Habib Muradoğlu (saat 14:00) ve Uganda’dan Yusuf Mugoya (saat 14:30) konuşacak.

Alimcan Munzur, 1998 Doğu Türkistan, Urumçi doğumlu. 2005 yılında Türkiye’ye geldi. Urumçi’de yaşanan 5 Temmuz olaylarına şahidlik etti. Doğu Türkistan üzerine araştırmalar yapıyor ve seminerler veriyor. Ayrıca Wing Chun sporu ile ilgileniyor ve eğitmenlik yapıyor. Bize Doğu Türkistan’ı anlatacak.

Habib Muradoğlu, Azerbeycanlı. Aslen Ahıska Türkü. İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü 4. Sınıf öğrencisi. Aynı zamanda Anadolu Üniversitesi Adalet bölümünde okuyor. Mihmandar Uluslararası Öğrenci Derneğinde Yönetim Kurulu üyesi. Konuşmasında “Son 300 Yılın Mağdurları Ahıska Türkleri”nden bahsedecek.

Yusuf Mugoya ise Ugandalı. 2007 yılında Türkiye’ye geldi. Kayseri Uluslararası Mustafa Germirli Anadolu İmam Hatip Lisesinde okudu. 2011 yılında İstanbul 29 Mayıs Üniversitesinde Uluslararası İslâm ve Din Bilimleri Fakültesine başladı. 2012-2015 yılları arasında Mihmandar Uluslararası Öğrenci Derneğinde Afrika Bölge başkanlığı yaptı. Hâlen aynı dernekte Mihmandar Aile Projesinin sorumlusu. Konuşmasında kendi ülkesini ve Türkiye’deki müşâhedelerini anlatacak.

Konuşmacılara, her program sonunda Üstad Necib Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” adlı eseri ile Salih Mirzabeyoğlu’nun “Başyücelik Devleti – Türkçe” ve “Başyücelik Devleti – İngilizce” eserleri hediye edilecek.

Hayırlara vesile olmasını diliyoruz.


Baran Dergisi 425. Sayı