“Dünyada yapılacak sayısız iş varken, ilk trilyoner servetini uzaydan kazanacak. Goldman Sachs’ın tahminine göre, uzay madenciliği dünyadaki her işten daha kârlı bir sektör olacak. Finans kuruluşuna göre, teknolojik gelişmeler asteroit madenciliği için gerekli şartları elverişli hale getirmek üzere ve bu alana giren ilk şirket dünyada eşi görülmemiş bir servete sahip olacak.”

Batı, kölelik ve sömürgecilik üzerine inşa ettiği kapitalist düzenini endüstri ve bilgiyle taçlandırarak dünyaya hâkim olmuş durumda... Bu hâkimiyetin sürekliliği için ise iki şeye muhtaç:

1- Hazcı dünya görüşünü pompalayarak her geçen gün büyüttüğü tüketim toplumunu düzenli olarak beslemeye,

2-Besleme için gerekli enerji ve hammaddeye sahip olmaya.

Gerek toplumu besleme, gerekse enerji ve hammadde kaynaklarına sahip olma konusundaki yetersizliklerin ekonomik buhranlar ve savaşlarla neticelendiği hepimizin malumu…

Kapitalizmin batıda doğmasının sebebi, toplumun hazcı dünya görüşüne sahip olmasından kaynaklanır. İslâm dışında kalan doğu toplumlarının hazcılığı, maddi arzulardan çok, mistik arzulara dayalı olduğundan, batıdan binlerce yıl önde olmalarına rağmen kapitalist sistem buralarda doğmamış, batının etkisiyle bu girdaba girmişlerdir. İslâm da hazcılığa yer olamamasına rağmen yozlaşma neticesinde hazcılığın zirvesi İslâm ülkelerinde yaşanmaya başlamıştır.  

Bu durumu, tatmin olmaz arzulara sahip insanlığın ipini koparıp sofraya edepsizce saldırması şeklinde tarif edersek, bu ip acilen bağlanmadığı takdirde dünyanın çöle dönmesi an meselesidir. Kapitalizm, çöküşünün farkında olmasına rağmen tabiatı gereği bu durumu önleyemez, zira var oluş nedeni tüketimdir. Kapitalistlerin sofraya ürün taşıma rekabeti sebebiyle hammadde kaynaklarında çıkan kavgada silahı olanlar, silahı olmayanları zorla sofradan uzak tutmaya çalışmasına rağmen kavga her geçen gün büyümektedir. Kavga demek, kapitalistin hiç sevmediği maliyet artışı demektir ki günümüzde bu maliyetler karşılanamaz boyuta ulaşmıştır. Uzaydaki kaynaklara göz dikmiş olmasının sebebi bu maliyetlerdir. 

Mevzua girişimizden uzay teknolojilerine karşı olduğumuz anlaşılmasın. Elbette insanlık uzayın en bilinmeyen yerlerini merak edecek ve merakını gidermek için fetihler gerçekleştirecektir.

Uzaydan değerli maden getirme fikri ABD sermayesinin hisse senedi piyasası ve iç politikasının umut tacirliği yalanlarının bir parçası değilse, dünyanın doğal yapısına zarar veren madencilik alanlarının azaltılması açısından önemli bir girişimdir. Kaldı ki bu fikrin deklarasyonu ABD emperyalizminin; “beni dünyada adamdan sayan kalmadı pek yakında tüm kapılardan kovulacağım, varlığımı devam ettirebilmemim tek yolu uzaydan geçiyor” demesi şeklinde de yorumlanabilir. Fakat mevzuumuz bu değil.

Bizim anlatmaya çalıştığımız husus, değerli madenlerin belirli sermaye gruplarının eline geçmesi riskine karşı rakip sermayelerin yatırımları bu alana kaydırmasıyla yeni bir çatışma alanının ortaya çıkacağıdır. Bunun neticesinde de bu çatışmaya girme gücü olmayan daha küçük sermaye, doğayı katletmek, emeği kırbaçlamak pahasına o madenleri çıkarmaya devam edecektir ki, varlığını sürdürebilsin. Ortaya çıkacak olansa bir trajedidir. Bunun anlamı kaynakların insanlık yararına değil de hâkimiyet yarışına harcanmasıdır ki, sonuçta dünyamız değerli maden çöplüğüne dönüşürken, açlık, savaş ve katliamlar katlanarak artacaktır.

-Sebeb?

-Değerli madenlerin tek sahibi olmak isteyen birilerinin dünyaya hükmetme arzularını tatmin için.

Evet… T A T M İ N…

Döndük dolaştık o kadar maddî faaliyetin altından ruhî bir faaliyet çıktı.

Kapitalizmin küfür icadı olması ve küfrün ruhundan sakat faaliyetler çıkması bizleri şaşırtan bir husus değildir. Bizim zorumuza giden kapitalizmin ahlâksızlığı ve çıkmazı aşikâr, kendi kendini imhası an meselesiyken Müslümanların bu sisteme kuyrukçuluk yapmasıdır.

İlahî olana tâbi olmak dururken, körelmiş ve kendinden başka bir şey düşünmeyen aklın peşine takılıp onursuz ve perişan bir hayatı tercih etmemiz, ancak ruh hastalığı ile izah edilebilir. Bu gün insanlığı yok olma durumuna getiren kapitalizm, kendi hastalığınauyguladığı reçetelerin ateşini bile düşürmeye yetmediğini bilmekte, çaresiz bir arayış içinde kıvranırken, düşünüp tartmadan küfrün her hareketine hayranlıkla bakmaktan kendimizi alamıyoruz.

Kuyruğundan tuttuğu fili tarif etmeye çalışan âmâ hesabı, kâfir; üç boyutlu dünya görüşü sebebiyle göremediğini yok sayar, hisleriyle ulaşamadığı halde, dördüncü boyutu üç boyutlu keleş aklıyla tarife kalkışır. Bunun İlahî bir tasarruf altında olduğuna iman edemez. İman edenlerin gerekli şartları yerine getirmesi durumunda bu boyutu görebildiklerini aklı almaz. Zira küfrün yaradılışı buna uygun değildir

“İnsan” isimli eserinde Kumandan küfrün bu durumunu şu şekilde izah eder; “MÜNKİR VEYA MÜMİN, HEPSİNDEN RAZI OLUNMUŞTUR… Allah, kâfire Müslüman olmayı emretmiş, fakat kâfir için Müslümanlığı yaratmamıştır. Kâfir için küfrü dilemiş, fakat küfrü emretmediği halde yaratmıştır. Herkese ezeldeki istidadı gereği dileme ve emir… Üstadım’ın dediği gibi, Allah kullarını kendi istediği gibi yaratmıştır.”

Nasıl ki küfür icadı olan kapitalizm kendi çıkmazında boğulmaya mahkûmsa, kâfirin kendisi de dördüncü boyuta iman edemez. Bu nedenle Mutlak Varlığa teslim olmaz ve helal dairesinde Hakka hizmet etmesine izin yoktur. Dolayısıyla dünyayı imar etme ve adaleti tesis etmesi beklenemez.

Bu özellik Mümin kullara verilmiştir ki, mümin olarak yaratılmış olmanın mesuliyetinin ne boyutta olduğunu düşününce yemeden içmeden kesilip tir tir titrer bir halde olmamız gerektiğini görebiliriz. Hele ki yolumuza ışık tutan kurtarıcımız, efendimiz Muhammed (S.A.V), ashabı, onların izinden yürümüş tasavvuf büyükleri, mütefekkirler ve şehitlerin himayesindeyken, bu mesuliyetten kaçmak akıl işi midir?

Mesela, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun batı tefekkürünü tek tek ele alıp meydan dayağı çekmesindeki asıl maksat, kâfiri imana davet değil, küfrün kaynağını gösterip müminlerin küfre sapmasına engel olmak içindir. Bu emeği görmezden gelip kâfir aklının kuyrukçuluğunu yapmanın cezası nedir?

Ya da, er meydanına çıktıktan sonra ömrünün sonuna kadar küfrün uşaklarının işkencelerine maruz kaldığı halde son anına kadar dik duruşunu bozmadan şahadete yürüyüşünü örnek almak yerine korkak tavuklar gibi saklanmanın ve ona buğz etmenin cezası nedir?

Hesap gününde Şeytanın; “ben vazifemi yaptım, Allahtan korkarım” demesi gibi Küfür; “Müslümanlar adam olsaydı da zulmümüze engel olsaydı”dediğinde, “ben bu konunun anlatıldığı derse girmedim” bahanesi işe yarar mı acaba? 

Müslüman’ın insanlığı kapitalizmin zulmünden kurtarıp İslâm adaletinin şemsiyesi altında toplama ve kâfirin kulağından tutup, “uzayda değerli maden aramaya harcayacağın kaynağı insanlığın zaruri ihtiyaçları için kullanman gerek” deme vazifesi var. Bu vazifenin nasıl bir şuur ve usul ile yerine getirilmesi gerektiğini büyüklerimiz ahmağa anlatır gibi defalarca anlatmış durumda. Bu vesile ile Kumandan Mirzabeyoğlu’ndan bir daha dinleyelim; 

“Halkın nazarında Hak aklî bir kavram ve halk görünen bir kavramdır; marifet ehlinin nazarında ise, Hak görünen, halk ise akli bir kavramdır

Bu yüzden semirmeyi marifet sanan felsefeci HAKİKİ MALUM’dan mahrum olduğu gibi, kuru ölçü ezberciliğinde kalan ve “Şer’i hükümleri bilmek itikadın aynı değildir” hikmetine çatan İslâmî ilim sahipleri de aynı sırdan mahcuptur… İnsana en başta idraki gereken husus, faydasız ilimden Allah’a sığınma şuurudur… Bütün ilimlere kendine nispetle kıymet tayin edecek ve fayda derecesini nihayetinde kendine bağlayacak olan ilim, İLAHÎ MARİFET yolunda olanlara mahsus olandır.” (İbda Diyalektiği)


Baran Dergisi 615. Sayı