Esselâmü aleyküm.
Sizi daha erken bir vakitte arayamadığım için kusura bakmayın.
(Av. Güven Yılmaz, mesele olmadığını söylüyor)
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını söylüyor Carlos’a.)
Hakkında konuşulabilecek çok şey var ancak Venezüella’da olup bitenler hakkında konuşmak istiyorum bugün.
Venezüella hükümeti, özellikle asker kökenli cumhurbaşkanı Chavez’den itibaren ve onun da halefinin [Nicolas Maduro] iktidarı boyunca, ülke sınırlarında bir düzen oturtamadı ve millî güvenliği bir karmaşa içerisine soktular. Oralarda, Amerikan ve İsrail taraftarı olan yozlaşmış eski rejim kadrolarını çoğunlukla muhafaza ettiler ve sadece başlarına Başkan Chavez’e sadık yeni subaylar getirmekle yetindiler. Ne var ki bunun bir faydası olmadı ve durum daha da kötüleşti; CIA ve ajanları oralara iyice yerleşip çoğaldı; düşmana istedikleri her yerde istedikleri herşeyi yapmaları için sınır kapılarını açtılar.
Şu ân Venezüella’da yaşanan suikastler meselâ… Böyle şeyler, insanları kesip parçalara ayırmak gibi şeyler, geçmişte hiçbir zaman yaşanmamıştır Venezüella’da. Bunları yapanlar ise, Kolombiya’dan gelen paramiliter unsurlar. Böylesi suikastler, bu kadar korkunç suçlar işliyorlar. Şans eseri bazıları yakalanmış ve konuşmuş; işte “emirleri şundan aldık, bundan aldık!” diyorlar.
Tek kelimeyle, durum tam bir karmaşa arzediyor ve böyle de gidiyor. Şu âna kadar da anlamış değilim: Televizyonlara çıkıp, devrim fikrine saygı gösterilmeli diye boş konuşmalar yapmayı bıraksınlar da, nasıl olup da insanların bu şekilde tehlike içerisinde yaşamasına izin verdiklerini açıklasınlar. Bilmem kaç kişi öldürülüyor her gün ve Caracas dünyanın belki de en tehlikeli şehri bugün. Doğduğum bu şehir böyle değildi eskiden; çok güvenli bir yerdi ve kadınlar sabahın 4’ünde bile sokağa çıkabilirlerdi, kimse de rahatsız etmezdi onları. Şimdiyse şehrin göbeğinde güpegündüz adam gasbedip öldürüyorlar.
Neler oluyor peki Venezüella’da? Tamam, “Lambertist” bir sızma var ama bu insanlar böyle yapın diye kimseye emir vermiyorlar ki! Sonuçta yanlış ve hâlâ düzeltilmemiş birşeyler var bu rejimde. Yozlaşma ve yolsuzluk, Venezüella tarihinde hiçbir zaman bugünkü kadar kadar fazla olmamıştır. Cumhurbaşkanı veya yüksek seviyedeki liderler böyle değil gerçi ama altları tamamen yolsuzluğa batmış durumda; bu da inanılmaz.
Yine bugün, herşey karaborsaya düşmüş vaziyette Venezüella’da. Böyle bir şey hiç yaşanmadı benim 65 yıl önce doğduğum Venezüella’da; karaborsa nedir kimse bilmezdi orada. Ne var ki, şimdi “standart” oldu bu durum. Almak istediğiniz herhangi bir şeyi ancak karaborsadan temin edeceksiniz. Bir şeyi normal pazarda ve normal fiyatında bulmak fiilen mümkün değil artık. Binlerce hırsız, Venezüella halkının milyarlarca dolarını çalıyor her ay. Üstelik hiçbir kanunî takibata da uğramıyor bunlar; kendilerine yönelik hiçbir baskı yok.
Diyelim ki bir yere gittiniz ve size sabun olmadığını söyledi oradaki kişi. Hemen onu hesaba çeker, sabunun nerede olduğunu sorar, böylesi suçları işleyenleri de bir toplama kampına tıkarsınız. Budur böyle şeyleri tamamen bitirmenin yolu. Sınırınızı geçen olursa da, kanunun size tanıdığı bir hak olarak, çeker vurursunuz. Bu kadar basit. Ya siz ne yapıyorsunuz? Modern silâhlarla donatılmış yüzlerce kişilik orduların Kolombiya’dan istedikleri gibi gelip gitmesine gitmesine göz yumuyorsunuz!
Bu yaşananlar, öyle cesaret azlığından falan da kaynaklanmıyor. Belli ki, devrimin başlangıcından bugüne gelen bir düşman sızması var Venezüella’da. Fransız Lambertist sızmasını biliyoruz; bu bilinen, açıkta bir hâdise. Ancak çok daha belirsiz ve gizli bir başka “sızma” daha var ki, bugün yaşananlarda rol oynayan da işte o.
Amerikan Başkanı Obama’nın, Venezüella’ya neredeyse savaş ilân eden resmî bir belgeyi imzaladığı, malûm. Venezüella, ABD’nin herhangi bir yerine saldırmış değil ki!
(Carlos, Venezüella askerlerinin en son ABD’ye ayak basmasının, –şimdi ABD sınırları içerisinde bulunan ve o dönem İspanyol sömürgecilerden kurtuluş mücadelesi veren bir sömürge olan- Florida’ya bir gemi asker göndermekten ibaret olduğunu; zaten bu gemideki az sayıda Venezüellalı askerin, uzaklardan bu İspanyol sömürgesine gelen ABD ordusunca yenilgiye uğratıldığını; aynı ABD’nin, İspanya’dan bu sömürgeyi az bir para karşılığı satın aldığını söylüyor.)
Ben hiç de kolay bir pozisyonda değilim bugün burada –cezaevinde-, avukatlarım da yine çok zor bir durumda –ki, Türk avukatlarım da savunmam noktasında yaşanan bu zorluklara bittecrübe şâhit oldular-, peki neler olacak şimdi; Venezüella’ya neler olacak şimdi?..
Sadece Venezüella hakkında değil, Türkiye hakkında da konuşmak istiyorum:
On yılı geçen [AK Parti iktidarında] bir rejim var Türkiye’de; artık yıllar geçti üzerinden. Halk çoğunluğunu arkasına almış, Gönüldaş Erdoğan’ın başında olduğu bir rejim bu. CIA destekli Gülencileri temizlemekle işe başladı ve fiilî olarak hemen hepsini de attı başından. Ne var ki, şimdi kendisi için hiç de önemli olmayan ve bölgede yaşayan halkların –Arabların, Kürtlerin, elbette Türklerin ve tüm diğer azınlıkların- çıkarına da olmayan bir savaşa bulaşıyor! Onun gibi zeki bir adam, lider karakterli bir adam niçin bu tuzağa düşüyor, hakikaten anlamıyorum.
Dün Le Figaro veya Le Monde’da okudum: Türk Hava Kuvvetleri, “İslâm Devleti” hedeflerine üç kez bombardıman düzenlemiş! “Üç kez” bile çok fazla; bence hiç karışmamalılar. Yine aynı dönemde, 400 kez de PKK hedeflerine bombardıman düzenlemişler! Nedir bu? Kürtler ve “İslâm Devleti” arasında bir çatışma yaşandığına ve ABD de Türkiyeli, Suriyeli, Iraklı, hattâ İranlı Kürt isyancıları müttefik olarak gördüğüne göre, PKK’yı bombalamalarını onlara ABD söylemiş değil herhâlde! ABD’nin bunda bir çıkarı yok çünkü. Bu bakımdan, yaşananlar çok tuhaf, gerçekten mantıksız.
Türklerin tarihten gelen ve baskın bir nitelik arzeden, çoğunluğu yönetmek gibi bir özelliği var. Fakat bunun yolu bu değil ki! Kürt unsurlar mecliste olsa, şiddet yoluyla değil de demokratik yollarla mücadele etseler, daha güzel olmaz mı? Fakat siz onları böyle bombalar ve tahrib ederseniz, demokratik bir anlaşma şansına giden tüm yolları da imha etmiş olmuyor musunuz? Bu da bana çok absürd ve verimsiz görünüyor.
(Carlos, Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’ın kimsenin ajanı olmadığını, Türkiye’yi bölgesinin gerçekten en güçlü ülkesi yaptığını, ülkesinin üretimini üç kat arttırdığını, ama sonra da böylesi tuzaklara düştüğünü söylüyor ve bunu anlamakta güçlük çektiğini ekliyor…
Abdullah Öcalan’ın Kürt destekçilerince seçilip, Kürtler için mecliste kanunî yollarla mücadele etmesinin, bir milletvekili olarak Türkiye’nin sınırlarını savunmasının harika olacağını vurgulayan Carlos, şimdi bu yapılanları anlayamadığını tekrar belirtiyor…
Erdoğan’ın vatanseverliğinden ve inancından kuşku duymadığını söyleyen Carlos, 21 yıldan fazladır yaşadığı o cezaevi çöplüğünde tüm gerekli tahlil unsurlarına erişemese bile, sözkonusu bölgedeki tecrübesinden, bilgisinden ve bizzat tanıdığı şahıslardan hareketle, bugün yaşananları anlamlandıramadığını ifâde ediyor…
Türk milletinin stratejik ve tarihî çıkarlarından bu şekilde sapılarak yol açılan bugünkü çatışmalar yüzünden Türkiye bir iç savaşa sürüklenirse bundan çok büyük üzüntü duyacağını belirten Carlos, yaşanan bu sıkıntıları aşmak için, Erdoğan’ın meclisteki Kemalistlerle ittifak kurmasını tavsiye ediyor ve Kemalistlerin çoğunlukla dürüst olduğunu, emperyalistlerin veya siyonistlerin ajanı olmadıklarını söylüyor…
Bugün yaşananlar sebebiyle, Kürtler başta olmak üzere Anadolu halkıyla beraber, Türkiye’nin sınırlarında yaşayan diğer insanların da büyük bedel ödeyeceğini söyleyen Carlos, özellikle bölgenin kadîm halkı olan Kürtlerin böyle bombalanmayı ve katledilmeyi haketmediğini, Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde Kürtçenin “ikinci resmî dil” yapılmasının çok kolayca gerçekleştirilebilecek basit bir çözüm olduğunu, çoğunluğu teşkil eden Türkler için bu noktada hiçbir kaygı ve korku sebebi bulunmadığını, bu çatışmaların hep emperyalistler ve siyonistler tarafından çıkartıldığını belirtiyor ve bugün siyonistlerin Kuzey Irak’ta bir üs kurmalarının üzücü olduğunu vurguluyor…)
Türkler başta olmak üzere, bölge halklarının, İslâmî bir adaletin tesisi için verilecek mücadelenin öncüsü olacaklarına, mistik ve hümanistik karakterleriyle öne çıkan Sufîlerin bunda büyük rol oynayacaklarına inanıyorum.
Bugün yaşananlar ise, kendi kendini tahrib eden bir yapı arzediyor. Böyle giderse, Gönüldaş Erdoğan gücünü arttırmayacak, aksine kaybedecektir ve onun hükümetine alternatif bir başka hükümet de olmayacaktır; ben şahsen –onun yerini tutabilecek- böyle birini göremiyorum.
Her ne olursa olsun, neticeyi tâyin edecek olan Allah’dır.
Allahü Ekber.
 
(Carlos, mûtad konuşmasının sonunda, Av. Yılmaz’a Kumandan Mirzabeyoğlu’nun nasıl olduğunu, çalışıp çalışamadığını, İstanbul’da olup olmadığını soruyor; O’nu düşündüğünü, hattâ geçenlerde O’nun hakkında konuştuğunu söylüyor. Av. Yılmaz da, cevaben, Kumandan Mirzabeyoğlu’nun iyi olduğunu, İstanbul’da bulunduğunu ve herhangi bir problemin sözkonusu olmadığını belirtiyor.)
Baran Dergisi 455. Sayı