Esselâmü Aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, kendisinin nasıl olduğunu soruyor Carlos’a.)

İyiyim, teşekkür ederim.

Sizi böyle geç aradığım için kusura bakmayın, televizyona bakıyordum, şu Ukrayna hâdiselerine, berbat şeyler olup bitiyor orada.

Bu arada, herkes iyi mi sizin orada?

(Av. Yılmaz, herkesin iyi olduğunu, herhangi bir problem olmadığını söylüyor.)

Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl; iyi mi?

(Av. Yılmaz, hem Kumandan Mirzabeyoğlu’nu hem de cezaevindeki bazı gönüldaşları “dün” ziyaret ettiklerini, hepsinin iyi olduğunu söylüyor.)

Tamamdır.

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, sorusunun olmadığını ancak -şayet Carlos dilerse- Venezüella ve Ukrayna’daki gösterilerle ilgili olarak konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Şu ânda Ukrayna ve Venezüella’da devam eden bazı olaylar var. Venezüella’da olan bitenlerle ilgili olarak birçok teferruatı henüz bilmediğim için, bu konuda geniş kapsamlı bir değerlendirme yapamam. Buna rağmen, gördüğüm şu: 

Gösteriler patlak verdiğinde burada çokça gösterildi televizyonlarda ve orada konuşan insanlara falan bakıldığında, bunların çok iyi giyimli insanlar oldukları görülüyordu, yâni “üst sınıftan” insanlardı bunlar. Venezüella’da nüfusun çoğunluğunu oluşturan fakir insanların çocukları değildiler. Diğer bir deyişle, Venezüella halkını temsil etmiyorlar.

Sokaklarda şunu veya bunu protesto ediyorlar. Doğrudur, ülkede büyük bir asayişsizlik var. Bolivarcı devrimin başarısızlıklarından biri de bu zaten. Halkını koruyamadı, tam tersine –fazla “açık fikirli” olmaktan dolayı- suçun gelişmesine izin verdi. Bu asayişsizlik ise, zenginlerden çok fakirleri korkutuyor aslında. Neyse, bu ayrı bir mesele...

Benim asıl merak ettiğim, fakir sınıfın cumhurbaşkanı olarak Caracas’ta hâkimiyeti elinde bulunduran Nicolas Maduro’nun tutumu ve niçin olaylara müdahale edilmemesi emri verdiği...

Tamam, Caracas kontrol altında ve burada bir problem yok, ancak benim ailemin de memleketi olan güney eyaleti Tachira’da -ki aile köklerimiz bu eyaletteki Michelena adlı küçük bir kasabaya ve eyaletin başkenti olan San Cristobal’a dayanır- kaygı verici “birşeyler” oluyor. Bu bölgede, Bolivarcı devrimciler azınlıktadır. Halkın çoğunluğu hıristiyan demokrattır. Onlardan sonra da sosyal demokratlar gelir. Bolivarcılar, yâni devrimci solcular ise üçüncü sıradadır.

Tachira eyaletinde neler oluyor bilmiyorum, fakat ordunun seçkin bir birimi olan paraşüt taburunu oraya göndermeleri dikkat çekici. 

Unutmayınız ki, Venezüella’nın ilk paraşüt birliği, o dönem orduda binbaşı rütbesiyle görev yapan ve çok iyi tanınan bir isim olan Hugo Chavez tarafından kurulmuştur. Bu bakımdan, sözkonusu eyalete paraşüt taburunun gönderilmesi “iki kat” anlamlı. Birincisi, o taburun seçkin bir birim olmasından dolayı, ikincisi de o birimin ilk defa Başkan Chavez tarafından kurulmuş olmasından dolayı.

Şimdi bu paraşüt taburunu Tachira eyaletinin başkenti San Cristobal’e gönderiyor Başkan Maduro. Ki bu da, orada çok tehlikeli bir durumun sözkonusu olduğu anlamına geliyor. Eyalette tam olarak neler olduğunu bilmiyorum, ama mesele sadece sokak gösterileri falan değil. ABD tarafından, CIA tarafından oraya gönderilen Kolombiyalı paramiliter kuvvetlerin, büyük ölçüde olayların içinde yer aldığını düşünüyorum. Eğer bir yerde paraşütçülere görev veriliyorsa, durum tehlike arzediyor demektir orada ve muhtemelen savaşacaklardır da.

Her neyse; bugün daha fazla teferruata giremeyeceğim, ama önümüzdeki günlerde Venezüella’yla telefonla konuştuktan sonra, neyin ne olduğunu daha iyi öğreneceğim.

Şimdi de Ukrayna hakkında konuşmak istiyorum.

Birkaç gün önce televizyonda, Kiev’deki “bağımsızlık meydanı” olarak adlandırılan Maidan’da –ki “maidan” yâni “meydan” da Türkçe bir kelime- bulunan bir Lenin büstünün göstericilerce tahrib edildiğini gördüm. Yine Lenin’in büyük bir başka heykelini de parçaladılar aynı şekilde.

Oysa, “tarih” bakımından olağandışı bir duruma işaret etmektedir bu. Çünkü bugün “Ukrayna Cumhuriyeti” diye bir devlet varsa, bunu Lenin’e borçludurlar. 

Şöyle ki, Ukrayna’nın çoğunluğunu oluşturan etnik grublar, tarih boyunca hiçbir zaman “Ukrayna” diye bir devlete sahib olamamışlardır. Hiçbir zaman! Topraklarını işgal eden başka feodal efendilerin, çoğu Polonyalı olmak üzere başka etnik kökenleri olan soyluların emri altında “serf” olmaktan öteye gidememişlerdir. Nihayet Ukrayna halkını ve haklarını tanıyan ilk devlet, Ekim Devrimi’nden sonra kurulmuştur. Benim ve kardeşimin kendisinin adlarını taşıdığımız Vladimir İlyiç Lenin, Ukrayna halkının bir millet olduğunu tanıyan ve millî haklarının tanınması gerektiğini vurgulayan insandır. Ukrayna Cumhuriyeti böyle kurulmuş ve böyle katılmıştır Sovyetler Birliği’ne. Kısacası, varlığını Rus Devrimi’nin, Bolşevik Devrimi’nin lideri Lenin’e borçludur Ukrayna devleti. Tarihî bakımdan inkâr edilemez bir gerçektir bu.

Ne var ki şimdi, demokrasi için, şunun için, bunun için savaşan bazı insanlar, o cumhuriyeti kuran, oradaki halkın haklarını tanıyan adama gidip saldırıyorlar. Bu çok acayib ve çelişkili bir hâdisedir.

Demek istediğim; o “meydan”ı dolduran insanların, Batı propagandasının bize göstermek istediği türde insanlar olmadığıdır. Ukrayna halkının çoğunluğunu temsil etmekten çok ama çok uzaktalar. Ülkenin doğu veya batısındaki insanların ancak bir kısmını temsil ediyorlar. Üstelik bunların hepsi Ukraynalı bir etnik kökene de sahib değil; birçok Polonya kökenli insan var aralarında. Hattâ oraya problem çıkartmaya gelmiş yabancılar bile var. 

Diğer yandan, orada gösteri yapanların çoğunluğu –gösteri yapmaları en tabiî haklarıdır elbette- barışçıyken, diğer bazıları ise askerî eğitimli komando grubları oluşturup sağa sola ateş ediyorlar  ki, o bölgede cereyan eden bazı kötü şeylere işaret ediyor bu durum.

Bunları söylerken, mevcut devlet başkanının hükümetini savunmak istemiyorum. Hiçbir sempati de beslemiyorum üstelik bu hükümete. Benim nazarımda hiç de iyi bir hükümet değiller. Fakat muhalefet, işte bu hükümetten bile daha kötü!

Bu arada, hapisteki Yulia Timoşenko’yu serbest bırakma kararı aldı şimdi meclis. Peki nereliydi Timoşenko? Ukrayna’nın doğusundan, Dnipropetrosk şehrinden. Burası tamamen Ruslaşmış bir bölgedir. Buradan Harkov şehrine uzanan hatta yaşayan insanlar Ruslaşmıştır ve Ukraynaca da konuşmazlar, Rusça konuşurlar. Öbür tarafta, ülke çoğunluğunu oluşturan Ukrayna etnik grubunun arasında da, yüzlerce yıl önce gelip bölgeye yerleşmiş Ruslar vardır.

Dnipropetrosk’tan çıkan Timoşenko’ya dönersek, o da Ukraynaca bilmeyen bir insandı ve Ukrayna dilini de siyasî bir lider olduktan sonra öğrenmiştir. Karizmatik, güzel, ufak tefek, sarı saçlarına yaptığı örgü ve giydiği an’anevî giysiyle tanınan bir kadın. Genel bir yolsuzluğun hüküm sürdüğü bir memlekette, yolsuzluk suçlamasıyla tutuklanmış ve maalesef hapse atılmıştı. Hapsedilmesine üzülmüştüm, çünkü yolsuzluğa karışan tek insan o değildi. Yine bence, halkını seven bir kadın o.

Batıya yakın bir insandı ama bunun da oportünizmden, fırsatçılıktan dolayı olduğunu düşünüyorum. Çünkü onun geldiği bölge, ideolojik anlamda söylemiyorum, hem tarihî, hem kültürel, hem de ekonomik anlamda, “Büyük Rusya”nın bir parçasıdır.

Gelmek istediğim yer şurası ki, orada “tarih”e ve Ukrayna halkının tarihî haklarına zıt bir hâdise cereyan etmektedir. Lenin’in kurduğu ve Stalin’in geliştirdiği bir devlet mevcuttur çünkü orada. 

Bu vesileyle; Stalin, oradaki belli topluluklara yönelik bir baskı uygulamış, bu baskılardan dolayı ortaya çıkan kıtlık yüzündense milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir. O bölgedeki büyük toprak sahibleri, devrim sırasında bertaraf edilmişlerdi zaten. Ancak hâlâ mevcut kalan yüzbinlerce küçük toprak sahibi ise, çiftçilik yapan bölge halkını sömürmeye devam ediyor, karaborsa mal satıyorlardı. Bu defa, Stalin tarafından onların üzerine gidildi ve yüzbinlercesi Sibirya’daki kamplara sürüldü. Bu sırada ellerinden herşeyleri alındığı için bir kıtlık başgösterdi ve bu yüzden de öldü birçoğu. Stalin’in Sovyet döneminin en iyi miraslarından biri değildi kuşkusuz bu, ancak nüfusun küçük ama güçlü ve isyankâr kısmına karşı verilmiş bir cevabtı. 

(Carlos, Ukrayna’nın da içinde olduğu bölgelerde “Beyaz Ordu” adıyla kurulan ve Sovyet Devrimi’nin ilk yıllarında Sovyet kuvvetleriyle savaşan ordunun şeflerinden “kozak” bir hür masondan bahsediyor; içlerinde bir yahudi lejyonunun da olduğu bu ordunun girdiği Aşkenazi yahudi bölgesindeki köylerde nasıl erkekleri katledip kadınlara tecavüz ettiğini anlatıyor ve milyonlarca insanın öldüğü bu savaşı sonuçta Kızıl Ordu’nun kazandığını söylüyor. II. Dünya Savaşı sırasında ise, “milliyetçi” Ukraynalıların iki milyonluk bir ordu hâlinde Alman üniforması giyerek Nazi ordusuna katıldıklarını ve Sovyetler’e karşı savaştığını; Sovyet çiftliklerine saldırarak büyük katliam ve tecavüzler gerçekleştirdiklerini; hattâ Alman askerlerinin bile, sırf komünist safta yeraldıkları için kendi halkını barbarca katleden bu “Ukrayna milliyetçileri”nin vahşeti karşısında dehşete düştüğünü vurguluyor. Almanya savaştan çekilince, sözkonusu Ukraynalı “faşist”lerin Sovyetler’e karşı bu defa bir gerilla savaşı başlattıklarını ve bu gerilla savaşının da 1950’lere kadar sürdüğünü belirtiyor. Ukrayna’da yenilgiye uğratılmış ve aralarında Polonyalıların da bulunduğu böyle bir “faşist gelenek” bulunduğunu ve bugün başkent Kiev’de de kısmen işte bunun yansımalarının görüldüğünü söylüyor. Ayrıca, Ukrayna sınırları içerisinde, Çarlık ve Sovyet Rusyası’ndan Ukrayna’ya miras kalan ve başka etnik kökenlerden insanlar yaşadığı hâlde işgal edilmiş bulunan bölgeler bulunduğunu belirtip, aslında Romanya’nın, Moldova’nın tarihî bir parçası olan bu bölgeleri örneklendiriyor. Aynı şekilde, içinde Rusların askerî tesisleri olan ama Rusya’dan tamamen ayrı olmasına rağmen Ukrayna sınırları içerisinde bulunan küçük “Rusya toprakları”nın Ukrayna’ya dahil edilmesi gerektiğini vurguluyor. Ukrayna’nın tarihî olarak nasıl Polonya’yla içiçe geçtiğinden de sözediyor, aynı çerçevede Ukrayna’nın doğusunun Katolik, batısının ortodoks, bunların da kendi aralarında bölünmüş, bir kısmının da müslüman olduğunu belirterek, herşeyin Ukrayna’da ne kadar içiçe ve karmaşık olduğunu ifâde ediyor. Ukrayna’dan Latin Amerika’ya giden bir asker vesilesiyle, Latin Amerika ülkelerinin ABD ve Avrupa emperyalizmine karşı, “sömürgeci” politikalar gütmeyen Rusya’yla daima yakın olması gerektiğini, bunun sadece Latin Amerika için değil, Türkiye için de geçerli olduğunu, Türkiye ve Rusya’da başta kim olursa olsun, rejim ne olursa olsun, hep birbirlerine yakın ve emperyalist Batıya karşı dayanışma içerisinde olmaları gereğini vurguluyor. Batının Ukrayna’yı Rusya’ya karşı radar ve füze kalkanı üssü olarak kullanmak istediğini, güya İran tehdidine karşı Ukrayna’ın batısında böyle tesisler kurmak istediklerini, aslında hedefin Rusya olduğunu, bugün yaşananları anlamada Batının bu tür gizli niyetlerinin özellikle önemli olduğunu, kendisinin mevcut Ukrayna hükümetini benimsemediğini ancak mevcut hükümetin barış tekliflerinin muhalifler tarafından işte bu yüzden reddedildiğini belirtiyor. Bu kargaşanın orada bir süre daha devam edeceğini, ülkenin batısı daha da fakirleşirken, Rusya’ya yakın doğusunun ekonomik olarak daha da güçleneceğini söylüyor. Ukrayna meselesinin anlaşılması için konferanslar düzenlenmesi gereğine dikkat çekiyor. Konuşmasının sonunda, BARAN’da bugüne kadar Türkçesi yayınlanan konuşmalarının İngilizce orijinal ses kayıtlarının hepsinin eşi Isabelle’e gönderilmesini rica ediyor. Av. Güven Yılmaz da, Carlos’un konuşmalarının hem BARAN dergisinde hem de internette ilgiyle ve çok sayıda insan tarafından takib edildiğini söylüyor. Karşılıklı vedalaşmadan sonra telefon görüşmesi nihayetleniyor.)


Baran Dergisi 372. Sayı