Baran Dergisinde tefrika edilen İBDA Mimarı’nın Ölüm Odası isimli eseri, çok yönlü ele alınıp değerlendirilmesi gereken haftalık sohbetlerdir. Bilmek gerekir ki, “Sohbet erdiricidir” ve “Nakşilik, sohbet yoludur.” Sohbete kulak verenlere selâm olsun!

Sohbet, iman tazelemeye yataklık eden olmakla birlikte, aslında yapılması gerekeni yapabilmek ve bunun sorumluluğunu yerine getirebilmek, kısacası cemiyet yükünü yüklenmek için gerçekleştirilendir. Piyasa sohbetlerinden zevk alanların psikolojisine bir bakıldığında orada görülecektir ki, sohbete iştirak eden kişinin yükü hafiflemiş, adeta kuş olup uçmuştur. Hâliyle de, bir tür arınma kurnası olarak görülmektedir sohbet. O güne kadar üzerine bulaşan cemiyetin pisliklerinden temizlendiğine inanmış olarak da, sohbetten evine veya işine geri döner. Bir sonraki temizlik günü gelene kadar da, kirlenmeye salar kendisini.

Hâlbuki sohbet, Yunus Emre Hazretlerinin dediği veçhile, “Zehirle pişmiş aştan yemeğe kim gelir” mânâsında cereyan etmesi gereken bir tür ibadettir! Üstad Necip Fazıl, 1972 yılında yazdığı “Zehirle Pişmiş Aş” isimli şiirinde, “Zehirle pişmiş aşı yemeğe kim gelir? / Dilsizce, yalnız Allah demeye kimler gelir?”, derken aslında kendi sözüne kulak olacak sahici insan soyuna davetiye çıkarıyordu. Bana sorarsanız, Üstad Necip Fazıl’ın davetine sadece bir kişi icabet etmiştir ve o da, İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’dur. İBDA Mimarı, o gün bu gündür, “Ben Kimim?” sorusu üzerinden, kendi şahsında tecelli eden hakikati çok nezih bir şekilde ümmete sunmanın ifade çetinliğini yaşamaktadır. “Ben Kimim?” sorusunu kendisine yönelten sahici insan ve büyük muztarib, on yıllardır Üstad Necip Fazıl’ın davetine icabet eden tek kişinin kendisi olduğunun görülmesini diliyor ve istiyor. Bu çerçevede, ülkelerin ve insanların kendisine kulak vermesini bekliyor. Tek tek her insanın kendi öz nefsine, “Sen Kimsin?” sorusunu sormasını bekliyor. İBDA Mimarı, her şeye rağmen, “sonsuz varlık olan Allah”a doğru bir akış hâlinde ve “Ben Kimim?” sorusu vesilesiyle de, “bulamamacasına arama” modunda, kendine has ve hususi kâinat muhasebesini yapmaya devam ediyor. Allah onun yâr ve yardımcısı olsun ve yine Allah onu Ümmetin başından eksik etmesin, amin!

Mevzu sahibleri mevzularında derinleşmek, ehl-i iman imanını tahkim etmek, siyaset erbabı üstün siyasete yol bulmak, devlet ricali de devlet-i ebed müddet mânâsına sadakatle bağlı kalmak için; evet, İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ağızdan Çıkanı -Kulak İşitsin…” sözüne kendisini en üst perdeden muhatap kılsın, derim.

Eski Yunan’ın en büyük kafa adamı ve felsefede vahdaniyetçi düşüncenin ilk mimarı Sokrates, aristokrat Atinalıların istikbâlini ayan beyan görmüştü. Bundan dolayıdır ki, kendi durumunun tuhaflığını hiç önemsemiyordu. Eski Yunan’ın içine düştüğü girdabın ne denli tehlikeli olduğunu çok derinden hissediyordu. Sokrates’in gözünde Atina durdurulamaz bir şekilde sona doğru gidiyordu. Kendi canına kast edilmesine rağmen Sokrates, Atina’nın şahsında tüm dünyanın kendisine, dil ve diyalektiğine, ilacına veya iksirine, kendini bilmesine veya öz koruma sanatına (nefs terbiyesi) ihtiyacı olduğunu biliyor ve görüyordu. Çünkü her yerde nefsanî eğilimler baş tacı edilmiş ve devlet idaresi keşmekeş halindeydi. Bütün bir toplum ise ifrat ve tefrit burçlarında konuşlanmıştı. Bütün bu kaygılar bugün için de geçerlidir ve Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi, bu ve benzeri kaygıların üstesinden gelebilmek için büyük bir imkân olarak karşımızda durmaktadır. Topyekûn dünya entelenjiyasının teveccühünü beklemektedir. Küresel emperyalizmin hesaplarını bozmak adına şartlar sadece Türkiye’yi tarihi misyonunu üstlenmeye zorlamıyor, “yapay zeka” ve “telegram” esprisi üzerinden yapılanlara bir bakıldığında, şartlar aynı zamanda topyekûn dünya insanını da sahici insan olmaya zorluyor. 

Malûm şahsın döneminden hemen sonra, Üstad Necip Fazıl tarafından binbir zorlukla çıkarılan Büyük Doğu dergisinin kapağında şöyle bir cümle:

“Başımıza kulak istiyoruz!”

Üstad Necip Fazıl, bana sorarsanız, aslında “Milli Şef”in şahsında kendi ağzından çıkan söze kulak arıyordu. Kendisine “Milli Şeflik” payesi verilen İsmet İnönü’nün, kulağının işitmemesi ya da ağır işitmesi sebebiyle “kulak” kelimesinin telaffuz edilmesine ve kullanılmasına fena sinirlendiğini bilen Üstad Necip Fazıl, Büyük Doğu dergisinin kapağına bir büyük kulak resmi basıp üzerine de söz konusu cümleyi yerleştirmişti:

“Başımıza kulak istiyoruz!”

Yine bana sorarsanız, Üstad Necip Fazıl, yıllar sonra kendi sesine kulak olanın, aradığı kişinin Kim olduğuna şahidlik ederek ebedî âleme göçmüştür. Ve bugün bizler, o günkü başa kulak olan Kim? diye sormadan, “Ağızdan çıkanı –kulak işitsin…” sözünü bütün dünyaya haykıran sahici insan soyunun sözüne kulak olacak bir devlet arıyoruz!

Daha düne kadar (1908 yılında) sahib olduğu yaklaşık 5 milyon kilometrekarelik bir sahadaki egemenlikle kıyaslandığında “köpek kulübesi” denecek kadar küçük bir toprak parçasına sıkıştırılan dağ gibi yüce insan nesli (altun nesil), bugün beka sorunuyla karşı karşıya kalmış gözükmektedir. Bunu gören, daha doğrusu gördüğünü var saydığımız devlet aklı, tez elden ölüm-kalım şartlarında olduğumuzu da görmeli ve derhal düşmanları alt etmek için topyekûn bir seferberlik başlatmalıdır. Bu savaşın sağlam temeller üzerine bina edilmesi ise bir zorunluluktur. Peki, bu nasıl olacak? Böyle bir temellendirme imkânı var mıdır?

Bekamızı tehdid eden ve karşımızda konuşlanan esas düşman veya tehlike, küresel emperyalizmin zorla dayattığı yeni dünya düzeni olduğuna göre, buna karşı önce kendi yeni dünya düzenimizi teklif etmek gerekir ki bu, çok şükür ki, Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi tarafından karşılanmaktadır. Sağlam temellendirmenin adı belli olduğuna göre, bu çerçeveden olarak yapılması gereken en önemli şey, hiç vakit kaybetmeden sahici ve esaslı bir kültürel hamle başlatıp, yine sahici esaslı bir kültür mücadelesinin önünü açmaktır. Dünya insanının kafa konforunu bozup yeniden inşa/ibda edilmesine zemin hazırlamaktır.  

Bilmek gerekir ki, kültür savaşı propaganda savaşı ile daha bir anlam kazanır. Dün gönüller fethedildiğinde başarılı olmak mümkün olmuştu, bugün ise kafalar fethedildiğinde başarı çok daha kolay bir hale gelecektir. Dikkatlerden kaçırılmaması gereken en önemli husus şudur ki, daha düne kadar içimizdeki tüm hain türedilerin devşirilmesi, yabancı ideolojiler ve bu ideolojilerden beslenen tercüme eserler üzerinden gerçekleştirilmiştir. Batı dünyasından yapılan tercüme eserler bir tarafa, Materyalist ve Komünist içerikli tercüme eserler başta olmak üzere, Vahhabi-Selefi tercüme eserler ile Mezhebsiz ve Şia tandaslı tercüme eserler kafaların ifsad edilmesinde çok büyük bir rol oynamıştır. PKK ve Sol uzantıları, Daiş ve Vehhabi uzantıları bu mevzuda kâfi delildir. CHP ve Fettoş da dâhildir bu kategoriye. Yani düşman, önce kafalara musallat olmuş ve ardından da yapmak istediklerini çok kolay yapar hale gelmiştir. Kendi kültürüne yabancılaşmış insan ve dahi gönüllü ajanların bu denli çokluğunun başka bir izahı olamaz. Koca imparatorluk, Kemal Tahir’in ifadesiyle, mealen, 600 yıllık birikim, bir bakkalın tasfiyesinden çok daha kısa bir sürede, bir çırpıda tasfiye edilmiştir. Tasfiye edici eşşeddeli güruhun 10 yılda 15 milyon yaratık meydana getirmesinin ruhlarda açtığı derin yara, tahmin edilenden çok daha büyüktür. Bugün bu yaranın kapanması şöyle dursun, insanımızı düşürdüğü durum içler acısıdır. Üstad Necip Fazıl, mealen, “Bu rejimin en çok buğz edilmesi gereken yanı idrakleri iğdiş etmiş olmasıdır”, sözünü söylerken aslında bunun çaresinin de kendisinde olduğunu, örgüleştirdiği İdeolocya Örgüsü’nde mündemiç bulunduğunu bütün bir vatan sathına duyuracak şekilde haykırıyordu. Bu sese kulak verenin Kim olduğunu tekrara lüzum yok. İBDA Mimarı’nın Kültür Davamız isimli eseri hakkında Üstad Necip Fazıl’ın söyledikleri:

“Bu kitap, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefs murakabesi eseridir.”

“Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci Salih Mirzabeyoğluna...”

“Bize ağuşunu açmış. Takdirkârıyım!”

Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın ağzından çıkan söze kulak olan İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Düşmanın silahıyla silahlanmak” hadîsine getirdiği yeni ve güncel yorumun bereketi ile, bir yandan dinimiz İslâma olan bağlılığımızı kuvvetlendirmek işi üzerinde olurken, diğer bir yandan da sahici insan soyunun yeşereceği yeni dünya düzenini işiten kulaklara haykırmaktadır. Bunun için gecesini gündüzüne katıp canla başla çalıştığına Allah şahiddir. “Allah’ın yardımı iş üzerindeyken gelir”, ölçüsüne sımsıkı başlı bir şekilde, vaadinden dönmeyen Allah’ın lütfedeceği mucizeyi beklemektedir. Bu çerçeveden olarak söylemek isteriz ki, yeni dünya düzeni teklif edici bir keyfiyeti haiz Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemini meydana getiren tüm eserler tez elden dünya insanıyla buluşturulmalıdır. Özellikle Batı dünyası entelenjiyası ile Büyük Doğu-İBDA fikriyatını buluşturmak, acil olarak yapılması gereken olarak karşımızda durmaktadır. Bunun bir devlet politikası haline getirilmesi beka sorunumuz açısından bir gereklilikten öte, zorunluluktur.

Burada tekrar hatırlatmakta fayda vardır. Üstad Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü, düşman göz tarafından çok önceden görülmüştür. Bugün Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında özelde Ortadoğu, genelde ise İslâm coğrafyasını şekillendirme projesi, Büyük Doğu-İBDA’nın kötü bir kopyasıdır. Fettoş’un içimizden devşirilen bir ajan olarak tercih edilmesini bu yönüyle de değerlendirmekte fayda vardır. Küfür, kendi muktedirliğini devam ettirebilmek için seni senin argümanlarınla sevk ve idare etmek yolunu tercih zorunda kalmıştır. Bunun iyi okunması gerekmektedir. Vakti zamanında CHP zihniyetinin, “Şeriatın lüzumunu hissedersek onu da biz getiririz” meâlindeki sözlerini hatırlatmak isterim. Bugün Amerika’nın İslâm topraklarında Şeriati kendi eliyle Ortadoğu merkezli dizayn etme gayretlerini iyi okumak gerekiyor. İslâm düşmanlarını bu şekil davranmaya zorlayan asıl şeyin ne olduğunu iyi görmek gerekiyor.

Hatırlanacağı üzere, 1990 yılında, 1. Körfez Savaşı vesilesiyle, Cuma isimli bir dergi, İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ile bir röportaj gerçekleştirmişti. O röportajda İBDA Mimarı, meâlen, “Şartlar Türkiye’yi tarihi misyonunu üstlenmeye zorluyor” şeklinde bir tesbitte bulunmuştu. Bugün gelinen şu noktada bu tesbitin isabet derecesini konuşmaya gerek yok. O gün bu tesbitin gereği yerine getirilebilmiş olsaydı eğer, bugün küresel emperyalizm denilen canavar bu denli azgınlaşamazdı. Ama neylersin ki, olanlar oldu ve biz bugün olacak veya olabilecek olanlara dikkat kesilmek durumundayız.

Evet; bugün çok net bir şekilde anlaşılmıştır ki Türkiye, tarihi misyonunu üstlenmek zorunda ve bunun gereğini yerine getirmek mükellefiyeti altındadır. Aksi takdirde beka sorunu söz konusu ve dahası, Anadolu’dan sökülüp atılmak tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Gerek Türkiye ve gerekse topyekûn dünya, hiç şüphesiz ki yeni bir dönemin eşiğindedir. Kıyamet öncesi bir hâl yaşanmaktadır ve Melheme-i Kübra (Büyük Savaş) denilen son ve som savaş kapıdadır. Bu zor durumdan selamete çıkmak mukadderata kulak kabartmaktan geçiyor. Mukadderat?

Bizce mukadderat, Mutlak Ölçü ile sabit olduğu üzere, “İstikbâl İslâmındır” mânâsı üzerinden kritik edilmelidir. Mevzuun temeli burada düğümlüdür. “İstikbâl İslâmındır” mutlak sabitesine kim yataklık ediyorsa, dikkate değer kıymet de oradadır. Yine bizce, “İstikbal İslâmındır” müjdesine Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi yataklık etmektedir.

Not: “Gaibi Allahtan başka hiç kimse bilemez”, mutlak hakikatinin hemen yanı başında şu hakikat: “Gaib hissedilebilir hâle getirilebilir.” Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi, istikbâli kollayan ve gaibi kurcalayandır. Hâliyle, “derin düşünce” ile örtüşen bir mânâdadır.

Tekrar başa dönersek, 1. Körfez Savaşı ile birlikte başlayan süreçte, gerek Türkiye’de ve gerekse topyekûn dünyada baş gösteren hızlı değişim ve gelişim, Türkiye’de 28 Şubat Darbesini doğurmuştur. Bilindiği üzere, 1995 yılında hazırlanmaya başlayıp 1997’de ismi konan ve 1999 yılında zirve yapan 28 Şubat Darbesi, Erbakan Hükümeti’nin şahsında bütün bir İslâma karşı yapılmıştır. Erbakan dahil hiçbir İslâmî yapılanma, darbeye karşı duramamış, lakin İBDA Mimarı’nın tutuklanması akabinde söylediği şu söz adeta akışı tersine döndürmüştür: “1999: Ümmetin Kurtuluş Yılı!.. Müslümanlar dik durun! Karşınızda leşler var!”

28 Şubat Darbesine nisbetle bugün küresel 28 Şubat Darbesi diyebileceğimiz durumlar söz konusu ve buna karşı İBDA Mimarı’nın Ölüm Odası’ndan “11 Eylül 2018” vurgusu dikkat edilmesi gereken önemli bir noktadır. Bana soracak olursanız, Türkiye şartlarında 28 Şubat Darbesi sürecini yürütenler nasıl ki İBDA Mimarı’nın “1999: Ümmetin Kurtuluş yılı” vurgusu üzerinden kan kustular, aynı şekilde, “11 Eylül 2018” vurgusu üzerinden de Küresel 28 Şubat Darbesi sürecini yürütenler kan kusmaya başlamışlardır bile. ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Ankara ziyaretinde mevzu edilip edilmediğini merak etmiyor değilim. Yakın zamanda, ABD medyasında, Reis’in Büyük Doğu ve onun Mimarı hakkında konuştuğundan ötürü haberlere mevzu edildiğini de biliyoruz. Bu mevzuda herhangi bir pazarlık, yaydan çıkan okun hedefini şaşırmasına sebeb olmaz, ancak muhataplarını sıkıntıya sokar! Tedaisi, hocanın boncuk boncuk terleri!

İBDA Mimarı’nın 28 Şubat Darbecilerine karşı tarihî hamlesi o kadar çok bereketli olmuştur ki, Türkiye’de iktidar oyunu Ulusalcı ve Kemalist taifenin elinden alınmış ve İslâmcılar üzerinden yürütülmeye başlanmıştır. Amerika, İsrail ve Batı merkezli güç odakları, Türkiye’deki hesaplarını yeniden dizayn ettiler. Vakti zamanında AK Partinin kurulması veya kurdurulmasından (hadi yol verilmesi diyelim) tutunuz da, AK Partiye duyulan güvensizliğe bir tedbir kabilinden Fettoş’un palazlandırılmasına ve onun şahsında paralel bir devlet kurdurulmasına kadar oluşan durumlar, İBDA Mimarı’nın bütün hesapları bozucu hamlesinin karşı yansımaları olarak görülmelidir. Hakeza, 11 Eylül 2001 yılında İkiz Kulelerin indirilmesini de bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Dahası, ülkemizin beka sorununun en derinden hissedildiği ve bunun bütün bir toplum tarafından farkına varıldığı 15 Temmuz 2016 tarihli işgal girişimi ve bunun geri püskürtülmesinde de yine İBDA Mimarı’nın söz konusu hamlesini görmek gerekiyor. Bizce 15 Temmuz işgal girişiminin geri püskürtülmesi, 1998 yılının son ayında yakalanıp Metris Cezaevine konulan İBDA Mimarı’nın orada yaşadıklarına bağlı olarak, meselâ 5 Aralık Metris Zaferi çerçevesinde değerlendirilmelidir. 15 Temmuz 2016 İstanbul Savaşı Zaferi bizce, 5 Aralık 1999 Metris Savaşı Zaferi’nin bütün bir vatan sathında görünüşünün adıdır.

Not: Bir yakın tarih muhasebesi yapıldığında, Cennet Mekân 2. Abdülhamid Han Hazretleri’in azl edilmesinden tutunuz da Cumhuriyetin kurulmasına, “Cem-i Ezdad” esprisi çerçevesinde bir yanda Ahbes-i lâin, diğer bir yanda Efendi Hazretleri ve onun açtığı yoldan Büyük Doğu-İBDA’nın bu topraklarda neşvünema bulmasına, Büyük Doğu-İBDA’nın önünü kesmek için bu ülkede bir paralel devlet yapılanmasına yol verilmesine, 1. ve 2. Körfez savaşlarından 3. Dünya Savaşının fitilini ateşleyen 11 Eylül hadisesine, Amerika’nın ininden çıkmak zorunda kalmasından tutunuz da, Afganistan, Irak ve sonrasında Arap Baharı ve onun merkezi düğümü ve Melheme-i Kübra’ya yataklık edecek gibi duran Suriye Savaşına, İsrail’in Arz-ı Mevud hayalinden tutunuz da, Kristal Krallık hayali kuran Küresel Sermayenin arkasına saklanan Deccal taifesine ve en nihayet, Allah’ın kıyamet öncesi Müslümanlara bir vaadi olan “İstikbal İslâmındır” müjdesine kadar hemen her şeyin birbiriyle doğrudan ve dolaylı bağlantısı olduğunu görmek gerekiyor.

Evet; sadede gelelim ve derin kaygılarımızı dile getirelim. Her şeyden evvel Devlet-i ebed müddet mânâsına bağlı olması gereken sahici Devlet aklı, dünya çapında bir fikrin, yani Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sisteminin Başyücelik Devleti modelini bir yanda içselleştirirken, diğer bir yanda da topyekûn dünyaya bunun ilamı için harekete geçmelidir. Paravan demokrasiden bîzâr olan bütün dünya mazlum ve mağdur halklarına Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemini ulaştırmak için özel bir gayret göstermelidir. Yeni dünya düzeni olmaya tek aday Büyük Doğu-İBDA’nın içselleştirilemediği yerde bütün dünya halklarını çok büyük bir tehlikenin beklediği kafalara zerk edilmelidir. Sadece makinelerin değil, insan beyninin dahi bloke edilmesi hesabının yapıldığı şu günlerde kurtarıcı fikrin Büyük Doğu-İBDA olduğu propagandası aciliyet ifade etmektedir. Bu mevzuda geç kalınmamalıdır. İçimizdeki kafadan yana küt idrak yoksunu ahmaklara aldırmadan bunun gerçekleştirilmesi bir ölüm kalım meselesidir.

Not: Her devletin kendince muhakkak ki kırmızı çizgileri vardır, olmalıdır da. Şartların Türkiye’yi tarihi misyonunu üstlenmeye zorladığı gerçeğinden hareketle bugün, sahici bir devletin menfi mânâda değil, müsbet mânâda kırmızı çizgisi olması gereken Büyük Doğu-İBDA, tez elden baş tacı edilmelidir. Bu bir zorunluluktur. Dünkü işbirlikçi ve bugünkü işgalci taife tarafından illegal ilan edilen, cephe esprisi içerisinde kendisine varlık alanı arayan veya açmaya çalışan tüm fikri yapılanmaların önü tez elden açılmalıdır. Büyük Doğu-İBDA fikriyatı, tez elden dünya entelenjiyası ile buluşturulmalıdır. Bunu, İBDA Mimarı’nın, “Düşmanın silahıyla silahlanınız!” hadîsine getirdiği yorum ekseninde değerlendiriniz. Nasıl ki düşman bizi burada, kendi insanımızı bize karşı kullanmanın tılsımına tercüme eserler vasıtasıyla ermişti; aynı şekilde, düşmanı kendi evinde, tatmin edemediği kendi insanını kafadan yakalamamıza imkân veren bir tılsım yakalamak ve tez elden malum eserler tercüme edilerek nasiplilere ulaştırmak öncelikli hedef olmalıdır.

Son dakika notu: 12 Eylül 1980 Darbesi sonrası, çok büyük zulme maruz kalan Ülkücü kardeşlerin, “fikrimiz iktidarda, bizse hapisteyiz!” sözü meşhurdur. Aynı şekilde, 1990’lı yılların başından beri, her türlü riske girerek, devlete, “devlet-i ebed müddet” mânâsı gereği devlet için karşı gelme pahasına, söylenmesi gerekenler, yapılması gerekenler söylendi ve yapılmaya çalışıldı. O günkü şartlarda devleti ele geçirmiş bilumum ve malum çeteler tarafından devletin tüm imkânları biz ibdacılara karşı cömertçe kullanıldı. Bedel ödendi vs. 28 Şubat Darbesi ve ardından 15 Temmuz işgal girişimi ve sonrasında gelişen hadiseler gösterdi ki, mesele hiç de göründüğü gibi değilmiş. Bugün devlet, kendi beka sorununu ibdacıların kavgasını verdiği argümanlar üzerinden kotarmaya çalışıyor. Yani dünkü ülkücülerin durumunu andıran bir durum sözkonusu. Demem o ki, bugün ibdacı olarak kamuoyuna mal olmuş insanlar, her şeye rağmen bedel ödemeye devam ediyorlar. İBDA Mimarı tarafından “son devrin din mazlumları” şerefine eren bu yiğit insanların yiğitlikleri tez elden görülmeli ve gereği yerine getirilmelidir. Aksi takdirde;

Deniz dışarı Sebahattin içeri: 1
28 Şubat son bulsun: 0
Demek durumundayız.
 
*Ağızdan Çıkanı -Kulak İşitsin…”, yazı başlığının ara başlıklarından “Hayalî Hükümdar (Mehdî Derviş Muhammed” ve  “Afrika (Büyük Doğu Parçası)” gören göze, işiten kulağa ve hisseden kalbe çok şey söylemeli! (Baran Dergisi 577. Sayı)


Baran Dergisi 580. Sayı