Bir din düşünün… O dini gönderen ilâh, bu dinin bütün şeriatların kemâli olduğunu, tüm zamana ve mekâna şamil olduğunu buyuruyor olmasına rağmen, aradan geçen bir müddetten sonra, dinin müntesibleri anlayışlarını yenileyemeyip, o dinin başlıca emirlerinden olan “eşya ve hadiseleri teshir etmek” kudretinden düşüp, dünyadaki inisiyatifi ellerinden kaçırınca, birileri çıkıyor ve; bu dinin eskidiğini, pörsüdüğünü ve içtimaî faydaya göre (dönemin insanlarının nefsine göre kolaylaştırmak(!) üzere) naslarının yeniden ele alınması gerektiğini iddia ediyor; yetmiyor, dinin ilâhın kelâmı değil de kendisi de bir “insan” olan peygamberin kelâmı olduğunu, bu sebeble felsefî bir metinden öte olmadığını, şer’i ölçülerin muhakeme edilerek değiştirilebileceğini ifâde ediyor; yetmiyor, açık naslara rağmen o dinin bir şeriatı olmadığını, hukuk sistemi vazetmediğini söylüyor; o da yetmiyor, kendi başına ayakta duramayacağına, çürük bir harabe hâline geldiğine kanaat getirdikleri dini, bir de kendi ruhlarının çürük kalaslarıyla payandalamaya kalkıyor.

İnkâr Edin, Çıkın İşin İçinden

Şimdi herkesin anlayacağı lisan ile soralım.

Bir dinin, eğer ki mukaddes kitabında yazılanlar ile çeliştiğine ve tüm zamana ve mekâna şamil vasfını yerine getiremediğine, ilerleyen zamanla beraber müntesiblerinin değil de dinin pörsüdüğüne ve bunun düzeltilmesi için de palyaçolara muhtaç kaldığına inanıyorsanız, siz bu dine niçin inanıyorsunuz?

Bir dinin en tabiî vasfı olan insanı aşkın tarafından şikâyet ediyor ve dine din olma vasfını kaybettirmek bahasına ilâhî kelâmı toprak seviyeli insanın nefsine göre yeniden düzenlemek gerektiğini düşünüyor ve bu istikamette çalışıyorsanız, siz bu dine niçin inanıyorsunuz?

Bir ilâhın, kendisinin yarattığını ve kendisine elçilik vazifesi tevdi ettiğini buyurduğu elçisine söz geçirmekten aciz olduğunu, o elçinin de kendi kafasına göre konuşup, ilâhın buyruğunu tahrif ettiğini düşünüyorsanız, siz böylesine aciz bir ilâha niçin inanıyorsunuz?

Dinin ilâh değil de peygamber kelâmı olduğunu, bu sebeble felsefî metinden öte olmadığını, şer’i ölçülerin peygamberle “denk” olan kendi akıllarıyla muhakeme edilerek tashih edilmesi gerektiğini düşünüyorsanız, öyleyse niçin kendi kelâmınız üzerinden yeni şer’i ölçüler getirmiyor da bu dine intisab edip, o dinin “pörsümüş” şer’i ölçülerini tashih etmekle vakit kaybediyorsunuz?

Dinin ilâhının, göndermiş olduğu dinin kitabında kendisini için kullandığı isimleri inkâr ediyorsanız, yâni hem ilâhı hem peygamberi hem de kitabı reddediyorsanız, niçin o dine ve ilâha inanıyorsunuz?

Ferhan Şensoy’un “Pardon” isimli filminde bir sahne vardır, filmin İbrahim isimli karakteri hiç alâkası olmadığı hâlde örgüt suçundan gözaltına alınır ve buradaki ifâdesinde kendisine yöneltilen suçlamaların asılsız oluşunu şu şekilde ifâde eder; “Beni adamdan sayıp alacak örgüte zaten ben girmem, o örgüt İbrahim'e kaldıysa örgüt bile sayılmaz.” Diyelim ki siz ilâhı, peygamberi, kitabı bilemediniz, yahu kendinizi de mi bilemediniz? En azından kendinize bakıp, “Benim gibi muhabbetten, aşktan, vecdden, ferasetten ve basiretten yana nasibsiz birinin tashihine muhtaç olan bir din ile benim ne işim var, bu din benim gibi bir sığıra muhtaç kalmış ise sırf bu yüzden benim bu dine, bu dinin ilâhına ve peygamberine iman etmemem gerek.” de diyemediniz mi? Yahu size din mi yok? Hadi diyelim ki yok, bundan seneler evvel gelmiş ve köhnemiş dine mi kaldı sizin gibi “asilzâdeler”? Kendi dininizi kurun, kendi şeriatınızı teklif edin?

Ama yok, aslında inanmıyorlar da dertleri başka!

Bunlar Din Alimi Değiller Mi?

Şimdi bakıyorsunuz, bunların kimi sarıklı cübbeli, kimi takkeli, kimi ilâhiyat bilmem ne profesörü falan. Sistem arif insan yetişmesine karşı tesis edildiği için, insanların büyük bir kısmı da bu kimselerin söylediklerinin muhtevasından ziyade isimlerinin başındaki sıfatlara bakmakla yetiniyorlar. Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri buyuruyorlar ki; “Yetmiş iki bidat fırkasının muktedâları, yâni başları din âlimi idi; fakat akıllarını dinlerine tercih ettiler.” Bunu herkes bilir, herkes görürken ta en başından beri aynı delikten ısırıla ısırıla helâk olmak da müstahak olsa gerektir.

Maksat Başka

Aslında siz bunların hepsini it gibi bilirsiniz de işinize gelmez değil mi?

Üstad Necib Fazıl’ın tabiriyle; “Dini her türlü insan hamlesinin manivelâsı kabul etmek zorunda kaldıktan sonra, ancak bu manivelâyla kaldırılabilir yükleri sırtlayabilmeleri için insanlara daha hafif şartlar arayan, dinin değişmez formüller tablosu şeriati kendi keyfine göre uydurmaya kalkan, yâni dini içtimaî fayda planında ele alıp, Allah’a mutlak kulluk mânasında bozan gizli kâfirden başkası” değilsiniz. Ayrıca bu işte mucit, orijinal de değilsiniz. Asırlardır sizin gibi gizli kâfirler peydahlanıyor ve zinciri dişleyen köpekle aynı kaderi paylaşıyor.

Yine Üstad Necib Fazıl ile devam edecek olursak; “20. Asırda ve 21. Asrın eşiğinde Haçlılar dünyasının stratejisi, İslâm hisarını dışından zaptetmek değil, Truvalıların tahta atı şeklinde, gafil milletlere sahte kahramanlar imâl edip, onu içinden düşürmektir.” Bilhassa son bir asırdır da bu iş, Fettulah Gülen başta olmak üzere suratlarını batılı ressamların boyadığı hoca kılıklı sarıklı, takkeli palyaçolar eliyle yapılmaktadır.

Bir kez daha Üstad Necib Fazıl’a bakalım ve bunların, yâni reformistlerin, liboş muhafazakârların, mezhepsizlerin, ılıman İslâmcıların, tarihselcilerin ne işlediklerini görelim; “İslâm’a yenilik getirmek sevdasiyle, kalplerinin görünmez bir köşesinde, onu budamak, desterelemek, ufalamak ve düşman dünya anlayışlarına tâbi kılmak küfrü”.

FETÖ’nün hâkim olduğu dönemlerde ve sonrasında hadisenin muhasebesini yaptığımız sayılarda defalarca izah ettik, İslâm’ı yenemeyeceklerini biliyorlar, bu sebeble de sapıkça eklemeler ve çıkartmalar ile İslâm’ı yenebilecekleri bir dine çevirmeye ve böylelikle de Müslümanları kendi küfür düzenlerine entegre etmeye, Yeni Dünya Düzeni dedikleri nizâmı itikadı sapıklaşmış Müslümanlar ile tahkim edip, muhafaza etmeye çalışıyorlar. FETÖ üzerinden uygulamaya koydukları son planları hâlâ ortada duruyor; İslâm âleminin son merkezi Anadolu’nun itikadını iğfâl edip, iğfâl edilmiş bu itikadı idealize etmek suretiyle İslâm âleminin tamamında hâkim olmaya kalkmadılar mı? Şuurlu yahut şuursuz olarak bu amaca hizmet eden herkesi de besleyip, büyütüyor; İslâm’ı müdafaa eden, İslâm’ın sarsılmaz kalesi olan Ehl-i Sünnet’e de buldukları her fırsatta taarruz etmiyorlar mı? İşin özü bu.

FETÖ FETÖ’den İbaret Değildir

2014’ten beri Türkiye FETÖ örgütüne vücut veren kimselerle mücadele ediyor; fakat bu zihniyet Türkiye’de hâlen hâkim konumda bulunuyor ve ne yazıktır ki ne kimse bu vaziyeti dile getiriyor ne de bu işin mücadelesine soyunuyor. Ilımanı, reformisti, Ak Parti’nin AKP’lileri, AKP’den maması kesilince muhalifliğe soyunanı, şusu ve busu… Bunlar da tıpkı FETÖ gibi İslâm’ın bir bütün hâlinde hâkim kılınmasından ziyade, yok reel politik, yok dünya gerçekleri falan gibi palavraların arkasına geçip, müesses küfür nizâmına, çıkarları da bu istikamette olduğu için rıza göstermiyor, bu düzeni yaşatmıyorlar mı?

Bu reel politik, modern dünya gerçekleri gibi lâfların da hastasıyız bu arada. Yahu sizin reel politik dediğiniz şey rezilliklerle örülü bir manzara. Rezaletin kendisinin reel olmuş olması, rezilliklere rıza göstermeyi mi gerektirir yoksa bu rezil realiteyi değiştirmek için mücadele etmeyi mi? Dünya gerçekleriymiş… Onlar dünya rezillikleri!

Ya Müntakîm Allah, Bizi İntikamına Memur Et!

Vaziyetin hakikatini resmettikten sonra, pazarlıksız Allah ve Resûlü davası güden biz, modern dünya gerçeklerini gözden kaçırmadan, kaskatı bir realite halinde bir kez daha haykırmak durumundayız:

Ya Müntakîm Allah, Bizi İntikamına Memur Et!

***

İslâm’ın sarsılmaz kalesi Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’i dağıtamayacak, şahsî yahut örgütlü sapkınlıklarınız ile İslâm’ı tahrif edemeyecek, küfür düzenini payidar kılamayacak ve muhafazakârlığına soyunduğunuz düzen gibi sizler de rezil rüsva edileceksiniz.

Arınma çağındayız. Üstad Necib Fazıl’ın meâlen dediği gibi, “Küfrün buzdağı eridi, ortalık çamurdan geçilmiyor.” İllâ ki bu çamur da akıtılacak ve altındaki somaki maden ışıl ışıl ortaya çıkacaktır ve bugünler yakındır.

Ha sizin nasibiniz yoksa, Allah nurunu sizden esirgemeyi sürdürürse, o gün gelip çattığında, mutlaka ama mutlaka karşınıza bir Abdülmüntakîm’in çıkacağından ve hesabınızı göreceğinden hiç şüpheniz olmasın!

Bu kutlu vazifeyi Allah inşallah bize nasib eder, bizi vesile kılar.

Baran Dergisi 739. Sayı