Birinci defa olarak takriben 1894 senesine doğru ortaya garip bir fikir atıldı. Bunda, bütün dünya Yahudileri gibi; Türkiye Yahudilerini de alakadar eden bir dava vardı.

Bu fikre göre, Bağdat'tan Antebe kadar imtidat eden Dicle ve Fırat nehirleri arasınlaki elli beş bin iki yüz mil murabbaındaki arazi Osmanlı Hükümetinden satın alınacak; imar olunacak, Rusya ve Romanya'da zulüm ve işkence altında yaşıyan Yahudiler buraya naklonunarak bir Yahudi vatanı kurulacaktır.

Yine o esnada, meşhur Yahudi zenginlerinden (Roçild) tarafından da buna benzer bir teşebbüse girişilmişti. Osmanlı hükümetine müracaat olunarak Filistin civarında büyük bir arazi satın alınacak; dünyanın her tarafına perakende bir halde serpilmiş ve bilhassa Rusya ve Romanya'da maruz kaldıkları mezalim dolayısiyle perişan hale gelmiş olan Yahudiler buraya yerleştirileceklerdir.

Bu teşebbüs, bilindiği gibi, Ulu Hakan Abdülhamid Hânın engel olmasiyle silinip gitti.

Bir müddet sonra, Siyonist cemiyetine mensup bir heyet, Trablusgarba gelerek, vali ve kumandan Recep Paşaya müracaat etti. Vilayetin bomboş arazisini imar ederek oraya Yahudi muhacirlerinin iskânı için vali ile müzakereye girişti.

Teklif, Recep Paşaya cazip geldiği için, meseleyi Babıâliye bildirdi. Diğer taraftan da arazinin ve iklimin tabiatini tetkik için Trablusgarba bir Yahudi heyeti geldi. İstanbul, müsbet ve menfi bir cevap vermeden, heyet, tetkikatını bitirdi. Verdikleri rapora nazaran, araziyi ziraate kabiliyetli görmemişlerdi. Bunun üzerine, bu mesele de akametle neticelendi.

Sultan Hamid iskat edilerek Selanik'teki Alâtini köşküne hapsedildiği zaman, muhafızlığına topçu binbaşısı Rasim Bey ve hususî tabipliğine de, doktor Atıf Bey tayin edilmişlerdi. Ve her ikisi de Sultan Hamid'in kendilerine naklettiği bazı mühim meseleleri kaydettiler.

Atıf Beyin notları arasında, Yahudilere ait mühim bir fıkra münderiçtir. Bu fıkrada, İngiltere yahudilerinden bahseden Sultan Hamit, sözü Türkiye Yahudilerine intikal ettirmiş ve şu sözleri söylemiştir:

Bizdeki, diğer milletler gibi, Musevilerin de gizli emelleri vardır. Onlar da Yafa ve Kudüs clhetlerine yerleşmek, kendilerine bir merkez teşkil etmek istiyorlar... Bir tarihte bana müracaat ettiler. Viyana'da çıkan (Noye Fraya Presse) gazetesinin sermuharriri, bir Yahudi’ydi. Alim bir adamdı. Bütün zengin Yahudiler, bu adamı murahhas olarak bana yollamışlardı. Yafa ve Kudüs havalisinde büyük bir arazi satın almak istediler. Buna mukabil de, devletin bütün borçlarını kâmilen ödeyeceklerini vadettiler. Düşündüm. Güya fena bir fikir değil... Şayet bir gün olup da hükümet bu borçları tasfiye edemezse, devletin maliyesi ecnebi murakabesi altına girer ve bu da, maazallah büyük bir tehlike teşkil eder... Pekala, dedim. Ve ben de plânlarına engel olucu bazı teklifler dermeyan ettim... Lakin bu esnada o adam öldü... Arkasından da inkılâp zuhur etti. 15 de öylece kaldı.

Atıf Bey, Kudüs’te menfaatleri olan devletlerin bu işe razı olup olmayacaklarını soruyor. Sultan Hamid de gülerek, şu cevabı veriyor:

Para kuvveti, her şeyi yapar. Yahudiler de hemen o anda bir hükümet teşkil edecek değiller ya?.. Bu, bir mukaddime olacaktı. Evvela yerleşecekler, oraları imar edecekler, her taraftan birçok Yahudi celbederek milli mevcudiyetlerini orada teksif eyliyecekler... Günün birinde de hükümetlerinini ilan edivereceklerdi... Malûm ya gaye denilen bir şey vardır. Bugün başlanır, bin senede ikmal edilir... Bunu kestirdiğim için arzularına engel oldum.

Hariçten gelen bu Siyonist cereyanına, bir müddet Türk Yahudileri alaka göstermediler. Belki de, Milattan yirmi asır evvel tarihe karışan üç bir hükümetin, yeniden hayat bulmasına ihtimal vermediler

Büyük bir ressamın yaptığı bu harikulade kompozisyon, Yahudiyi, cemiyet içinde bütün ifsat edici rolleriyle gösteriyor.

Mukadderatlarını Türklerin mukadderatından ayırmak istemediler. Hatta, mutlakiyet idaresini devirmek için çalışan Türk münevverlerine yardım ettiler. Meşrutiyetin ilanı sıralarında Selanik'te teşekkül eden İttihad ve Terakki Cemiyeti erkânının mensup oldukları Mason localarında içtimalarına müsaade gösterdiler.

İskelete kan vermek! İskelete kan vermek!

1327 (1911) senesinde İsviçre'nin Bal şehrinde içtima eden Siyonist kongresinin reisi Mösyö (Volkon), irat ettiği nutukta, bütün dünya millet ve hükümetlerinin Yahudilere karşı göstermiş oldukları emniyetsizlikten bahsedilirken, bilhassa şu sözleri söylemişti:

"Rusya'daki museviler hakkında reva görülen mezalim ve itisaf, günden güne tahammülfersa bir raddeye gelmektedir. Romanya'daki musevileri bütün hukuku siyasiye ve medeniyetlerinden mahrum bırakıyor. Diğer bazı memleketlerde, Musevilere karşı bir takım efkâr-ı batıla besleniyor. Musevilere karşı hakiki bir nefret gösteriliyor. Yegâne ümidimiz, Türkiye'dedir... Gün olup da ahvalimizde salah eseri görülecek Bir bir olursa, bunun Türkiye sayesinde olacağına şüphe yoktur."

Türkiye Yahudileri o tarihte gûya (Siyonizm) cereyanlarından tamamiyle uzak yaşıyorlardı. Hatta içlerinde, bu reyanın aleyhinde cebulunanlar bile vardı. Halbuki Siyonistler:

Türkiye, iktisad noktasından asırlarca ihmal edilmiştir... Büyük bir tabiat zenginliğine malik olan bu koca memleket, hariçten gelecek ve nâfi bir unsur teşkil edecek muhacirlere muhtaçtır. Türkiye için, melcesiz museviler kadar faydalı unsur olamaz diye bağırıyorlardı. Ondan sonra (Lozan) dan başlayarak bugüne kadar bizi, ruhta, ahlâkta ve iktisatta nasıl kemirdikleri malum...

Kanunî Sultan Süleyman'ın, inhitat devrimizin kapısını açan bir davranış olarak ilk defa Yahudilere kollarını açması, oğlu Sarı Selim'e bir Yahudi kızı alarak (Nurbanu Sultan) Yahudiliği sarayına kadar sokması ve (Yasef Nasi) marifetiyle Yahudileri Türk iktisadiyatına hakim kılması, nihayet bu dünya çapındaki fesad âleti ırkı, Türk'e ihanet yolunda serbest bırakmış ve Yahudilik Türk'ün şahsında İslâma karşı suikastını Meşrutiyet İnkılabı ve Lozan Konferansına tesiriyle yerine getirmiştir. Onun Abdülhamid Handan koparamadığı Yahudi Yurdu ve devletinin manzarası ise ortadadır: İslâm birliğinin düğüm noktasına kazık gibi çakılmak ve dünya vatanı içinde idare ettiği maket vataniyle imparatorluğunu gerçekleştirme yolunda yavaş yavaş ilerlemek...

Dava, topyekûn İslâm ve Türklüğün büyük meselesidir.

Prof. Rıdvan Balkır

Büyük Doğu Dergisi 14. Devre, 1 Mayıs, 1969