Nadir insan tanıdım; ismi ile müsemma. Onlardan biridir -Allah'ın Aslanı- Usame Bin Ladin. Hakkında çok yazıldı ve çokça konuşuldu. Ekseriyetle yalan-yanlış, araştırmadan konuştular. Kimi hain dedi, kimi mürted; kimiyse terörist. İşin aslına bakmadan atılan iftiralar, yalanlar vs. Bulunduğumuz çağdan ve de şahit olduğumuz olaylardan dolayı; Usame Bin Ladin'i anlamak ve anlatmakla mükellefiz. Kimdi Usame Bin Ladin? Suudi Amerika(!)'nın Suud ailesinden sonra en kilit ailelerinden biri olan Ladinlerden çıkan bir mücahit. Malıyla, canıyla; varını yoğunu Allah yolunda harcayan -akıllılara nispetle- bir deli. 80'lerin sonunda Şehid Abdullah Azzam'ın Tevbe Suresi Tefsiri sohbetlerinde Afganistan’da ismi ilk defa geçiyordu. Afgan-Sovyet Savaşı henüz bitmemiş ve hatta daha Afganistan’da cihat edenlere terörist denmiyordu. Şehid Abdullah Azzam “Usame Bin Ladin kardeşimiz, subhanallah, Allah’tan onu mübarek kılmasını dileriz, bu içinde ümmet olan bir adam. O tek başına bir ümmet olan bir adam." diyordu onun için. Bin Ladin Group’ta çalışırken -ki kendisi bir mühendistir ve Kral Selman'ın “sağ kolumdur” dediği Muhammed Bin Ladin'in evladıdır- kendi parasını Abdullah Azzam'ın kurduğu Mekteb el Hidamat’a (Hizmetler Bürosu) göndererek Allah için infak ediyordu. Ve hatta savaşın sonlarına doğru Afganistan'a gitmiş, döndükten sonra Suud’da aziz bir şekilde karşılanmış ve taltifte bulunulmuştu. Usame Bin Ladin Afganistan’dan Suud’a geldikten hemen sonra Kral’a ve saray erkânına Amerika ve İsrail’e savaş açmalarını önermiş, kendisinin de bu uğurda canla başla çalışacağını, cihat edeceğini belirtmişti. Suud rejiminin Amerikan köpeği olduğunu anlamadan evvel... Aldığı tepkiler neticesinde bir şey olmayacağını anlayıp; Sahve Âlimlerinin de etkisi ile Sudan’a hicret etmişti. Sudan’da tabiri caizse yeni bir hayat kurup işler yapmakta, bir yandan da yapacağı cihadın planlarını hazırlamaktaydı. Zamanın şartları ve dönemin başbakanının yaptıkları -Suud Devleti’nin Usame Bin Ladin’i vatandaşlıktan çıkardıktan sonra- onu tekrardan hicret etmeye zorladı. Yine hicret etti; Afganistan’a. Tek bir fark vardı ki artık maddi bir gücü de kalmamıştı. Afganistan’da onu Taliban çok sıcak bir şekilde karşıladı. Ardından El Kaide’nin kurulması, yapılan eylemler; konsolosluk saldırıları, USS Cole Saldırısı ve o saldırılardan belki de en etkili olanı 11 Eylül Saldırısı…

ABD sonuçta Usame’yi 11 Eylül saldırıları ile tanımadı ama dünyada nâmı 11 Eylül Saldırıları ile zirveye ulaştı.  Dört uçak dünyanın merkezine (!) indi. ABD’ye ve tüm insanlara Afganistan’dan sanki bir ses “Siz Allah’ın düşmanlarına gereken cevabı vermemiz için sıfırdan bir şey üretmemize gerek bile yok; biz istersek sizi sizin silahlarınızla vururuz.” diyordu. Amerika ve Batı şok geçirmişti, zira kendilerinin barış getirmek için uyguladıkları metodu bu sefer kendilerine barış getirmek için uygulayan biri çıkmıştı. Lakin onlar bu durumu “terör” olarak adlandırdı. Çünkü vurulan onlardı, çünkü onlar masumdu! Fahişe yüzlü deve, Afganistan’dan bir tokat indirmişti Allah’ın Aslanı.

Usame hususunda akıl tutulması yaşayan Müslümanların sarıldığı ilk nokta oldu 11 Eylül.  Hususiyetle ülkemizde bilinmesi gereken bir nokta; Usame bir âlim derecesinde olmasa da herhangi bir Müslümana nazaran, ahkâm ayetlerini, hadisleri ve de savaş fıkhını çok çok iyi biliyordu. Bundan dolayıdır ki farz ibadetlerini yapmaktan aciz olan insanların 11 Eylül’ün fıkhi boyutunu konuşması gülünçtür. Sanki gerçekleşmese ABD İslam Coğrafyasında terör estirmeyecekmiş gibi, sanki mazlum diyarları sömürgeleştiren Usame’ymiş gibi bitmek bilmeyen ithamlar, komple teorileri… Sahi, Amerika neyle satın alabilirdi Usame’yi? Para mı, kadın mı, güç mü? Hangisini vaat etmeliydiler Amerika’ya hizmet etmesi için? Sadece internette Bin Ladin ailesi diye aratmak bile bu aptal tezin çökmesi için yeterlidir. Usame’yi eleştirenler, biraz okusa, onun heva ve hevesi için bir iş yapmayacağını anlarlardı. Hatalar tekerrür etti ve Usame’yi Türkiye’de ilk terörist ilan edenler her fırsatta kendilerinin anti-emperyalist olduğunu söyleyenler oldu…

Terörist kimdir, kime terörist denir, bu sorunun cevabı da bilinmiyor. Bildiğimizi zannettiğimiz ve kullandığımız kavramlar ekseriyetle Batı’nın empoze ettiklerinden başka bir şey değil. Terör lafzı tartışmalı bir kavram olup üzerinde akademik ya da uluslararası fikir birliği yoktur. Mesela 1947 yılında başlayan ve günümüzde de devam eden İsrail’in işgal ve terör saldırıları dünya nezdinde terör faaliyetleri olarak sayılmazken; Hamas’ın kendi sınırlarını müdafaa etmesi, teröristlere karşı tedbir alması, terör faaliyeti olarak adlandırılmaktadır. Mesela Türkiye’de fikrî ve içtimaî bir hareketin mensuplarına terörist damgası vurulabilmekte...

Bir de son dönemlerde ortaya çıkan bir kavram var ki buna “uluslararası terörizm” denmekte ve hususiyetle bu kavram üzerinden El-Kaide’ye atıf yapılmakta... Bu kavramın hakkını sonuna kadar veren ABD, 2003 yılında Irak'ın kimyasal ve biyolojik silahlarını yok etmek bahanesiyle girdiği Irak’ta milyonlarca insanın ölmesine sebep oldu. Ama ABD bunu demokrasi getirme amacıyla (!) yaptığı için neredeyse kimse buna terör faaliyeti demedi. Ne de olsa özgürlükler ülkesi Amerika! ABD’nin sistemle yerle bir olacağı günleri beklemekte ve bu uğurda elimizden geldiğince çabalamaktayız.

Kâfir kâfirliğini yapmakta; bizim buna gocunma hakkımız yok, bunun farkındayız. Lakin asıl sıkıntı Müslüman olduğunu iddia edip dininden bîhaber yaşamakta olan Müslümanlar. Her olayı doğrudan yahut dolaylı yoldan dünya devlerine (!) mâl eden ve bırak hatasından ders alıp müspet manada çabalamayı, oturduğu yerden dünya devleriyle (!) hesaplaşan zihniyet... Bir abimizin anlattığı hatırayı aktararak bu zihniyetin nasıl örümcek ağlarında hapsolduğunu yekten göstermiş olalım:
Üniversitenin birinde bir program dolayısıyla konuşmacı olarak gelen ABD’li Profesörle, aynı üniversitede okuyan gençlerden birisi arasında geçen bir diyalog. Genç, ABD’li profesörü alt edeceğini düşünür bir tavırla neden Amerika’nın 11 Eylül saldırılarını düzenlettirdiğini, Irak’a, Afganistan’a girmesi için bunun gerekli olup olmadığını soruyor. Cevap manidar: “Siz Yunanistan’a savaş açmak isteseniz, kendi ülkenizde kaos çıkartıp, Anıtkabir’i (bizce mahsuru yok da o genç açısından bu uç bir misaldir) bombalayıp bu suçu Yunanistan’ın üzerine atarak mı savaşı başlatırsınız?” Bu cevabı beklemeyen gencin afallaması… İşte bu zihniyet örümcek ağları içinde hapsolmuş bir zihniyettir. Bir Müslümanın ABD’ye attığı tokadı kabul edemeyip “Buna kimsenin gücü yetmez, yetemez!” demek en hafif tabirle alçaklıktır; onun ötesinde itikadî-imânî bir sıkıntıdır. Şehid Malcolm X’in de, bizim keskin görünmemizin sebebi, bazılarının yavşaklığıdır, minvalinde bir sözü vardı.

Son olarak Usame Bin Ladin ve bu tarz insanlarda dikkat edilmesi ve de genel olarak ayırt edilmesi gereken diğer bir mevzu ise Selefilik-Vahhabilik mevzusudur. Usame Bin Ladin kafalarda yer eden tekfirci bir Selefi profilinde olmadığı gibi Vahhabi de değildir. Bilinenin aksine mutedillikte örnek bir şahsiyettir. Tekrar söylemekte fayda var ki Usame Bin Ladin tekfirci bir insan, El Kaide -aslolarak- tekfirci bir örgüt değildir; daha sonra bilhassa Suud Vehhabiliği bir çok bölgede olduğu gibi Afgan cihadının da içine yerleşerek ifsad etmiştir. Usame Bin Ladin bir kahramandır, bir şehittir. Her geçen gün biraz daha yozlaştığımız, kararmış dünyamızda Allah Usamelerin sayısını arttırsın. Müslüman gençlik Usame Bin Ladin’in şu sözlerini kendilerine şiar edinmelidir:

Allah Yolunda, Hiçbir Kınayıcının Kınamasından Korkmayın!
 
Kaynakça:
Usame Bin Ladin (2016), Cihad Menhecine Dair, İstanbul: Küresel Kitap Yayınları.
Scheur, Micheal (2016), Usame Bin Ladin, İstanbul: Küresel Kitap Yayınları.
Azzam, Abdullah (2013), Tevbe Suresi Tefsiri, İstanbul: Buruç Yayınları.


Baran Dergisi 694.Sayı