Mezarda kan terliyor babamın iskeleti

Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?

Ah! Küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap

Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap!

Üstad Necip Fazıl Kısakürek

1923 yılında Türkiye, Lozan’da, devletin maddî, milletin ise dinî, manevî kültür ve sanat anlamında her şeyini Batı’ya teslim etti. Yani din-i İslâm adına kazanılan savaşın neticesi olarak Lozan’da mağlubiyet ve manevî teslimiyet anlaşması imzalanmış oldu. Tamamen Batı’nın emrine girdikten sonra Batı’nın gelecek kanunlarının da Türk toplumuna yerleştirilmesi ve kabul görmesi için o sene içerisinde saltanat kaldırıldı. İstiklâl Mahkemeleri kuruldu ve Lozan Barış Anlaşması gereği olarak milletimizin dini, kültürü, ahlâkı dar ağaçlarında sallandırılarak idam edilmek istendi. Batı’nın emrine giren devlete karşı Müslümanların ayaklanmasına izin verilmedi, ağzını açan İstiklal Mahkemeleri ve idamlarla susturuldu. 1924 yılında “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” denilerek, milletin hâkimiyet hakkı tamamen elinden alındı. Osmanlı’yı yalan ve dolanla yıkan, milletini, milletinin mukaddesatını efendilik hevesiyle efendilerine peşkeş çeken Batıcı rejim, İstiklâl Mahkemeleri’nden başlayarak bin türlü rezaletin ve cinayetin failliğine soyundu. Üstad Necib Fazıl'ın tabiriyle; "İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûm" bir vaziyete soktu. Kısacası İslâm ve İslâm'a dair olan ne varsa ortadan kaldırılmaya çalışıldı.

Müslümana yapılan büyük darbelerden biri de kıyafet kanunu oldu. Mustafa Kemal, 23 Ağustos 1925'te Kastamonu ve İnebolu’ya bir seyahat gerçekleştirdi ve orada halka başına taktığı Panama şapkasını göstererek kıyafette yapacağı değişikliğin işaretini verdi. "Biz her nokta-i nazardan medeni insan olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Medeni ve beynelmilel kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir onu giyeceğiz.” diyen ve medeni olmayı Batılıya benzemek, onu kopya etmek sanan M. Kemal, Batı kopyası ama Batılı da olamamış bir anlayışla kılık kıyafet kanuna el atmış, diğer Batıcı devrimleriyle birlikte Türk milletine Batı ahlâk ve anlayışını dayatmıştır.

“Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap!”

Mustafa Kemal’in Kastamonu’daki hitabı sırasında Panama şapkasını kaldırıp halkı selamlamasının ardından Kastamonu Valisi Kıbrıslı Fatin Bey ile Kastamonu Milletvekili Ali Rıza ve Mehmet Beyler ve bir kısım “aydın” müsveddesi, terzilere beyaz renk kumaştan şapkaya benzeyen serpuşlar yaptırıyor ve başlarına geçiriyor. Yalaka takımı, gezi sırasında başlarından bu paçavrayı çıkarmıyor. Necip Fazıl’ın Put Adam eserinde Mustafa Kemal’in şapkayı kanunlaştırmadan evvel ilk şapkayı giyenlerden birinin de hoca-müftü olan Kızıl Sakal Gürcü Hasan Fehmi olduğu yer alır. Mustafa Kemal seyahate çıkarken Ankara istasyonunda ilk şapkayı giymeyi bu hocaya teklif ediyor ve şapkayı uzatıyor. Hoca da sarığını çıkarıp yerine şapkayı takıyor. Üstadın tespitiyle Mustafa Kemal başlangıç olarak şapkayı halka kabul ettirmenin sahte din adamlarından geçeceğini bildiğinden dolayı şapkayı önce onlara taktırıyordu. Şapkanın bir takke olduğunu hatta İslam akidesinin bir göstergesi olduğunu iddia ediyordu. Tabii ki bu şapka hadisesi sonrası halk, şapka takanların arkasından dalga geçmiş ve pencerelerden “kafir” diye seslenmişlerdir. Müslüman millete şapkayı kabul ettirmek zor olmuştur. Yine Put Adam eserinden öğreniyoruz ki, Maraş’ta din adamlarından biri idam sehpasına götürülürken, kendisinden şapkanın haram olmadığını haykırması istendiğinde, hoca “Hiç şüphesiz şapka, küfür alametidir. Ben ise o şapkayı giymeden öleceğim için Allah’a hamd ediyorum.” demiştir.

Kılık Kıyafet Kanunu’nun bir getirisi olan ve bu kanunun kolayca tatbik edilmesinin önünü açan Şapka Kanunu, ne yazık ki canını çok tatlı bulan şahsiyetsiz, dine ve millete ihanet eden hocaların sarığı çıkarıp başlarına şapkayı geçirmesiyle ve "şapka en iyi serpuştur" gibi kepaze açıklamalarıyla resmileşmiş ve tüm halka da uygulanmıştır.

25 Kasım 1925 tarihinde Şapka Kanunu çıkarılmış, bu kanun ile sarık ve cüppe cami dışında yasaklanmış, bu girişime karşı gelen nice İslam alimi idam edilmiştir. Şapka Kanunu sonrasında 11 Ekim 1926 tarihinde Kılık Kıyafet Kanunu kabul edilmiştir. 3 Aralık 1934'te bu kanunun yürürlüğe girmesiyle İslam’ı hatırlatan, bu toprakları temsil eden hiçbir kıyafete izin verilmemiş, Batı tarzı giyim mecbur kılınmıştır. Bu kanun 1982 Anayasasında “inkılap kanunları” arasında yer almıştır.

Şapka Kanunu ve Kılık Kıyafet Kanunu sonrasında neler oldu?

- Şapka Kanunu, inancını ve iman hürriyetini canından kıymetli gören insanlar tarafından çeşitli Anadolu illerinde protestolar yapıldı. Kanunun kabul edildiği gün Erzurum'da protesto gösterileri oldu ve bu ilde bir ay sıkıyönetim ilan edildi. Tutuklananlardan 13 kişi idama mahkûm oldu.

- 24-25 Kasım tarihlerinde Kayseri'de Şeyh Ahmet Efendi ve dört arkadaşının yönlendirmesi ile büyük bir yürüyüş yapıldı, 300 kişi tutuklandı. Şeyh Ahmet Efendi ve dört arkadaşı İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak idama mahkûm edildi.

- 25 Kasım günü Sivas'ta duvarlara şapka aleyhine afiş ve bildiri asılması nedeniyle şehrin bütün muhtarları tutuklandı; suçsuzluğu anlaşılanlar beraat etti; ulemadan İmamzâde Mehmet Necati Efendi ile Abdurrahman Efendi idama mahkûm edildi.

- Rize'de on gün kadar süren olaylar sonucu 143 kişi tutuklandı; içlerinden 8 kişi idama mahkûm edildi.

- Maraş'ta ise Camii-i Kebir etrafında toplanıp "Şapka İstemeyiz" diye bağıranlar tutuklandı, 5 kişi idama mahkûm oldu.

- İstanbul'da özellikle Fatih semtinde yaptıkları konuşmalarla halkı isyana teşvikle suçlanan çok sayıda kişi tutuklandı ve sanıklar Ankara'da yargılandı.

- Şehid İskilipli Atıf Hoca; şapka devriminden önce yayımlamış olduğu Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesinde Müslümanları amel-iman bütünlüğüne davet ediyordu. Müslümanların Müslüman olmayanların kılık kıyafet ve kültürel alışkanlıklarına benzemeye çalışmasının caiz olmadığını söylüyordu. Bir Müslüman ile Hıristiyan’ın veya bir Yahudi’nin kılık kıyafetinden ayırt edilebileceğini, hatta edilmesi gerektiğini savunuyordu. Kendi ifadeleriyle Batı medeniyeti insanın ancak hayvanî ve cismanî yönüne hizmet ediyordu.

26 Aralık 1925'te risaleyi yayınlayan ve dağıtanlarla birlikte 13 kolluk kuvveti gözetiminde Ankara'ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Salı günü Ankara İstiklâl Mahkemesinde yargılandı. Risaleyi kanunun çıkarılmasından önce yayınlamış olduğu, içerikleriyle ilgili görüşlerinden vazgeçmemiş olduğu, bununla birlikte kanuna karşı bir harekette bulunmadığı şeklinde bir ilk savunma yaptı. Savcı, İskilipli Âtıf Hoca için 3 yıl hapis cezası istedi. Mahkeme, müdafaa için bir gün sonraya bırakıldı.

Ertesi gün, mahkeme reisi Ali Çetinkaya, müdafaa yapmaya gerek görmeyen Atıf Hoca'yı idama mahkûm etti. Atıf Hoca bir hafta sonra Ankara Samanpazarı Meydanı'nda asılarak şehid edildi.

Bu kanunlarla İslam’ın izleri silinmeye çalışıldı

Bir asırlık tarihimize baktığımızda görüyoruz ki, Türkiye'nin kuruluş safhaları ve izleyeceği yol haritası küfrün bizzat kendi eliyle değil de, içerideki ihanet şebekeleri vasıtasıyla Müslüman Anadolu insanına tatbik edildi. Batı’nın içerideki ihanet şebekesinden şiddetle taleb ettiği en temel husus ise, Müslüman Anadolu insanının varlık kaynağı olan İslâm'dan ve İslâm'ın renklendirdiği aksiyoner ve hâkim mizacından tecrid edilmesiydi. Bunu da içerideki aynı zihniyette olan Batıcılarla, İttihat ve Terakki çeteleriyle gerçekleştirdiler. İslâm'ın renginin toplumdan silinebilmesi için çıkartılan kanunlar, İstiklal Mahkemeleri vasıtasıyla insanımıza tatbik edilmeye çalışıldı. İslâm Sancağı yüzyıllardır dalgalandığı burçtan indirildi. Zorla dayatılan kanunlarla aziz milletimiz soysuzlaştırıldı, Batılılaştırıldı, zihni piç edildi. Dini, dili, kültürü, ahlakı elinden alınmaya çalışıldı. Anlaşılacağı üzere laiklik tam bir Kemalist jakobenlik aracı olarak uygulandı. Laiklik, kendini bir din yerine koyarak Türkiye’de İslâm’ı tüm kurum ve kuruluşlarıyla tasfiye edebilmenin, modernleşme ve ulus devlet tasmasının aracı oldu. Kılık Kıyafet Kanunu, “medenileşmek” adı altında Türk toplumuna indirilmiş büyük bir darbe olarak tarihe geçti.

Dayatılan bu kanunlar 5816 ile korunuyor

Lozan’da İngilizler eliyle Anadolu insanına giydirilen Kemalizm denen deli gömleği, yüz senedir bu milletin sırtında ur olarak koparılmayı bekliyor. Her ne kadar paslanmış ve hükmü kalmamış olsa bile, dünyada emsali olmayan 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu yüzünden, ki özellikle bu kanun son 20 senede daha fazla kullanılmak kaydıyla hükmünü capcanlı biçimde sürdürüyor, Müslümanlar mağdur oluyor. Kemalistten daha Kemalist muhafazakârlar eliyle korunan bu kanun sebebiyle, Müslüman Anadolu insanı, çürümüş Kemalist rejimin foyasını ortaya döktükçe ceza alıyor ve 1 asırdır yalan tarih bu millete okutulmaya devam ediyor. Kemalizm denen deli gömleğinin bir asırlık getirisi ahlaksızlık, hırsızlık, dinsizlik, içki, kumar, fuhuş, cinayet, katliam, namussuzluk olduğu halde, bu çürümüş rejim hala ayakta tutulmaya çalışılıyor. Bize düşen ise bu rejimle hesaplaşmak!

Baran Dergisi 769.Sayı