Aradan tam 10 yıl geçmesine rağmen savaşın bitmediği, ara ateşkes dönemlerinin de sonraki savaşlara hazırlıkla geçtiği Suriye’de bu süre zarfında yaşananları hatırlatmak ve daha sonraki yazılarımıza bir girizgâh yapmış olmak bakımından bu yazıyı kaleme aldık.

18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan protestolar, benzer siyasi ve ekonomik şartlara maruz kalan diğer Arap halklarının da harekete geçmesini sağlamıştır. Arap Baharı adını alacak olan bu gösteriler kısa sürede diğer bölge ülkelerini de etkilemiştir. Suriye’de ise gösteriler 15 Mart 2011'de başlamış ve Nisan 2011 tarihinde ülke çapına yayılmıştır. Siyasi ve ekonomik talepler ile meydanlara inen sivil halka, Suriye Ordusu, İstihbaratı (Muhaberat), İran Devrim Muhafızlarına Bağlı Kudüs Gücü Tugayları ve Hizbullah örgütü tarafından ateş açılmış, eylemcilere karşı geniş çaplı gözaltı operasyonları ve suikastlar başlatılmıştır. Gösterileri kanlı ve zorla bastırmaya çalışan Rejim ve destekçilerine karşı Suriye halkı silahlı direnişe geçmiştir. Başlangıçta lokal ve dağınık hareket eden gruplar zaman içerisinde belli yapılar etrafında toplanmaya başlamıştır. 2013 ortalarında Şam Banliyölerine kadar hakimiyet sağlayan muhaliflere İran ve Hizbullah’ın direkt, Rusya’nın ise lojistik desteğiyle (bu desteklerin tarihi ve ideolojik kökenleri ileriki yazılarımızda işlenecektir inşallah) operasyonlara başlanmıştır. Süreç içerisinde IŞİD’in muhaliflere saldırması, YPG’nin Amerika tarafından desteklenmesi, belli muhalif grupları destekleyen bazı ülkelerin politikalarında değişikliklerin olması sonucu muhalifler güç ve alan hakimiyetlerini kaybetmeye başlamışlardır. Eylül 2015’te Rusya’nın fiili olarak sahaya müdahalesi, rejim lehine gelişmeleri hızlandırmıştır. Her ne kadar gözden kaçan bir husus olsa da Amerika’nın muhaliflere yönelik YPG üzerinden operasyonları, hava saldırıları ve suikastları muhalif unsurların lider kadrolarını ve alan hakimiyetlerini kaybetmelerinde oldukça etkili olmuştur.

Yine 2015 yılının Ağustos ayında, ABD önderliğinde IŞİD’e karşı Uluslararası Koalisyon kurulmuştur. 15 ülkenin dahil olduğu koalisyon Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı operasyonlar düzenlemiştir. Daha çok hava gücü, teçhizat ve danışmanlıkla operasyona katılan koalisyonun kara ordusu vazifesini Irak’ta Haşdi Şabi, Suriye’de ise YPG’nin başını çektiği SDG üstlenmiştir. IŞİD’e karşı Ekim 2016’da Musul’da başlatılan operasyon Temmuz 2017’de bitmiş ve sadece kent merkezinde öldürülen sivil sayısı –kayıtlı olan 9606- olmuştur. Vakıa gerçek sayının bunun çok üzerinde olduğuna dair deliller elde edilmiştir. Eşzamanlı sayılabilecek şekilde Kasım 2016’da IŞİD’in fiili Başkenti Rakka’ya karşı başlatılan operasyon Ekim 2017’de SDG’nin zaferiyle bitmiştir. IŞİD’in uzun zamandır kuşatmada tuttuğu Deyrizor kentine Rejim, İran ve Rusya tarafından operasyon yapılmıştır. Kuşatma kırılarak IŞİD’in kırsaldaki hakimiyetine de son vermeye dönük yeni operasyonlara başlanmıştır. 2014’ten beri elinde tuttuğu bu önemli kentleri kaybeden IŞİD’e karşı Irak sınırına dek operasyonlar devam etmiştir. Bağuz ve Ebu Kemal’de kaybeden IŞİD tüm savaşlardan sonra ağır bir mağlubiyetle insan gücünün önemli kısmını ve topraklarının tamamını kaybetmiştir. Kalan IŞİD unsurları çöllere, kırsal alanlara ve Suriyeli muhaliflerin kontrolündeki bölgelere kaçmıştır.

Devrim’in başından beri Suriyeli muhalifleri destekleyen Türkiye eğit-donat projesi çerçevesinde Özgür Suriye Ordusu’nu kurmuştur (Bu süreç de başka bir yazı konusu olacağından detaya girilmemiştir). Rejime karşı savaşan bu unsurlar özellikle Türkiye’nin Suriye topraklarında yaptığı harekatlarda öncü birlikler olarak görev almışlardır. 6 Ağustos 2016’da Amerika destekli YPG, IŞİD’in kontrolünde bulunan Münbiç’i ele geçirip Fırat’ın doğusuna geçmiştir. Türkiye, güney sınırları boyunca uzanan YPG Devleti’nin kurulmasını ve terör koridorunun oluşmasını engellemek için 24 Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı Harekatı’nı başlatmıştır. 29 Mart 2017’de Başkan Recep Tayyip Erdoğan tarafından operasyonun başarıyla sonuçlandığı açıklanmıştır. Türkiye bu operasyonla Cerablus’tan El-Bab’a kadarki toprakları kontrol altına almış ve olası YPG koridorunun (Münbiç-Afrin arası) tamamlanmasına engel olmuştur. Türkiye ikinci olarak Afrin’deki YPG kontrolüne son vermek için 20 Ocak 2018’de Zeytin Dalı Harekatı’nı başlamıştır. 24 Mart 2018 itibariyle Afrin ilçe merkezi ve kırsalı TSK ile ÖSO kontrolüne geçmiştir. Başta Tel-Rıfat’ı da kapsaması planlanan operasyon Afrin ile sınırlı kalmıştır. Türkiye son olarak Fırat’ın Doğusu’nda sınır hattı boyunca 30 km derinlikte “güvenli bölge” oluşturmak maksadıyla YPG’ye karşı Barış Pınarı Harekatı’nı düzenlemiştir. 9 Ekim 2019’da başlayan harekât 23 Ekim 2019 günü Amerika ve Rusya’nın baskıları sonucu durduruldu. Operasyonda Tel-Abyad merkezli dar bir alan kontrol altına alınabildi.

Türkiye’nin IŞİD’e karşı düzenlediği ilk operasyonun uluslararası arenada meşruiyeti olduğundan bu operasyonla nihai hedefe ulaşabilmişti. Sonraki iki operasyon ise YPG’ye karşı yapıldığından belli bir noktadan sonrasına izin verilmemiş ve operasyonlar nihai hedeflere kadar ilerlemeden bitirilmiştir.

Devrimin başından beri kendi imkan, birikim ve tecrübeleri ile koordine olup hiçbir ülkeden yardım almayan veya nispeten Türkiye ile işbirliği yapan İslamcı gruplarınsa devrimin başından itibaren sürdürdüğü cihad hareketi ciddi kırılma noktaları yaşamış ve zor süreçlerden geçmiştir. Gerek uluslararası aktörlerin saldırıları ve baskıları, gerek sahada rejim, İran, Rusya ve Şii paramiliter gruplara karşı savaşları, gerekse kendi aralarındaki çatışmalar, bu grupların bazılarının yok olmasına bazılarının güçlerini kaybetmelerine sebep olmuştur. Suriye Devriminin bizi ilgilendiren en önemli unsuru olan bu gruplara, yazılarımızda, kendi perspektifimiz üzere “mücahidler” diyeceğiz. İdlib’e sıkışan mücahidler, beslendikleri cihad ekolleri ile yeni siyasi konjonktür arasında tutunmaya çalışmaktadırlar. Öbür yandan oluşan sulh ortamını; kurumsallaşma, askeri hazırlıklar, ilmi ve fenni eğitimler ile günlük hayatı kolaylaştırmak için çalışmalar yürütmekle değerlendirmektedirler. Ayrıca örgüt mantığıyla mı hareket edilecek, yoksa devlet mantığıyla mı, hepimizin merak ettiği bir soru.

Gelinen noktada YPG kendi bölgesinde kontrolü sağlamış ve devletleşme aşamasına geçmiştir. Türkiye, kontrolündeki bölgelere askeri ve sivil tüm kurum/kuruluşlarıyla yerleşmiş bulunmaktadır. Ekim 2017'de Astana Mutabakatıyla İdlib “gerginliği azaltma bölgesi” ilan edilmiş ve ateşkes kararı alınmıştır. Yine anlaşmaya bağlı olarak Türkiye muhaliflerle Rejim arasındaki bölgeye 12 adet gözlem noktası kurmuştur. Son 300 günlük savaşta (Mayıs 2019 – Mart 2020) ise rejim ve Rus unsurları bu gözlem noktalarının da ötesine ilerlemiştir. Öyle ki İdlib’in yanı başındaki Serakib kasabasını da kontrol altına almışlardır. Türkiye hava gücüyle aktif bir şekilde bu savaşa dahil olmuş rejim ve Rus ilerleyişini durdurmuştur. 5 Mart 2020’de Moskova Mutabakatı imzalanmış ve ateşkes kararı alınmıştır. Türkiye’nin tüm ısrarına rağmen rejim ve Rusya gözlem noktalarının gerisine çekilmemiştir. Türkiye, rejim tarafında kalan gözlem noktalarını yeni oluşan de-facto duruma göre taşımak zorunda kalmıştır. Hali hazırda İdlib bölgesinde bu ateşkes uygulanmaktadır. Her iki taraf da yeni savaş için hazırlıklarını sürdürürken, ateşkesi bozmayacak şekilde münferit saldırılarını (keskin nişancı, top atışları vb) sürdürmektedir. Güneyde, Der’a kentinde rejimle halk arasında yeniden gerginlikler başlamış ve yeni cephe açılma ihtimali konuşulmaktadır.

Baran Dergisi 733.Sayı