İstiklâl Mahkemelerinin 1923-1927 döneminden kısaca bahsedelim. İstiklal Mahkemeleri Millî Mücadele yıllarında asker kaçakları için kurulmuştur ama sonra kapanmıştır. 1923’ten itibaren ise laik karakterdeki Cumhuriyet rejiminin keskin kılıcı ve siyasî bir aktör olarak rol oynamıştır. Anadolu topraklarında tam bir terör uygulayarak herkesi susturmuştur. M. Kemal ile aynı fikirde olmasına rağmen yandaşlık ve yalakalık yapmayan Millî Mücadelenin A kadrosu da tasfiyeye uğrar. Mahkeme sıfatı yakıştıramayacağımız fakat ismi öyle diye zikrettiğimiz İstiklâl Mahkemesi’nin meşhur reisi Kılıç Ali, “bana iddialarla ilgili tek bir delil gösterin” diyen sanığa şöyle cevap verir: “Sizin bu ifadeniz bizi ikna etmemiştir!”

Önce idam sonra şahitlerin dinlenilmesi

İstiklal Mahkemesinin yetki ve cüretine bir misal, İzmir suikastı bahane edilerek muhalefet partisi lideri Kazım Karabekir’in tutuklanmasıdır. Başbakan İsmet İnönü, K. Karabekir’i serbest bıraktırır. Bunun üzerine İstiklal Mahkemesi, Başbakan İsmet İnönü hakkında tutuklama kararı verir dokunulmazlık dinlemez. İnönü evinin etrafına seçme birlikler yerleştirir. M. Kemal, tarafları İzmir’de bir araya getirir. İstiklal Mahkemesi reisi Kılıç Ali’ye imzalı fotoğrafını verir ve İnönü hakkındaki tutuklama kararı kalkar. K. Karabekir ise tekrar hapse atılır.

İstiklâl Mahkemeleri için, “sanıkların idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine...” şeklindeki darb-ı mesel meşhurdur.

Gezici mahkeme olarak gittikleri yerde hakkında idam kararı bulunan yeni ölmüş bir kimseyi bile mezarından çıkarıp asmışlardır. Başka bir yerde sanık bulunamayınca yerine kardeşi asılmıştır. Kanun geriye yürüyerek İskilipli Atıf Hoca, Şapka Kanunu’ndan önce yazdığı bir risale delil gösterilerek Şapka Kanunu’na muhalefetten asılmıştır. Örnekler çoğaltılabilir. On yıl ceza alan İsmail Canpolat adlı kişi, “aleyhimde tek delil yoktur” diye itiraz edince mahkeme reisi, “mahkemenin kararını beğenmiyorsun ha, öyleyse idam” der ve idam kararı verilerek asılır.

Başka bir misal: Kayıp çocuklarını ararken şapkalı görevlilere çıkışan Erzurumlu Şalcı Şöhret Ana da İstiklal Mahkemesi tarafından idam sehpasına gönderilir. Şalcı Şöhret Ana’nın İstiklal Mahkemesine son sözü ise şu olmuş: “Lan kavat, kadın kısmının idam edildiği nerde görülmüştür.” Bütün bunlar karanlık bir dönem diye tarihe geçecek olaylardır. Kemalistlerin iddia ettiği gibi, “Anadolu insanı cahildi, evrimle olmaz, devrim gerekiyordu” gerekçesi ile izah edilecek şeyler değil.

İstanbul’a İstiklal Mahkemeleri basını susturmak için birkaç kere gelir. Kapatmalar hapisler ve gereken gözdağı verildikten sonra Ankara’ya döner.

İstiklâl Mahkemesi arşivleri açılmamıştır. Yıllarca mecliste çuvallarda görülmüştür. Yeni yeni bazı tutanakları gün yüzüne çıkmaktadır. Ancak her şeyi bulmak (mevcut ortaya çıksa da) mümkün görülmüyor.

Dikensiz Gül Bahçesi – Tüm Muhalefetin Susturulması

M. Kemal I. Meclisten memnun değildi. Çünkü üyelerin çoğu halk arasından gelmiş, Millî Mücadelede savaşmış komutanlar ve değişik mesleklere sahip saygın kişiler idi. Yalaka ve yardakçı değillerdi. M. Kemal I. Meclisi lağveder. “Kız gibi meclis yapacağım” der ve atama ile yeni meclisi oluşturur. Kimlerin milletvekili olacağını baştan listeler ve onlar seçilir. Millî Mücadeleyi yapan (1920-1923) Gazi Meclis tek adama mutlak itaat göstermedikleri için tasfiye edilmiştir.

Cumhuriyetin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım 1924’te Kâzım Karabekir tarafından kuruldu, fakat bir yıl olmadan kapatıldı. Muhalefet partisine hiçbir zaman tahammül edilmedi. Şeyh Said isyanı iyi bir bahane olur. Takriri Sükun kanunu ile bütün sesler susturulur, tek adam diktatörlüğü resmen ilan edilir. Öyle ki Anayasa ve yasalar bile tanınmaz. Şeyh Said isyanının hilafetin ve şeriatın kaldırılmasına bir tepki olduğunu belirtelim. Çünkü Kürtler ile ortak bağ olan İslâmiyet yeni rejim tarafından siliniyor idi.

İstiklal Mahkemeleri ile adeta terör estirilmekte, İslâmcısı yanında laik-seküler basın bile susturulmaktadır. Gazetelerin polisçe basılması haberini “baskın” şeklinde verdi diye seküler Hüseyin Cahid, gazetesi kapatılıp sürgüne gönderilir. Meclisten ses çıkması da mümkün değildir. Zaten bütün isimleri M. Kemal seçiyor. Göstermelik birkaç bağımsıza yol veriliyor. Öyle ki devrim niteliğindeki kanunlar leh ve aleyhte söz verilmeden geçiyor. Mesela, Anayasa değişikliğine ait teklifin oylama sonucunun, “oylamaya katılanlar: 264, kabul edenler: 266”diye gösterilmesine bile hiç kimse tepki gösteremiyordu.

CHP zulmünden inleyen halk

Fakat ülkede bunalım var, ekonomi çok kötü. İktidara güven hiç yok. Aradan 7 yıl geçmesine rağmen Cumhuriyet rejimi tıkanmış, çökmüş ve her sahada işler yürümüyor, ilim ve eğitim körlenmiş, sanayi ve tarım ölmüş, her şey CHP kodamanlarının keyfine kalmış. Atatürk bu işin böyle gidemeyeceğini görüp, kendisi bir hülle partisi olarak, muhalefet partisi kurduruyor. Fransa’da elçi olan Fethi Okyar’ı çağırıp parti kurmasını istiyor. Parti yönetimini de kendi belirliyor. Hatta kız kardeşi Makbule Hanımı parti yönetimine veriyor.  İsmini de kendi koyuyor: Serbest Fırka. Başkanını ve yönetimini de kendi tayin ediyor. CHP zulmünden inleyen halk bu partiye öyle hücum ediyor ki, Atatürk 3 ay sonra kendi kurduğu partiyi kapatıyor. Bu hadise yeni rejimin halkta bir karşılığının olmadığının ölçütüdür.

Şu hadiselere kısaca değinelim: Kullanıldıkları kanaatinde olduğumuz ve esrar içtikleri sabit olan birkaç dengesizin yaptığı Menemen hadisesi fırsat bilinip “dehşet salma” siyaseti icabı olayla zerrece alakası bulunmayan ve çevresinde “hoca” olarak tanınan herkes takibata uğradı. Öyle ki 90 küsur yaşındaki Şeyh Esad Efendi İstanbul’dan getirilip hastanede iğne ile öldürüldü. Aynı zihniyet, 1937 yılında Dersim’de yapılan katliamda ise anne karnındaki bebeleri bile süngülemiştir. Murad suyunun kandan kıpkızıl aktığı söylenir. Elli bin mazlumdan bahsedilir. Necip Fazıl bu mevzuyu 1945 yılında Büyük Doğu dergilerinde ilk dile getirenlerdendir.

Cumhuriyetin millî egemenliğe dönüşmediğini gören Millî Mücadele ve Hamidiye kahramanı ve kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucusu Rauf Orbay, M. Kemal’i tanımlarken “diktatör” kelimesini kullanır. Gerçi M. Kemal seciyesi gereği bu ifadelerden hoşlanır. Öyle ki bir yabancının yazdığı “Bozkurt” kitabı ona gösterilince, “benim hakkımda az bile yazmış” diye kitapta bahsi geçen tek adam olma hırsı ve o kitapta anlatılan sefahatinden övünmüştü.

Rauf Orbay kurucusu olduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile “şahıs diktatörlüğünün önüne geçmek istediğini” söyler. “Yolsuzluklar yapıldığını, işlenen mezalimi gerekli ve mazur göstermek için önemli tarihi olayların çarpıtıldığını, Türkiye’de konuşma hürriyeti ve vicdan hürriyeti olmadığını, elindeki belgelerin yayınlanmasına müsaade edilmediğini”, İngiltere’de bir gazeteye verdiği mülakatta söyler.(1)

M. Kemal, erkekleri cephede kırılmış ve kalanın da geçim derdine düştüğü Anadolu ahalisine diktatörlük yapmış ve bununla da bazen açıktan, bazen gizliden övünmüştü. Aslında Atatürkçüler M. Kemal’in sindirme taktiğinden gizli gizli övünmüşler ve darbeleri her zaman alkışlamışlardır. Buna heveslenenler ise her daim halktan korkmuştur. Yükselen halk hareketlerinden Kemalistlerin “irtica geliyor” diye paniklemeleri bundandır, eski günlere duydukları özlemdendir. Ama devir o devir değil.

Makale: Kazım Albay

Makalenin tamamı için TIKLA