20.Y.Y.’ın ilk yarısında yaşanan  dünya savaşlarının çıkışı için değişik sebepler öne sürülse de  Almanya, Japonya ve  özellikle ABD gibi elinde silah- savaş gücü olan ülkelerin içine düştükleri ekonomik buhrandan kurtulmak amacıyla yer altı zenginliği olup da bunları değerlendiremeyen, silah ve  savaş gücü olmayan aciz ülkeleri işgal, yağmalama, güçleri oranında bu ülkeleri kendi hâkimiyetleri altına alma gayesini güttüğü konusunda hemen herkes hemfikirdir. Almanya’nın dünya siyasetinde etkin olmaya başladığı dönemler, tabiri caizse, dünya  savaşlarının çıkışının işareti olmuştur.
Batı, yaklaşık 5-6 asırdır kendileri dışında kalan dünyayı yağmalamaktadır. Büyük bir zenginliğe sahip olması gereken Batı ve dünya sahnesinde son yüzyıldır etkili olan ABD’de ekonomik sorunlar başlamış, bu sorunlar  büyük bir buhrana doğru hızla ilerlemektedir. ABD, Portekiz, İspanya, Yunanistan, yakın zamanda İtalya ve Avrupa’nın küçük ülkelerinin tamamında bu buhran patlak vermiş ve ülkede yaşayanları da kıvrandırmaya başlamıştır.
Afganistan, Somali, Irak, Tunus, Mısır, Suriye ve özellikle Libya’da yaşananlar yaşanacakların habercisidir sadece… Batı, bugüne kadar etkisi altında tutabildiği Japonya, Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerin ekonomik ve savaş gücü bakımından büyümesine ve kendilerine kafa tutar hale gelmesine engel olamamıştır.
Batı ve ABD’nin “Arap Baharı” adıyla isyan ülkelerine özgürlük, demokrasi yardımı ve müdahalesi de büyüyen ve kendilerine kafa tutar hale gelen bu ülkelerin yollarını kesmek, enerji kaynakları bakımından sıkıştırıp büyümelerine engel olmak amacını taşıdığı gibi, başlatmayı düşündükleri büyük oyunun da  ilk hamleleri olarak görülmelidir. Yeni gelişen ülkelerin bu saldırılara sessizliği, Batı’nın gücünün zayıflaması ve neticede  tüketmesini beklemelerindendir. İşgallerle birlikte harap edilen bu ülkelerde devam eden direnişler sahip olunan kaynakların ve zenginliğin akışını durdurduğu gibi gidenin de   Batı coğrafyasına yetmeyeceği ve hayat veremeyeceği gerçeğini göstermektedir. Batı eninde sonunda yüzünü / gücünü bu ülkelere dönecek, bu ülkelerle savaşmak ve işgal etmek için gerekçe bulacaktır veya uyduracaktır. Büyük savaş için gerekçe bu defa Ortadoğu’dan temin edilecektir. Bunun için piyon olmaya hazır bir sürü yönetimin olduğu gerçeği bilinmeyen bir şey de değildir.
Suudi Arabistan, Türkiye, Suriye, Mısır gibi Batı’nın hegemonyasını kabul eden diğer ülkelerin tamamı ise oynanacak oyunlarda kendilerine verilecek göreve hazır hale gelen piyon durumunda kalmışlardır. Satranç oyunu gibi cereyan eden dünya siyasetinde ilk gidenin piyonlar olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Yaşanması muhtemel büyük savaşta Türkiye’nin tarafının şimdilik  belli olmaması ise sanırım yönetimdeki kararsızlıktan kaynaklanmaktadır.
Bin yıl önce başlamış Haçlı Seferleriyle aynı amacı taşıyan, sürekli olarak Asya, Afrika coğrafyasında yaşanan savaşlar, kıyımlar bu kıta halklarını savaşa ve savaşmaya hazır hale getirmiştir. Batı, çıkartmayı düşündüğü muhtemel savaştan bu defa beklediği neticeyi alamayacaktır. Çıkarmayı planladıkları savaş Batı’nın 6 yüzyıl süren dünya hâkimiyetine de son noktayı koyacaktır.
Bugüne kadar Batı’nın, ABD’nin, İsrail’in yanında yer alan ve kendisine söylenen politikaları uygulayıp bunun dışına çıkmayan Türkiye, zaman kaybetmeden  hızla olabilecek her şey için kendisini hazırlamaya başlamalıdır. İsrail’le, Rum yönetimiyle, Ermenistan’la, Suriye’yle çevresindeki bütün ülkelerle ilişkisini savaşma noktasına getiren yönetim, komşularla “sıfır sorun” anlayışını ancak savaş gücü yüksek ordusuyla ve buna hazır halkıyla yapabileceğini umarım anlamıştır. Hala savaşta kullanılabilecek silahları ve bilumum araç gereçleri satın alan, teknolojisini yenilemeyen ve üretim yapmaya başlamayan; sorun yaşadığı ülkelerin Türkiye’deki güçlerini tasfiye edemeyen, bilakis Avrupa Birliği gibi çökmüş bir yapıya girmek için Osmanlı’yı sırtından vurmuş Rum, Ermeni vs gayrimüslim vakıfların mallarını iade çabası içerisine giren bu yönetimin gerçeği görmesi ve buna göre davranması çok mümkün görünmemektedir.
Dünün mazlumları kendilerine dokunulmazlık sağlamış ve pervasızlığa başlamışlardır. Dış politika da cereyan eden bu akılsız siyaset üst üste tokat yemelerine sebep olmuştur. Ağlayarak ve kendini mazlum göstererek Türkiye’de iktidar olmak mümkün, ancak bunun dış politikada başarılı olması mümkün değil. Türkiye’nin devlet adamları, ciddiyetten uzak kuru gürültüden başka bir manası olmayan dış politika yorumlarını bırakmalı, sözlerine uygun davranarak dünyanın gidişatını iyi okumalıdır. Aksi durumda bu kuru gürültü ve ikiyüzlü politik anlayış bizi bilmediğimiz noktalara götürecektir. Gözümüzde hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan, gücü gereğinden fazla abartılan muhataplarımızın ve düşman statüsüne soktuklarımıza düşmanca davranmanın şartları hazırlanmalıdır. Bunu yapabilecek iradesi olmayanlar bu göreve talip olanlara görevi derhal bırakmalıdır.
Zaman, Efendimiz (S.A.V.)’in de buyurduğu gibi “Döne döne devrini tamamlamıştır.”  Yaşanan hadiseler İslâm İnkılâbı’nın zamanının geldiğini  bize göstermektedir. O gün geldiğinde Allah (C.C.) bizi “bunu gören, bunun için mücadele eden ve mücadeleden kaçmayan  kullarından etsin.” Âmin.