Sizi aslında dün arayacaktım ama konuşamayacak derecede yorgundum, çok yorgun. Bugün daha iyiyim.
Yeni bir haber var mı bana söylemek istediğiniz?
(Av. Güven Yılmaz, avukatlar olarak Kumandan Mirzabeyoğlu’nu ziyaret ettiklerini belirterek, Carlos’un söylediği selâmı ve tâziye mesajını Mirzabeyoğlu’na ilettiklerini, Mirzabeyoğlu’nun da bu vesileyle Carlos’a çok teşekkür ettiğini ifade ediyor.)
Çok nâzikler.
Bugün Kumandan Mirzabeyoğlu için en candan dileklerimi arzetmekle başlamak istiyorum. Bundan tam bir hafta önce vefat eden annesine rahmet eylesin Allah.
Anneyi kaybetmek, hapishânedeki bir insan için güçtür. Ne var ki bunlar, bizim gibi prensiblerine saygı ve sadakati başa almış insanların ödemesi gereken bir bedeldir. Aynı şekilde bunlar, “insan hakları”nı dilinden düşürmeyen düşmanın, militanların maneviyatını çökertmek için istismar ettiği türden hâdiselerdir. Ancak bizde işlemez! Biz bunların üstündeyiz. Tekrar Allah rahmet eylesin, ruhu şâd olsun.
Size daha önce Venezüella vesilesiyle kendisinden söz ettiğim bir insan vardı: Venezüella Umumî Savcısı Dr. Carlos Escarra!
Henüz sadece 54 yaşında olan bu insan da bir kalb krizinden dolayı öldü. Fidel Castro’nun, kendisiyle tanıştıktan sonra, kelimenin en iyi anlamında, “bu adam bir volkandı!” dediği insan.
Komünist bir militandı. Üstelik, sürpriz misafir olarak katıldığı devrimci bir etkinlikte, kardeşim Vladimir’in benim içinde bulunduğum şartları dile getirmesi üzerine, çıkıp tüm Venezüella önünde şunu söyleme yürekliliğini göstermiş, hakikaten bize yakın bir insandı:
- “Venezüella Umumî Savcısı olarak şunu söylemek isterim ki, Carlos’un Fransa’da karşılaştığı her şey ve her işlem kanun dışıdır. Onların Carlos’u mahkemede yargılamaya, ona suçlamalar getirmeye, onu Fransa’da tutmaya hiçbir hakkı yoktur. Şimdi de komünist bir militan olarak konuşacağım. Kumandan Carlos derhâl geri getirilmelidir. O, devrimin ve Venezüella halkının şerefidir.”
Evet, böyle konuşabilen bir insanın, aradan fazla bir zaman geçmeden ve hem de henüz 54 yaşındayken, bir kalb krizi geçirdiği ve âniden öldüğü haberi geliyor!
Doğrusu, fazla paranoyak olmak istemiyorum. Gerçi, hapishânedeki her insanın bir dereceye kadar paranoyak olması normaldir. Ancak ne var ki, hep şunu müşâhede ediyorum: Tüm iyi insanların sağlık problemleri var! Böylesi âni ölümler ve hastalıklar hep en iyileri, en iyi devrimcileri buluyor. Oysa, diğer piçler çok uzun yaşıyor! İşte ben bunu anlayamıyorum. Çok ama çok acayib...
Bu arada, dünyada da birçok gelişme oluyor.
Bugün öğleden hemen sonra, İtalyan avukatımla görüştüm ve İtalya’nın şu ân içinde bulunduğu durumla ilgili olarak onunla şöyle şakalaştım:
- “Sana güzel bir haberim var. Çok yakında çifte vatandaşlığınız olacak. Tüm İtalyanların İsrail pasaportu da olacak!”
Biliyorsunuz, şimdiki İtalyan başbakanı, Goldman Sachs’ın direktörlerinden olan bir kişi. Goldman Sachs, doları kontrol eden yahudi yatırım bankalarından biri. Amerika Birleşik Devletleri’nin Federal Rezerv’inin yönetim kurulu, protestan veya yahudi bazı “özel” bankaların temsilcilerinden oluşur. Federal bankanın temsilcilerinden değil, “özel” bankaların temsilcilerinden! Yalnızca şu sözkonusudur: Federal Rezerv Bankası’nın başına gelecek kişinin ismi, Amerikan Başkanı tarafından ve bankacılar arasından tâyin edilir. Dolar, “özel” kurumların kontrolündedir kısacası; bu kadar basit, tarihî bir gerçek!
Demek ki doları boykot etmeli ve mümkün mertebe başka para birimlerini kullanmalıyız. Çin parası kullanmak, ileride çok daha iyi olabilir meselâ (gülüyor).
İtalya öyle bir ülkedir ki, 1943’te işgal edilmiş toprakları üzerinde 100’ün üzerinde Amerikan üssü kurulmuştur. Bunlar, açıkça ve resmî olarak kurulmuş olanlardır. Gizli CIA veya Özel Kuvvetler üslerinden falan bahsetmiyorum.
Bu “işgal edilmiş” üs toprakları üzerinde, öyle İtalyan kanunu değil, doğrudan Amerikan ordu kanunu geçerlidir. Çok tuhaf bir statü elbette.
Şimdi daha da tuhafı olmuş ve “en tepe”ye kadar yükselmişlerdir: İtalya Başbakanı, Goldman Sachs’tandır artık; Goldman Sachs’in direktörler kurulundan bir İtalyan vatandaşı!..
Berlusconi bile, Vatikan’a, CIA’ya yakın bir sağ kanat siyasetçisi olmasına rağmen, CIA ve Mossad arşivlerinde hakkında yolsuzluk dosyaları tutulmasına rağmen, her şeyden önce bir İtalyandır. Kime ne kadar yakın olursa olsun, bir İtalyan olarak, önceliği açlık çeken İtalyanların çıkarları olacaktır.
Kaldı ki, tarihî olarak İtalya’yla yakın bağları bulunan Libya’ya karşı düzenlenecek bir savaşın da karşısındaydı. Yüz yıldır yakın ilişkiler içindeydi İtalya ve Libya. Ancak, âit olduğu dünyanın Libya’ya savaş açmak üzere birleşmesi karşısında başka alternatifi kalmadı Berlusconi’nin.
Böyle olunca, Berlusconi iktidarı bırakmak zorunda kaldı ve yerine de Goldman Sachs’ın direktörler kurulundan biri geçti başbakanlığa. Maalesef, İtalya’nın yozlaşmış ve yolsuzluğa batmış tarihî yönetici sınıfı, anti-komünistinden neo-faşistine, bu adamın başbakanlığını destekledi. Çok üzücü...
Bundan belki daha kötüsü ise, Yunanistan’da gerçekleşti. Oğul Papandreu, yeni ekonomik plânın kabul edilip edilmemesini halka bir referandumla danışmaya karar verdi. Evet mi, hayır mı; bu kadar! Anayasa gereği böyle.
Ne var ki tam bu sırada bir nev’i bir darbe gerçekleşti. Komünistler dışında, mecliste sosyalistinden sağcısına hemen bir ittifak gerçekleşti ve bu referandum plânını, yâni halkın kendi geleceği konusunda karar vermesi talebini reddettiler. Oysa insanların her günkü hayatını etkileyecek bir düzenlemeydi sözkonusu olan ve bu ekonomik plânın halka sorulmasından daha tabiî ne olabilirdi?
Papandreu’nun tüm başbakanlığı sırasında yaptığı belki en doğru düzgün işti bu referandum fikri. Fakat olmadı ve bize bir gerçeği tekrar göstermekten başka bir işe de yaramadı:
Bunların bahsettiği “demokrasi”, halkın iradesinin saygı görmediği bir demokrasidir. Öyleyse, siyasî yollarla diyoruz tabiî, ortadan kaldırılması, hesabı sorulması, yok edilmesi gereken bir demokrasidir bu.
Fransa’da meselâ, euro kullanan halkı ilgilendiren hemen tüm ekonomik kararlar, Fransız halkı tarafından değil, bankacılık sisteminin çıkarlarını gözeten, Frankfurt’taki “seçilmemiş” bankacılar kurulu tarafından alınır. Tüm Avrupa halkını ilgilendiren böylesi kararlarda, halkın çıkarının nerede olduğu dikkate alınmaz.
İşte bunun gibi, geçmişte Fransa’da sözkonusu olmuş bir referandumda, halka görüşü soruldu. Fransızlar gidip aleyhte oy verdi. Ancak Amerikan yanlısı, siyonist yanlısı devlet başkanı, bir yolunu bulup meclis çoğunluğunu kafaladı ve halkın “oylarıyla” istemediği şeyi meclisten geçirtmeyi başardı.
İster Fransa’da, ister Yunanistan’da, ister şurada, ister burada, halkın ne söylediğinin nihaî olarak bir önemi yoktur.
Bunların kontrol ettiği dünya basınında, “İran diktatörlüğü... İran’da insan hakları yokluğu...” falan diye habire İran’a saldırırlar. Şiî falan değilim ama, şurası bilinmeli ki, İran’daki insan hakları saygısı yahud halkın hassasiyetlerine saygı, bunların lafta demokrasilerinden çok daha fazladır.
Bunların İran düşmanlığı, Suriye düşmanlığı, Lübnan Hizbullahı düşmanlığı, buralarda “demokrasi” olmamasından ziyâde, emperyalizme kafa tutmalarından dolayıdır.
Önümüzde, çok önemli bir vazife var: Şunu bunu değiştirmeye davranmadan önce, düşmanın başlıca silâhını, temel silâhını, esas baskı aracını imha etmek, yâni PROPAGANDA yalanlarını...
Yalanlar, yalanlar, yalanlar...
Fransa’da oy verenlerin yüzde 40’ının mecliste temsilcisi yoktur. Meclis, halkın iradesini de yansıtmaz bu yüzden. Umarım Fransa’da yeni bir “devrim” daha olur.
Küba’ya da saldırırlar hep. Fidel ve Raul Castro, şeytandır onlara göre. Oysa ABD’deki okuma-yazma bilmeyenlerin oranı, Küba’dakilerden kat kat daha fazladır. Hattâ “cehennem” dedikleri o Küba’da, okuma-yazma bilmeyen kimse yoktur neredeyse. Küba’da sağlık ve eğitim, hem çok iyi hem de ücretsizdir.
Avrupa Parlamentosu’nda Cohn Bendit diye meşhur bir sapık ve uyuşturucu bağımlısı var. Erkek çocuklardan falan hoşlanır. Güya Filistin yanlısı olarak görünen bir siyonizm taraftarı...
İşte bu sapık, bugünlerde Macaristan’daki sağcı ve ama Macar halkının dilini, kültürünü, haysiyetini, çıkarını gözeten liderine saldırıyor. Neymiş? Macar lideri, uluslararası bankalara borçlandırılan Macarların bu borcu ödemeyeceklerinin işaretlerini veriyormuş. Hemen yaftalıyor Macar liderini, “aynı Castro ve Chavez gibi bir insan bu!”...
Castro ve Chavez, “örnek” şahsiyetlerdir oysa!
Hapishânedeki insanlar, olan bitenler üzerinde biraz daha fazla yoğunlaşabilir ve ne olup bittiğini belki daha iyi farkedebilir. Fakat ortalama insanlar, özellikle yaşça genç olanlar, sabahtan akşama televizyonda, internette, her köşede, hem de en kötüsünden “propaganda” yalanlarının bombardımanı altında kalıyorlar.
Siz oradaki İBDA bağlısı kardeşlerim, gönüldaşlarım, aynı şekilde gazeteciler, hele “büyük terörist”(!) Fazıl Duygun, işinizi güzel yapıyorsunuz. Baran, Aylık ve Furkan dergileri, internet siteleri çok güzel ancak daha fazla kişiye ulaşılmalı, daha fazla kişi tarafından okunmalı, millî ve milletlerarası seviyede daha büyük gayretler gösterilmelidir.
Basını, haberleşmeyi, interneti, sadece Türkçe değil, diğer dillerde de geliştirmek borcundayız. Baran, Aylık ve Furkan, inşallah önce millî, sonra milletlerarası yayın organları olurlar.
Allahü Ekber.
 
29 Ocak 2012
İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan