Evet; yangın var!..

Yanıyoruz!..

Sadece “Mavi ve Yeşil Vatan” ülkemiz değil, tüm dünya yanıyor!..

Dünya çapında yanıyoruz!..

Peki; bu ateşi yakan kim?.. Kim?!

Ara ki bulasın!..

Evet; sadece “Mavi ve Yeşil Vatan” ülkemiz değil, tüm dünya yanıyor! NASA’nın uzaydan servisi ettiği fotoğraflara bakmak kâfi!..

Dünya felaketlerle örülü bir yıl daha geçiriyor… Bir yıl daha geçiriyor diyorum, çünkü; çok iyi hatırlıyorum, 1992 yılında meşhur Taraf Dergisi’nde benzer bir başlık altında bir yazı kaleme almıştım… Yazının muhtevası: Seller, zelzeleler ve yangınlar… O günden bugüne, dünya açısından adeta “Ateş bacayı sardı” da denilebilir… “Nuh Tufanı”na denk bir şekilde topyekûn dünya yanıyor ve yanmaya da devam ediyor!.. Bu yangını kim söndürür, söndürebilir?.. Evet; Kim?!

“Nuh Tufanı”ndan topyekûn varlık ve de insanlık “Nuh’un Gemisi” ile kurtuldu. Peki, bugün görünen ve görünmeyen yönleriyle maddi ve manevi ateş hattından ve de ateş çemberinden topyekûn insanlığı selamete çıkaracak “Kurtuluş Gemisi” nerede?.. Bizi bu büyük felaketten kurtaracak herhangi bir şey yok mu yoksa?.. Yoksa “Kurtuluş Gemisi” de mi yandı, yanıyor!.. Belki de “Kurtuluş Gemisi”ni de yaktığımız için yanıyoruz? O da ayrı mesele! Kimbilir! Evet; Kim bilir?!

Peygamberler tarihinden biliyoruz ki, Nemrud tarafından ateşe atılan Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm’ı ateş yakmadı. Çünkü Allah, yanan ve yakan ateşe emir verdi; “Ey ateş! İbrâhim’e serin ve selâmet ol!” (Embiya, 69)

Şimdilerde adeta ateşe atılan bir dünya var karşımızda. Bu tür bir hâlihazıra Allah ne der ve nasıl bir emir verir, bilemiyoruz! “İlm-i ilâhî”de saklı; rızası doğrultusunda hakkımızda hayırlısını versin dileğini dilemekten başka ne yapabiliriz ki?! Evet; Allah, rızası doğrultusunda hakkımızda hayırlısını versin, amin!

Tarihte dünyanın pek çok yerinde ve pek çok şekilde pek çok yangın meydana gelmiştir. Bu mevzuda çetele tutmaya gerek yok. Yanan yanmıştır. Biz içinde bulunduğumuz dünyanın halihazırına ve bu çerçevede nasıl bir değerlendirmede bulunacağız, ona bakalım.

Hiçbir şey sebebsiz değildir. Allah, halk âleminde hemen her şeyi çeşitli sebeplere bağlamıştır. İlâhî takdir bunu gerektirmiştir. Hemen her şey de tabiatına uygun olarak bilfiil işlemektedir. Ateş yakıyor. Yağmur ıslatıyor. Güneş kurutuyor. Ay ise parlatıyor…

Evet; topyekûn dünyada bir yangın var ve bunun muhakkak ki bir sebebi de var. Ortada bir sebeb varsa, muhakkak ki bir çaresi de vardır. Ama evvela sebebler üzerinde birazcık duralım. Bu yangınların esas sebebi ne olabilir? Kanaatimce bu yangınların esas sebebi, tıpkı 1992’deki yazımızda belirttiğimiz gibi, dünya felaketlerle örülü bir yıl geçiriyorsa, bunun en büyük ve biricik sebebi, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı olan kayıtsız ve vurdumduymaz duruşumuzdur. Yani gökten gelen sese kulaklarımızı kapatmaktır. Neticesi ise ortada: Allah’ın haram kıldıklarına sırtını dönenler, gün gelir helal kıldıklarından da mahrum olurlar. Ortaya çıkan manzaradan anlaşılan o dur ki, topyekûn insanlık en tabii davranış alışkanlıklarından da mahrum olmak üzere. Topyekûn insanlık “Daralan boynuz”un içerisinde sıkıştı kaldı. Şartlar sıktıkça sıkıyor. Hareket kabiliyet alanları her geçen gün biraz daha daralıyor. Adım atacak imkândan mahrum olmak bir yana, nefes almak imkanından da mahrumluk sözkonusu. Her şeyde bir hayır var darb-ı meseli bir yana, hepimiz biliyoruz ki hayr ve şer Allah’tandır. Dünya bir imtihan dünyası ve bu imtihan dünyasında imtihan sahibinin sorduğu soru, kanaatimce, “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine sımsıkı bağlı olarak, “Kaabid-Sıkıcı, kısıcı, kısaltıcı” Esma’ül- Hüsna çerçevesinde ve “1400 Gergini (1440 Anadolu Gergini) merkezli! Öyle görünüyor!

Evet, çok bariz bir şekilde görünen odur ki, başta üzerinde bulunduğumuz topraklar olmak üzere topyekûn dünyanın muhtelif yerlerinde oksijen depoları olarak bilinen pek çok ormanlık alan yanıyor. Yanmaya da devam ediyor. Allah beterinden saklasın, amin! Bu ormanları yakan kim veya kimler? Yangınlara sebeb olan şey veya şeyler ne? Resmi kanallardan henüz yüreklere su serpen bir açıklama gelmedi. Bulgular yetersiz. İlgili bulgular ise bütünü resmetmekten uzak duruyor. Devlet istihbaratı tarafından, mesela Manavgat yangını örneğinde olduğu gibi, küçük bir çocuk tarafından çıkartılan bir yangından söz ediliyor. Çocuğun da başka biri tarafından -ki bu kişinin PKK ile bağlantısı olduğu tahmin ediliyor- yönlendirilmiş olduğu dile getiriliyor. Olabilir! Peki, ya diğerleri? Diyelim ki, “Ateşin Çocukları” olduklarını söyleyen PKK’lıların başlattığı bir tür eylemler zinciridir sözkonusu olan. Bu mümkün mü? Evet, mümkündür. Ama dünyanın pek çok yerinde yangınlar gırla! Bütün bunları PKK’nın yapması ihtimali çok da inandırıcı gelmiyor. Ama diğer taraftan sözkonusu yangınlarda PKK parmağı aramanın hiçbir mahsuru yok. Bulunduğunda da hiç kimse şaşırmaz. Bu tür durumlar, terör örgütleri açısından bulunmaz fırsatlar sunuyor. Durumdan vazife çıkarmak adına mevzuya kendilerini bir şekilde dahil etmiş olabilirler. Meselâ Yahudi, yapmadığı eylemelerin dahi arkasında kendisinin olduğunun bilinmesinden hiçbir zaman rahatsızlık duymamıştır dünden bugüne. Bilakis bundan zevk de almıştır. Çünkü kendisinden başka tüm insanlığa verilen zarar kendisine güç verir. Çünkü kendi ırkından başka hiç kimseyi insanlıktan kabul etmiyorlar. Lanetliler ya, ondan!

Ben şahsen, ülkemizdeki yangınlarda PKK parmağı aranmasında bir sakınca görmüyorum. Ama yangınların doğrudan müsebbibinin onlar olduğunu da düşünmüyorum. Aslında şöyle ifade etmek daha doğru olabilir; büyük resmin içerisinde kendilerine verilen bir rolü oynadıklarını düşünüyorum da, bu işin bütünüyle müsebbibinin onlar olduğunu düşünemiyorum. Esas fail veya faillerin, kuvvetle muhtemel, dünyaya nefsleri ve akılları uyarınca şekil vermek isteyen Deccal Komitesi’nin tetikçiliğini yapan “Küresel Klik” olduğunu düşünüyorum. Bu “Küresel Klik”, pek çok şeyi hesap ederek kendince büyük bir imkân yakaladı diyebiliriz. Ama yine de mevzuun temelinde mukadderat var, ayrı mesele. Üzerinde duracağız. Deccal Komitesi’nin tetikçiliğini yapan “Küresel Klik” tarafından yakalanan bu imkân, ülkemiz özelinde söylersek, hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üstünde seyretmesinin yanında -ki böyle durumlarda kendiliğinden yangın çıkma ihtimalini de hesaba katmak gerekiyor- terör örgütü PKK ile dirsek temasında olduğu da düşünülecek olursa, vesilelerle Anadolu insanına diz çöktürmenin fırsatına dönüştürülmek istenmektedir. Ama bana kalırsa bütün bunlara paralel olarak esas imkân, mesela Elon Musk’ın 5G uydu teknolojisine bağlı olarak elde ettiği imkândır. Elon Musk’ın gökyüzünü kirleten uydularından gönderilen “Elektromanyetik Dalgalar” vasıtasıyla halihazırdaki yangınların tetikleyicisi olma ihtimalini de asla ve kat’a gözardı etmemek gerekiyor. Bu duruma paralel olarak başka bir sebeb de zamanımızdaki savaşların metafizik bir boyut kazanmış olmasıdır. Bu mevzuda cinlerin dahi yangınlarda kullanılabileceği düşünülebilir gözükmektedir. Bu mevzuda birkaç bir şey söylemek sanırım uygun olacaktır.

Her şeyden evvel cinler, tıpkı insanlar gibi dünyanın sakinlerindendir. Biz insanlardan evvel bu dünyanın sakinleri atlardı, onlardan evvel de cinler. Cinlerin fitne fesatı neticesinde İlahî irade, onları büyük bir belaya düçar kıldı. Nasıl ki insan hatası yüzünden Cennetten dünyaya sürgün edilmiştir, benzer bir şekilde cinler de tabiri caizse cennet mekanları olan dünyadan virane bir dünyaya/dünyalarına sürgün edilmişlerdir. Yaptıklarının bedeli olarak dağlık geçitlerde, hassaten viraneler ve dahi pislik mekanlarda yaşamalarına müsaade edilmiştir. Şerlerinden ve dahi şerlilerinden Allah muhafaza!

Bilindiği üzere “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”, kuruluşunu 1 Ağustos 1984 yılında tamamladı. Kasım 1975 yılında başlayan GÖLGE 1. Ve 2. Dönem sonrasında GÖY ve GÖNÜLDAŞ Yayınları, İBDA Yayınları olarak kemale erdi. Bu seyir çerçevesinde mihenk noktanın 1979-1980 yılları olduğunu söylemekte fayda vardır. Bu mevzuda ayrıntılı bilgi için https://www.barandergisi.net/roportaj/m-salih-tarakci-ile-ibda-yayinlari-uzerine-h9509.html adresine bakılabilir. Bu tarihlerin önemi hakkında söylenecek ne varsa bizzat İBDA Mimarı tarafından söylenmiştir. Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın “Noktalamaları”nda yuvalanan mânâ, İBDA Mimarı’nın “Beklenen Kahraman” olarak karşılaması, sözkonusu “Noktalamalar” üzerinden de pekala süzülebilir. İBDA Mimarı bu “Noktalamalar” üzerinde sıkça durmuştur. Mevzumuz bu değil, ama buna bağlı olarak da şu: 1979-1980’li yıllardan sonraki süreç, ta ki “1999: Ümmetin Kurtuluş Yılı” müjdeli haberine kadar ki süreçte meselâ tüm dünya istihbarat örgütleri İstanbul’u kendilerine merkez olarak seçmişlerdir. Dünyanın kalbinin attığı yer: İstanbul!.. Hal böyle olunca, İstanbul sadece insanların değil, cinlerin de ilgisi dahilinde olmuştur. İstihbarat örgütlerinin metafizik savaşlar çerçevesinde cinlerle olan ilişkileri pek çok kişinin ağzında sakız olmuş durumda. Demek ki, o günden bugüne süregelen savaşta, meselâ topyekûn savaşta cinlerin sahaya sürülmesi ihtimalini de hesaba katmak gerekiyor. Evet, tıpkı insanlar gibi imtihan dünyasında mükellef varlıklar olarak yaşayan cinlerin de hesaba katılması gerekiyor. Cinler de tıpkı insanlar gibi Allah’a ibadet etmekle yükümlüdürler. Yine tıpkı insanlar gibi hem kabilelere ayrılmışlar ve hem de mümin ve kafir ekseninde inanç sahibidirler. İçlerinde Yahudisinden, Hıristiyan olanına, Müslüman olanından Ateist olanına kadar her türlü inanç sahibi olduğu ehlince dile getirilmiştir. Deccal Komitesi’nin tetikçileri mahiyetindeki “Küresel Klik”, yangınlarda bu tür bir imkânı da kullanıyor olabilir. Bu olabilirlik durumlarını daha da çoğaltmak mümkündür. Ama kanaatimce bütün bunların olma ihtimalini de kendisine bağlayan asıl mesele, her şeye Kaadir ve Kadîr olan Allah Azze ve Celle, “Ettik size bir oyun” mutlak ölçüsü çerçevesinde, “İstikbâl İslâmındır” mutlak vaadi istikametinde hak edene hakkını teslim ediyor. “Allah nurunu tamamlayacaktır, kâfirler istemese de” mutlak ölçüsü bir yana, “Allah, kâfirleri de dinine hizmet ettirir” mutlak ölçüleri hemen her şeyi izah etmektedir.

Not: Cinler, latif varlıklar olmaları hasebiyle “gizli” mânâsını da mündemiçtir. İBDA Mimarı’nın “Bâtının zâhire çıktığı bir zaman dilimine girdik” sözü dikkate alındığında, pek çok mânâsının yanında cinlerin de daha aktif bir hâle geleceğine bir işaret olarak kabul edilebilir. Bundan dolayıdır ki Şer’i hükümler istikametinde şekil almak, sadece fertlerin değil, devletlerin de alması gereken bir tedbir olarak karşımıza çıkmaktadır.

“Tek Dünya “Devleti” çerçevesinde “Kristal Krallık” hayâli peşinde koşan Deccal Komitesi’nin “Küresel Klik” artıklarının dünyayı ateşe veriyor görüntüsü, insanları ne kadar çok korkutsa yine de azdır. Allah’tan korkmayandan korkmak lazımdır. Allah’tan korkmayanlar hemen her şeyi yapabilir mevzuunu geçtik, bizzat Allah’a meydan okumak isteyen bir “Klik” ile karşı karşıya kalmıştır topyekûn dünya veya insanlık. Bu “Klik” eninde sonunda, Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın “Bir Adam Yaratmak” piyesinde kahramanına söylettirdiği şu hakikat ile yüzleşecektir: “Yaratmaya kalkışınca yaratmanın ne demek olduğunu anladım!” Tıpkı ruhlar âleminde Allah’ın bütün ruhlara hitaben, “Ben Kimim?” hitabına karşı bütün ruhların “Sen bizim Rabbimizsin!” demesine karşılık nefsin, “Sen sensin ben de benim!” demesi neticesinde aç bırakılması ve neticede pes etmesi örneğinde olduğu gibi, nefs de eninde sonunda ruhun karşısında dize gelecektir. Çünkü, kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutupları arasındaki kavgada Allah, ruhtan razı olarak bizzat kalbin sahibidir. Değil mi ki “bütün kalbler, Allah’ın iki parmağı arasındadır.” Nasıl ki “ruh, beden için alelade sebeblerdendir”, aynı şekilde, topyekûn dünyadaki yangınlar da bir nevi “Temizlik imandandır” mutlak ölçüsü çerçevesinde “Ateş temizler!” darb-ı meseli üzerinden daha bir anlamlı! Ama her halükârda bilinmesi gereken şudur ki, “Hazret-i Mehdî Aleyhisselâmın gölgesi ümmetin üzerine düşmüştür” hakikati çerçevesinde, “Allah Resûlü’nün Gölgesi” keyfiyetini haiz bir noktada, “Bâtının zâhire çıktığı bir zaman diliminde girdik” hakikatini yaşıyoruz. Yani bizzat Allah tarafından Resûlü’ne vaad edilen mutlak bir vaadin gerçekleştiği/gerçekleştirileceği bir süreci yaşıyoruz. Yani, “İstikbal İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden bir zaman dilimi sürecini yaşıyoruz. 1979-1980’li yıllarda Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın “Beklenen Kahraman” olarak karşıladığı İBDA Mimarı’na niçin alt başlığı “Denenmemiş Tek Nizam” olan “İstikbal İslâmındır” isimli eserini hazırlattığını iyi anlamak ve okumak gerekiyor. “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin teklif ettiği “Yeni Dünya Düzeni”nin, “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden bir ruh ve fikir sistemi olduğu anlaşılana kadar her türlü felakete hazır olmanın şuuru ile yaşamak boynumuzun borcudur. Çok kısa ve öz söylemek gerekirse: “Müjdelerin Müjdesi” olarak da karşılanan “Nefsi Mübarek” bir insana işaret babından; “DEVEYİ ÖLDÜRMEYECEKTİK!”