Esselâmü Aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim. Bu arada, düşmanım Ahmed Arslan’ın mektubunu aldım; dokuz gün sürmüş mektubunun buraya varması.

(Carlos, avukatı Ahmed Arslan’la ilgili olarak her zamanki gibi şaka yaptıktan sonra gülüyor.)

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Güven Yılmaz, sorusu olmadığını; Av. Ahmed Arslan’la birlikte “dün” Kumandan Mirzabeyoğlu’nu ziyaret ettiklerini, kendisinin iyi olduğunu ve Carlos’a çok selâm söylediğini ifade ediyor.)

Çok güzel. Kendisi iyi, şükür… Türkiye’deki durum çok tehlikeli çünkü…

Bugün, henüz elime geçmeyen bir kitab vesilesiyle bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum. Yazarı Olivier Roy. Tanınmış bir Fransız entellektüel, bir profesör, ciddi bir adam. İslâm ve cihadçılar, yâni şu anki aktüel durum hakkında kitablar kaleme almış biri. İşte bu insanın söylediği ilginç bir şey var:

- “Şimdiki cihadçı patlama, dinî bir mesele değil, öncelikle siyasî bir meseledir!”

Diğer bir deyişle, bugünkü savaşı başlatan, dinin kendisi değildir demek istiyor. Her noktada kendisine katıldığım bir insan değildir gerçi ancak “bu bir din savaşı değildir!” diyor.

Oysa başta Müslümanlara karşı olmak üzere, gerçekten bir “din savaşı” vardır ve bunu başlatan da ABD, ondan önce de İsraillilerdir. Buna rağmen, Sayın Roy’un söylediği bence de doğrudur; hakikaten “siyasî” bir meseledir aynı zamanda bu.

Ortadoğu’da insanları katleden paralı askerlerden söz etmiyorum fakat ABD ve ajanlarının saldırganlığına karşı, önce Afganistan’da, sonra Irak’ta savaşmış olanların, nihayet Şam beldelerinde, Suriye ve Irak’ta her gün kendilerini bombalayan uçakları uçuranları maalesef kendi ülkelerinde aynen vuramayan hakiki cihadçıların başlatmış olduğu isyan, Olivier Roy’un dediği gibi, gerçekten de “siyasî” bir nitelik taşımaktadır.

Prof. Olivier Roy ile Prof. Gilles Kepel’in katıldığı bir açıkoturumda işte bu konular gündeme getiriliyordu geçenlerde.

Prof. Gilles Kepel, Arabça konuşabilen ve benim hakkımda da bazı şeyler yazmış bir insan, fakat mesele onun söylediği gibi sırf bir “dinî mesele” değil, bu kadar basit değil. Başın başında “siyasî” bir meseledir zira önümüzdeki.

Söz konusu tartışma, selefîlik ve cihadçılık hakkındaydı, ama zaten selefîlikle cihadçılık aynı şey değil. Kaldı ki mesele cihadçılıksa, en büyük cihad, her birimizin her gün kendi içimizde yaptığımızdır ve İslâm davası uğruna düşmana karşı silâha sarılmak da küçük cihaddır, malûm.

Evet, İslâmî köktencilik olarak dile getirilen selefîlikle cihadçılık aynı şey olmadığı gibi, selefîlerin büyük çoğunluğu da -çoğu sufî gibi- silâha sarılmaz zaten. Şayet bir sufî silâha sarılıyorsa, başka bir alternatifi kalmamış demektir ayrıca. Kendisini savunmak için silâha sarılmaya ve kendilerini ister Müslüman, ister Yahudi, ister Hristiyan, isterse başka bir şey olarak adlandırsınlar, saldırganlara karşı saldırmaya zorlanmış demektir.

Gelmek istediğim nokta, artık bir “dünya savaşı” içerisinde bulunduğumuz ve Müslüman devrimcilerin de bu dünya savaşının öncü kuvvetleri olduğudur.

(Carlos, daha önce de BARAN için dile getirdiği çerçevede, Beşşar el-Esed’in namuslu bir insan olduğunu ve 2000 yılında iktidara gelir gelmez “değişmesi gerektiğini” ilân ettiği ancak başaramadığı Suriye rejiminin ise kokuşmuş olduğunu söylüyor; Beşşar el-Esed’in babası Hafız el-Esed’in ise ülkesindeki her azınlığı şöyle veya böyle idare etmesini bilen usta bir diktatör olduğunu ekliyor.)

Şayet bir ülkede rejim değişikliği gerekiyorsa, bize ne yapılması gerektiğini söyleyecek olan, Müslümanların düşmanları değildir, Arabların düşmanları değildir, Türklerin düşmanları değildir, -ABD, Fransa, İngiltere, Fransa ve Almanya’dakiler de dâhil- dünyanın emekçi tüm insanlarının düşmanları değildir. Hiç kimsenin, hiçbir devletin, Suriye’de nasıl bir hükümet olması gerektiğini söyleyemeye hakkı yoktur.
Suriye’de daha iyi bir rejim olacağını şahsen ben de yazdım ve gerçekten de daha iyi bir rejim olacaktır gelecekte orada.

Çok cesur bir muhalefet vardı Suriye’de; çok cesur, çok dürüst bir muhalefet. Başın başında, uzun zaman çile çekmiş olan Suriyeli milliyetçiler meselâ.

(Carlos, hikâyesini daha önceki konuşmalarında da anlattığı çerçevede, zamanın Suriye Genelkurmay Başkanı’na 1965’de suikast düzenleyen ve peşinden kendilerini başlarından vuran, aynı zamanda şimdiki Suriye Devlet Başkanı Beşşar el-Esed’in de akrabası olan Alevî fedailerden bahsederek, yakın tarihin ilk fedai eylemcilerinin işte bu insanlar olduğunu söylüyor.)

Dolayısıyla, insanlar bugün yaşananlar hakkında yorumlar veya tartışmalar yaptıklarında, işte hep bunu, tarihi, yaşananların gerisindeki yakın tarihi unutuyorlar.

Diyeceğim o ki, Şam’ın göbeğinde, öyle rejim gitsin diye değil de rejimi korumak için yüz binlerce insanın kendisini patlatıp fedâ edebileceğini bilmelisiniz. Üstelik değişmesi gereken bir rejimi korumak için yapacaklardır bunu.

Sonuç olarak, Suriye’yi kimin temsil edeceğiyle ilgili olarak hiç kimse, hiçbir yabancı, bir şey dikte edemez!

Beşşar el-Esad’ın Suriye Devlet Başkanı kalmak istediğini zannetmiyorum. Bırakmak istiyor bence. Bırakmak istiyor ama Suriye halkı yeni bir rejim, yeni bir anayasa, yeni bir devlet başkanını seçtiği ânda! Bundan önce değil.

Şimdi söylediklerim çok da popüler olmayacaktır belki şu ân. Gönüldaş Erdoğan bile katılmayacaktır belki bana. Ne var ki, dile getirdiğim husus, Gönüldaş Erdoğan’ın da bildiği üzere, şahsî bir analiz değil, tarihî bir hakikattir.

Suriyelileri kitablardan okumadım ben. Onları orada kendileriyle yıllarca birlikte yaşarken tanıdım. Yoldaşlarımla birlikte orada yıllarca yaşarken tanıdım ve hâlâ daha orada yaşayan yoldaşlarım vardır benim.

Üzücü olan şu ki, süren çatışmalar yüzünde iyi ve namuslu insanlar hayatını kaybediyor her gün orada. Bitirilmelidir artık bu çatışma.

Bu vesileyle; Amerikan işgalcileri tarafından oraya yerleştirilen o ajan Irak hükümeti, niçin Türk ordusunun Musul’a müdahale etmesini istemiyor acaba? Bir de üstüne, Kerkük yakınlarındaki Türk üssünün de boşaltılmasını istiyor bunlar.

Çünkü teorik olarak, Türk askerlerinin bölgedeki mevcudiyeti ve Musul’a başkasının değil de onların müdahale etmesi, Müslüman “Sünni” muhalefetin, “Baasçı” muhalefetin, “cihadçı” muhalefetin çıkarınadır da ondan.

Bu bakımdan, şayet ABD askerleri ile Türk askerleri arasında bir seçim yapılması gerekecekse, Türk askerleri çok daha iyidir. Zira Türk askerleri ölmeye hazırdır ama ABD askerleri değildir. ABD askerleri herkesi öldürmeye hazırdır sadece; Türk askerleri ise herkesi öldürmeye değil, yalnızca kendilerini hedefleyenlere saldırmaya ve bu yolda kendilerini fedâ etmeye hazırdırlar. İşte bu yüzden Türk askeri istenmiyor orada!

Şahsî fikrime gelince; mevcud Irak ve Suriye topraklarında hiçbir yabancı güç görmek istemiyorum ben. Bıraksınlar, o bölgelerin halkları, Arablar, Kürtler, Türkmenler, Sünniler, Şiiler, Hıristiyanlar, Yezidiler, Aleviler ve Dürziler karar versinler çözümün ne olacağına. Yabancı bir müdahale olmaksızın kendileri çözsünler meselelerini.

Çok özel bazı şeyler söylüyorum şu ân; farkındayım. İnsanlar olsun, medya olsun, “aa, bunlar saçmalık, doğru değil, terörist Carlos’un uydurması hepsi!” diyeceklerdir. Ne var ki, hakikatleri, tarihî hakikatleri konuşuyorum ben.

Üzgünüm ki, binlerce insanın katledileceği uzun ve berbat bir savaş yaşanacaktır Musul’da ve bu tarihî şehir, dünyanın hâlâ insanların yaşamakta olduğu en eski şehri olan Halep gibi tahrib edilecektir.
Tarihin ikinci en eski “yaşayan” şehri ise Şam’dır ama orası tahrib edilemeyecektir, çünkü –öyle dersek şayet- muhalif sızması ulaşamayacaktır oraya kadar.

Bitirmeden önce söylemek istediğim; tüm bu acıların, emperyalist müdahaleler yüzünden yaşandığıdır. Ruslar dışındadır bunun, çünkü 60 yıldır zaten oradadır onlar ve bugüne kadar da olan bitene müdahale etmemişlerdir. Fakat sonunda onlar da müdahale etmek zorunda kalmışlardır, çünkü meydanı ve o bölgeleri ABD emperyalistlerine ve ajanlarına bırakmak istememişlerdir.

Son sözüm, yaşanan tarihin, yakın tarihin ve kadîm tarihin, benim şimdi söylediklerimi desteklediğidir ve önümüzdeki haftalarda veya aylarda göreceğimiz sonuç da, maalesef benim yanılmadığımı isbat edecektir.

Allahü Ekber.
 
15 Ekim 2016
 
 

Baran Dergisi 510. Sayı