Carlos, Nasırcı subaylar tarafından düzenlenen bir darbeyle ülkesinden uzaklaştırılan Yemen sultanının Ürdün kralı Hüseyin tarafından misafir ve himaye edilmesinin Kral Hüseyin’in “Zeydî” olduğu anlamına gelmediğini, üstelik Zeydîlerle pek fazla ortak noktasının da olmadığını, ancak zamanın Mısır devlet başkanı Abdünnasır’la olan zıtlıklarının bunda rol oynadığını söylüyor…
Ürdün Kralı Hüseyin’in, aile itibariyle Peygamber soyundan gelmekle beraber, İngilizlerin belli bir tarihî rol oynamak üzere sun’i olarak tesis ettikleri “Ürdün Krallığı”nın başına getirildiğini ve Ürdün denilen yerin de aslında Osmanlı’nın bir vilâyeti olan Deraa’nın bir kazası olduğunu vurguluyor…
Tekrar Yemen meselesine dönen Carlos, “Yemen’in birleşmesi” projesinin işlemediğini belirterek, Birleşik Yemen’in ilk seçilmiş cumhurbaşkanı -şimdi Yemen’den kaçmış olan Mansur Hadi’den önceki Yemen devlet başkanı- Ali Abdullah Salih hakkında bilgi veriyor…
Salih’in, San’a’nın güneyindeki küçük bir Zeydî aşiretten çıktığı; bugün Yemen’in bellibaşlı şehirlerini tek tek ele geçiren Husilerin ise Salih’in iktidarı zamanında bile güçlü bir Zeydî aşiret olduğunu ifâde ediyor…
Husiler’in yabancıların ajanı bir aşiret olmadığını ve Suudî Arabistan ile de daima çatışma içerisinde olduklarını söylüyor. Buna sebeb olarak da, Suudî Arabistan’ın 1930’ların başında Yemen’in 2.5 vilâyetini işgal etmesini gösteriyor. Zeydîlerin de yaşadığı işgal altındaki bu bölgelerde birçok insanın, Suudî etkisi ve yönlendirmesiyle zaman içinde Vahhabî olduğunu ekliyor…
Suudîler ile Yemenliler arasındaki savaşta, Amerikan şirketlerinin modern silâhlarla teçhizatlandırdığı Suudîlerin, yaman savaşçılar olmalarına rağmen çok ilkel silâhlarla karşı koymak zorunda kalan Yemenlileri mağlub ettiğini, sonuçta Yemen’in kuzeyindeki 2.5 Yemen vilâyetini işgal ettiğini ve sözkonusu vilâyetlerin 40 yıl boyunca Suudî Arabistan hükümranlığı altında kalacağına dair bir de anlaşma imzalatmayı başardığını belirtiyor…
40 yılın sonunda ise, Kuzey Yemen’in başbakanlığını yapan birinin, Kuzey Yemen halkının iradesine ihanet ederek Suudîlerle bir başka anlaşma imzaladığını ve sözkonusu işgal altındaki bölgenin bir 20-25 yıl daha Suudî Arabistan hükümranlığına bırakılmasına izin verdiğini söylüyor…
Ne var ki, sözkonusu hainin, Kuzey Yemen Büyükelçiliği’nin ikinci sekreterliğini yapan şöförü ve eşlerinden biri ile birlikte Londra’da el-Fetih mensubu Filistinli bir yoldaşı tarafından düzenlenen suikastla öldürüldüğünü söylüyor; suikast gerçekleştirildiği esnâda, Güney Yemen Yabancı İstihbarat Şefi’nin de olay mahallinde ve yolun karşısında bulunduğunu ekliyor. Mezkûr el-Fetih mensubunun ise, bu eylemi “Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi – Yabancı Operasyonlar Bölümü”nün talebi üzerine gerçekleştirdiğini belirtiyor. Suikastçinin, ikiyüzlü ABD’nin vaadlerine inanarak İsrail’le barış yapmaya çalışan Yaser Arafat’ın politikalarından mutlu olmadığı için bu işi gerçekleştirmeyi kabul ettiği bilgisini veriyor…
Derken, tüm o ihanetlere imza atan yozlaşmış Kuzey Yemen rejimine karşı bir devrim gerçekleştirildiğini ve iki Yemen’in birleşmesini savunan Arab milliyetçisi vatansever bir Husi’nin iktidara geldiğini, ancak onun da kısa zaman sonra düzenlenen bir suikast sonucu öldürüldüğünü ve tam o sırada da Ali Abdullah Salih’in Kuzey Yemen’in başına geçtiğini söylüyor…
Yemen’de ne zaman büyük problemler çıksa, geçmişten bu yana Yemen’in kuzeyindeki Husilerin bugünkü gibi harekete geçtiğini, fakat Husiler gibi Zeydî Şiî olanlar ile Sünnîler arasındaki mezhebî ayrılığın öyle katı olmadığını, menfi değil de soylu anlamda bir farklılık ve ayrılıkları olduğunu vurguluyor…
Daha önce de yine BARAN için söylediği gibi, Yemen’in bu şekilde daha fazla gidemeyeceğini ifâde eden Carlos, bu karışıklıkların sonunda maalesef üç ayrı devletin ortaya çıkacağını söylüyor…
Kendisinin Arabların birleşmesinden yana bir insan olduğunu, ancak görünen o ki, San’a’nın biraz güneyinden başlayarak Suudî Arabistan sınırına kadar uzanan bölgede, Zeydî çoğunluğun kontrolünde bir cumhuriyet kurulacağını ve tamamen tecrid edilmemek için bu devletin bir deniz limanına da sahib olmaya bakacağını; güneyde ise, başşehri Aden olan ve Şafiî Sünnîlerin kontrolünde bir başka cumhuriyet daha kurulacağını; Yemen’in doğusuna doğru da, başşehri Mukalla olan bir İslâm cumhuriyeti kurulacağını söylüyor. Şimdi olan bitenlerin de, kendisinin daha önce de ifâde ettiği bu istikamette geliştiğini vurguluyor…
Bugün Suudîlerin bir ittifak kurarak Yemen’e saldırmasını ise, güçlü bir Yemen’in oluşumundan duydukları korkuya bağlıyor Carlos…
Yemen ordusundaki subayların, çoğunlukla Ali Abdullah Salih’e bağlı olduklarını ve öyle Husi falan da olmadıklarını, fakat Husilerle de müttefik olduklarını söylüyor…
Ali Abdullah Salih’in ise, hem ABD ve Batının hem de Suudîlerin baskısıyla iktidardan uzaklaştırıldığını, oysa kendisinin geçmişte Suudîlerden para alan bir insan olduğunu, aslında onun Almanlar dahil olmak üzere herkesten para almış bir insan olduğunu, akıllı bir adam olduğunu ve öyle entelektüel bir adam gibi görünmemekle beraber zeki bir adam olduğunu, politik temâyüllerini saklamayı ve bir şekilde iktidarını korumayı bilen bir insan olduğunu ifâde ediyor. Bu yüzdendir ki, bugüne kadar bir şekilde iktidarda kalmayı başardığını ekliyor…
Zaten Ali Abdullah Salih’in iktidardan ayrılmak zorunda kalmasının da, bir devrim neticesinde değil, bir halk ayaklanması neticesinde gerçekleştiğini; ABD’den Suudîlere kadar herkesin baskısı yüzünden iktidarı bırakmak zorunda kaldığını; ancak şu ân bile nüfûzunu koruduğunu ve iktidara geri dönmeyi kolladığını; Husilerin bugünkü güç ve nüfûzunun da, aslında Yemen’in bölünmeden tek bir ülke kalması bakımından, teorik ve stratejik anlamda olumlu bir durum olarak görülebileceğini belirtiyor…
Kendisinin, dünden bugüne, daima Müslümanların ve Arab halklarının birliğini savunmuş bir insan olduğunu; FHKC’nin Filistin’in kurtuluşunu ve Arab dünyasının birliğini savunan politik çizgisine hâlâ sadık olduğunu vurguluyor. Ancak insanlar hiçbir şekilde bir araya gelemiyorlarsa, ayrılmalarına ve dost komşular olarak kalmalarına da açık olduğunu, böylesinin daha iyi olduğunu ekliyor…
Ne var ki bugün İslâm dünyasındaki rejimlerin, dünyanın en kötü ve en yozlaşmış, halklarını temsil etmeyen ve ABD emperyalizmi, İngiliz neo-kolonyalizmi, siyonist İsrail devleti önünde boyun eğen en hain rejimler olduğunu söylüyor…
Bu çerçevede, Suudî Arabistan’ın, İsrail’e malî destek sağlanması bakımından önemli bir rol oynadığını; 1960’larda başlayan bu malî desteğin bugünlere dek geldiğini belirtiyor. Bu desteğin, İsraillileri sevmelerinden değil, ABD’den himâye ve yardım alma isteklerinden kaynaklandığını ekliyor…
Halkını temsil etmeyen bu yozlaşmış rejimlere örnek olarak Bahreyn ve Katar’ı da sayan Carlos; Katar’ın, İsrail’in Gazze’ye saldırısından sonra fırsatçı politik sebeblerle kapatmak zorunda kalana kadar, ülkesinde İsrail ticaret ofisi açmış bir rejim olduğunu vurguluyor…
Şimdi tüm bu yozlaşmış rejimlerin, kendi içlerinde bir savaş yürüten Yemenlilere saldırdığını söyleyen Carlos, farklı aşiret ve İslâmî mezheblerden Yemenlilerin yaptığı bu “iç savaş”a ne demeye yabancı güçlerin müdahale ettiğini, bu insanları bombalayıp ülkelerini işgal ettiğini soruyor. Hemen bu sorunun da cevabını veren Carlos, Yemen’e yönelik yabancı müdahalesinin arkasındaki asıl liderin ABD olduğunu; bunu resmî olarak ilân da ettiklerini; Yemen’e saldıranlara lojistik ve istihbarî bilgi sağladıklarını; Irak ve Suriye’de yaptıkları gibi, uydular yoluyla tesbit ettikleri hedeflerin bombalanması emrini verdiklerini söylüyor…
Yemen’de bugün, gerçek anlamda bir “iç çatışma” olduğunu, Suriye ve Irak’ta ise ancak kısmen bir iç çatışmanın sözkonusu olduğunu söylerken Carlos’un hattı kesiliyor ve yeniden telefonla Av. Güven Yılmaz’ı arayarak konuşmasına devam ediyor…
Yemen’e yönelik olarak ajan ülkelerin gerçekleştirdiği bu saldırganlıkta acayib olan bir şeyin ise, Sudan’ın müdahaleye resmî desteği olduğunu ifâde ediyor. Mısır’ın desteğinin ise anlaşılabilir olduğunu; Mısır’ın Suudî Arabistan yardımına bağımlılığının yanı sıra, her ikisinin de Müslüman Kardeşler’e düşmanlığı gibi ortak noktalarının bulunduğunu; bu bakımdan, Mısır’ın Suudî Arabistan’ın başı çektiği Yemen saldırısına desteğinin stratejik olarak anlaşılabileceğini söylüyor Carlos…
Yemen’e askerî birlik gönderdiklerini zannetmemekle beraber, Sudan’ın bu saldırganlığa resmî ve açık destek vermesinin, Sudan’ın Suudî Arabistan politikasında bariz bir stratejik değişiklik anlamına geldiğini vurguluyor. Bunda da, İran’ın –ki bu İran için bir şereftir diyor- Yemen’deki Zeydî isyanına destek vermesinin etkili olduğunu belirtiyor…
Sonuçta Zeydîlerin, Suudî Arabistan’ın iktidardaki küçük, hain ve korkak ajanı olan –güya- devlet başkanı Hadi’yi başlarından atmayı başardığını söyleyen Carlos, şimdi saklanan ve kendisini ancak basında gösterebilen bu adama nazaran Ali Abdullah Salih’in, kendilerine karşı -Carlos ve çevresine karşı- tüm yaptıklarına ve ihanetlerine rağmen, cesur bir adam olduğunu ve öyle başkaları gibi bir diğer ülkede saklanmayı tercih etmeyeceğini, savaşmaya hazır olarak kendi ülkesinde kalacağını, bunun da elbette şerefli bir şey olduğunu ifâde ediyor. Güya Müslüman geçinen Hadi’nin ise tam anlamıyla korkak olduğunu söylüyor…
Şimdi İran’a karşı tavır alan Sudan’ın tavrına baktığında ise, bizzat şâhid olduğu bir hâdiseyi paylaşan Carlos, Sudan’a karşı uluslararası bir boykot uygulandığında, Sudan’a yardım eden tek ülkenin İran olduğunu ifâde ediyor. Sudan’ın müdahaleye desteği bahsinde basında ciddi herhangi bir yoruma rastlamamış olmasına rağmen, bunun stratejik olarak çok önemli bir gelişme olduğunu belirtiyor…
Yemen’e yönelik müdahaleye destek veren Fas’a da temas eden Carlos, Peygamber soyundan geldikleri iddialarına rağmen bununla uzaktan yakından alâkası olmayan Fas hanedanını çok ağır bir dille eleştiriyor. ABD’nin Fas’taki ilk askerî üssünü de daha 1943’te kurduğu bilgisini veriyor. Geleceğin Fas kralı olacak -Kral II. Hasan- 15 yaşındaki bir prense de zamanında ayda 500 dolar para verdiklerini ekliyor…
Suriye rejimine gelince, onların Yemen’e müdahaleye iştirak etmediklerini, aksine, Arab toprağının birliğini savunan bir açıklama yaptıklarını, zaten bunun da Baas Partisi’nin Arab halklarının birliğini savunan tarihî çizgisini yansıttığını, bunun da bir şeref olduğunu söylüyor. Kuzey ve Güney Yemen arasında geçmişte çatışmalar olduğu zaman, Suriye’nin Arab Ligi çerçevesinde duruma müdahale ettiğini ve Yemen’e bir heyet gönderdiğini belirtiyor; heyetin başında olan subayla olan şahsî tanışıklığını paylaşıyor…
İran’ın Yemen’e müdahalesinin ve Zeydîlere desteğinin de, mutlaka Yemen’in bölünmesini istedikleri gibi anlaşılamayacağını, zaten üç-dört parçaya bölünmüş ve farklı silâhlı grublar tarafından kontrol edilen bu ülkenin birliğini istedikleri şeklinde de görülebileceğini vurguluyor…
Orada çok acayib işlerin döndüğünü söyleyip gülen Carlos, Türkiye’nin de Yemen’e müdahale edenler safında yer aldığını; Müslüman Kardeşler’in dostu olan Türkiye’nin, Müslüman Kardeşler’in düşmanlarıyla aynı safı tuttuğunu ifâde ediyor. Ancak aynı Türkiye’nin Yemen’de tarihî çıkarlarının bulunduğunu ve bunu da unutmamamız gerektiğini ekliyor…
Burada herkesin bir başka hesabının  bulunduğunu ve rakiblerinin bölgedeki üstünlüğüne engel olmaya, pastadan bir pay almaya çalıştığını, fakat bu pastanın Yemen’in zenginlikleri değil, bu ülkenin stratejik değeri, Kızıldeniz’in kontrolü, Mendeb Boğazı’nın kontrolü, Aden sahilinin kontrolü olduğunu ifâde ediyor. Sonuçta herkesin kendi hesabını güderek Yemen’e müdahale ettiğini, ancak hiçbirisinin Yemen halkının çıkarını düşünmediğini vurguluyor…
Kendisinin –diplomatik pasaportların da aralarında bulunduğu- Yemen pasaportları taşıdığını, Güney Yemen’de meclis üyesiymişçesine saygı gördüğünü, kendisini orada evinde hissettiğini, Kuzey Yemen’de bile Ali Abdullah Salih’in kendi yoldaşlarına pasaport verdiğini söylüyor…
Yemen’deki iç çatışmaların ve Yemen’e hain güçlerce yapılan müdahalenin sona ermesini, içeride aynı zamanda dinî ve politik bir savaş da cereyan ettiği için her ne kadar zor olsa bile Yemen’in tekrar birleşmesini ümid ettiğini söyleyen Carlos, Yemen’in o kadar kolay durulamayacağını da vurgulama ihtiyacı duyuyor.
Ajanları vasıtasıyla şimdi Yemen’e müdahale eden ABD’nin, Yemen halkına ve geleneğine, aynı şekilde Arab davasına ihanet eden Yemenli hainlerle işbirliği içerisinde, tüm bu karmaşa ve çatışmaların asıl başlatıcısı olduğunu özellikle belirtiyor…
Bizi Yemen’de uzun bir savaşın beklediğini ve Yemen’in bir şaka olmadığını, Suriye ve Irak’ta yaşananların Yemen’e nazaran bir hiç olduğunu söylüyor. ABD’nin ise, gemilerden, Suudî Arabistan’dan, Cibuti’den saldırılar düzenlemeye ve müdahaleyi yönetmeye daha çok uzun süre devam etmek zorunda kalacağını ekliyor. Çünkü ABD’nin bizzat müdahale etmeye ne hakkının ne de cesaretinin bulunduğunu vurguluyor…
Allah, tüm mezheblerden tüm Yemen halkının yardımcısı olsun diyen Carlos, inşallah nihâyet barışa ulaşır ve diğerlerine saygı içerisinde kendi camilerinde ibadetlerini yapabilirler şeklinde dua ediyor ve tekbir getirerek konuşmasını bitiriyor, Kumandan Mirzabeyoğlu’na candan selâmlarını gönderiyor.
Baran Dergisi 432. Sayı