Covid-19 salgını global bir hâl alıp, bilhassa Batılı ülkeleri çaresizliğe gark ettiğinden beridir düzenin mevcut hâliyle artık sürdürülebilir olmadığı hakkında sıkça konuşuluyor. Bu yalnız bizim ülkemizde de değil, bütün dünya gündeminde salgın hastalıkla beraber hakkında en çok konuşulan konu. Geçtiğimiz Salı günü konuşan Ak Parti sözcüsü Ömer Çelik de parti MYK’sından sonra yaptığı basın toplantısında, daha evvel Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da üzerinde durduğu bu vaziyete dikkat çeker mahiyette açıklamalar yaptı ve dedi ki; “Bu virüs salgının ortaya çıkmasından evvel çıkan tartışmalara baktığımızda Trump'ın seçiminden, İran, İngiltere'ye kadar çeşitli tarihlendirmeler yapılıyor ve 2. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan düzenin sona erdiğine dair yorumlar yapılıyordu. Korona günleri bundan böyle tarih olarak verilecektir. Korona günleri 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzenin belki de sona erdiğinin bir işareti olarak ele alınacak.”

Dünya’nın Manzarası
Ömer Çelik’in sözlerine katılmamak mümkün değil. Son yılların geçer akçesi olan bütün modern müessese, birlik ve değerleriyle beraber İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenin iflâsını seyrediyoruz.

Müesses nizâmın merkez müessesesi olan Birleşmiş Milletler meselâ… 24 Ekim 1945'te dünya barışını, güvenliğini korumak ve milletlerarasında ekonomik, içtimâî ve kültürel bir iş birliği oluşturmak için kurulan milletlerarası bir örgüt olmasına rağmen, ne dünya barışını ve güvenliğini koruyabilmiş, ne de ekonomik, içtimâî ve kültürel işbirliği noktasında üzerine düşen vazifeleri yerine getirebilmiştir; yılda bir kere liderlerin konuşmak için çıktığı kürsü olmaktan başka bir vasfı kalmamıştır. 

NATO’yu ele alalım, Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere karşı kurulan bu örgüt, bugün üyelerinin birbirlerinin tıbbî malzemelerini çalacak kadar alçaldığı bir organizasyona dönüşmüştür. Birbirinin sağlık malzemesini çalan ülkelerin beraber savunma yapması fikri ne kadar komik değil mi?

Türkiye’de uzunca yıllar rüzgârı estirilen Avrupa Birliği’ni düşünelim, bugün üyelerinin ihtiyacı olan yardımı bile birbirine ulaştırmaktan yana aciz kaldığı, birleşik devlet olmak kadar büyük ve komik iddianın sahibi AB. Gelecekte bırakın Avrupa Birliği’nin varlığını idame ettirmesini, pek çok Avrupa ülkesinin bölünerek, Roma İmparatorluğu dönemindeki şehir devletleri gibi yoluna devam edeceğini söyleyebiliriz.

Gelelim Çin’e… Covid-19 salgını nedeniyle Çin ekonomisi 1992'den bu yana ilk kez daraldı, gayrısafi yurt içi hasıla yıllık bazda yüzde 6.8 geriledi. Bu da Çin'in 1970'lerden bu yana en ciddi daralma döneminden geçtiğini gösteriyor. Söz konusu oran, Çin hükümetinin 1992'den bu yana yayımladığı resmi büyüme rakamları arasında en kötü performansa işaret etti. Ülke ekonomisi ilk çeyrekte geçen yılın son çeyreğine kıyasla da yüzde 9,8 daraldı. ABD ile yaşanan ticaret savaşının ardından bu yıl koronavirüsün 3 binden fazla insanın hayatına mal olduğu Çin'de, hâli hazırda %6,2 olan işsiz sayısına 30 milyondan fazla iş kaybının eklenmesini bekliyorlar.

Ve dünyanın “süper gücü” Amerika’ya gelelim. Amerika’nın Sesi haber sitesinin verilerine göre, Amerika’da işsizlik maaşına başvuranların sayısı şimdiden 22 milyonu bulmuş vaziyette. Pazartesi günü haberleri takib edenler ABD’nin Batı Teksas tipi ham petrolünün varil fiyatının eksi 40 dolara kadar düştüğünü görmüşlerdir. Tüketim, üretim ve seyahatlerin durma noktasına gelmesiyle beraber petrol talebinde meydana gelen daralma ve petrol fiyatlarının bu daralma dolayısıyla çakılması bir yana, İkinci Dünya Savaşı sonrasından beri rezerv para olarak kullanılan Amerikan Dolarına meşruiyetinin dayanağı olan petrolün bu içler acısı hâlinin bundan sonraki milletlerarası ticarete nasıl yansıyacağını da henüz görmedik.

Yanlış Teşhis
Yukarıdaki tablonun bu şekilde olduğu konusunda herhangi bir tartışma yok, Doğudan Batıya kadar ortaya konan bütün görüşler mevcut manzara üzerinde hemfikirler; fakat bu manzaraya bakan herkes aynı şeyi görmüyor. Umûmîyetle siyasetçi ve analistler mevcut düzen kurallarının varlığını koruyacağı fakat rollerde bir değişim meydana geleceği fikrinde buluşuyorlar. Bilhassa da Batı’daki siyasî ve iktisadî gücün Doğuya kayması görüşü iddiaların başını çekiyor. Birçok analist, siyasetçi ve devlet adamı da bu görüşü satın almış olacak ki, aynı düzende kendisine yeni bir rol arayışına girmiş bulunuyor.

İşte, ayrıldığımız nokta tam da burası. İçinde bulunduğumuz düzeni kötü kılan faktör mevcut düzenin kurallarına uyulmuyor olması yahut kimin başı çektiği değil, bu kuralların yanlış, istismara açık temayüllere dayanıyor olması dolayısıyla bizzatihi kendisinden kaynaklanmaktadır. Statükoyu korumak suretiyle gücü ister Doğuya kaydırsınlar ister Batıya fark etmez, fert ve toplum meselelerine çözüm getirmek yerine sorun üreten bu düzen ayakta kaldığı sürece değişen bir şey olmayacağı, krizin sona ermeyeceği anlaşılmıyor mu?

Misâller üzerinden de gidelim ve farz edelim ki iktisadî güç Doğuya, hattâ Çin’e kaydı diyelim. Çin, evet gerçekten de çok yüksek adet ve düşük maliyetle üretim yapıyor da, dünyanın geri kalanı üretimden kesilmişken, yâni kazanamazken, yâni alım gücü kalmamışken Çin’in ürettiği malı kim alacak? Veyahut salgın sebebiyle Batılı ülkelerin Çin’e büyük cezalar kestiğini ve statüko içinde güçlerini koruduklarını farz edelim, o zaman ne değişecek?

Aynı şeyleri yaparak başka neticeler beklemek ahmakların işi olsa gerektir. Şimdi bir devrin sonuna ve dolayısıyla yeni bir devrin başına gelmiş bulunuyoruz.

Yazımızın başında ifâde ettiğimiz üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti sözcüsü Ömer Çelik ile bu manzara hakkında hemfikiriz; fakat bir farkla ki, onlar Türkiye’ye mevcut statüko içinde yeni bir rol arayışındalar, oysa ki bizim bunun yerine elimizde hazır olan Büyük Doğu-İbda’nın ortaya koymuş olduğu dünya görüşüne dayanarak yeni bir düzen iddiasında olmamız icab ediyor.

İnşallah, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Hicrî 1400 Gergini” diye dikkat çektiği senelerden olan Hicrî 1441 senesinin Ramazan Ayı, bu şuuru siyasetçisinden vatandaşına dek umûmî bir şekilde kuşanmamızın vesile olur.


Baran Dergisi 693.Sayı