Kumar zannedilenden daha fazla yaygın bugünün dünyasında... Kapitalizmin enstrümanlarından biri olması hasebiyle, kazananın ve kaybedenin olacağı her yarış, çapına göre büyük yahut küçük kumar hâline gelmiş vaziyette. Kumar, bildiğimiz üzere henüz gerçekleşmemiş bir yarışta, taraflardan biri üzerinden bahse girip, yatırım ve risk oranında kazanç elde etme işi. Dinimizce haram olan.

Bugün dünya çapında oynananlar arasında masada biriken meblağ bakımından en büyük kumar organizasyonu, Amerikan Başkanlığı seçimleridir herhâlde. Devletler, enerjiden silaha ve gıdaya kadar şirket lobileri, diasporalar, medya patronları ve global para baronları arasında oynanan bir kumar... Hem bu kumar yalnız para üzerine de oynanmıyor; siyasî, ticarî, hukukî ve daha birçok veçhesi olan menfaat kumarı bu. Tek kazanmayanı ise tayin edici rolündeki seçmen... Hani kimi filmlerde görürüz, ortaya bir hayvan koyar ve onun hangi istikamette ilerleyeceği üzerine bahse tutuşur, hayvanı manipüle etmek için avazları çıktığı kadar bağırırlar. Seçmen de o hayvan ve medya ise manipülasyonun yapıldığı hoparlör mesabesinde, Amerikan demokrasisinde...

***
Amerikan başkanlık seçimleri gerçekleşti ve en azından bizim bildiğimiz kadarıyla her seferinde bu kumarı kazanan güruhun desteklediği Hillary Clinton ile beraber uzun yıllar sonra belki de ilk kez kasa kaybetti ve Donald Trump seçimleri kazandı.
 
Kazanan İç Politika Vaadleri
Bir soru ile başlayalım; A.B.D. başkanlık seçimlerine aday olan Hillary Clinton’un seçim vaadi neydi? Trump’ın dış politikaya yönelik masrafları kısacağı, Amerika’yı yeniden inşa edeceği, Amerikan rüyasını dirilteceği, Müslümanları dışlayacağı, göçmenleri süreceği dünya çapında bilinen vaadler. Peki Clinton ne vaad etti? Açıkçası bilmiyoruz... Türkiye gibi Amerikan başkanlık seçimlerinin Amerika’dan daha fazla tartışıldığı ve gündem olduğu bir ülkede, eğer ki biz bu sorunun cevabını bilmiyorsak, emin olunuz ki Amerikalılar da bilmiyorlardır.
Kısa bir araştırma neticesinde öğrenebildiğimiz Clinton’un vaadleri ağırlıklı olarak dış politika ile alâkalı. Buna mukabil Trump’ın vaadleri ise ağırlıklı olarak Amerikan iç politikasıyla alâkalı. Dolayısıyla Trump’ın kazanmış olması, Amerika’nın içinde bulunduğu menfî vaziyetin de ikrarı anlamına geliyor.
Eski Bir Rüya
“Amerikan Rüyası...” Sosyal devlet imajı etrafında otobanlar, otomobiller, metrolar, bir uçağın inip diğerinin kalktığı havaalanları, bahçe içinde müstakil evler, metrolar, beyaz eşyalar, bilgisayarlar, nam salmış okullar, devasa hastaneler, pop starlar, rockçılar, aktörler ve aktrislerle örülmüş popüler bir rüya(idi). Geri kalan dünyanın içinde bulunduğu yoksulluk, son haddindeki maddî unsurlarca örülü bir hayat tarzının senelerce muasır medeniyet seviyesi diye dayatılmasının vesilesi oldu. Her şey vardı bu rüyanın içinde; fakat ruhî ciheti eksikti. Dolayısıyla ruhsuz olan her şey gibi çürümeye, köhnemeye, paslanmaya ve tükenmeye mahkûmdu. Önce teknolojileri eskidi. Bilhassa Asya’nın Amerika ile rekabet etmek adına geliştirdiği yüksek teknolojili, tasarruflu ve pratik ürünler üretimin Batı’dan doğuya kaymasına vesile oldu. Amerika’nın içinde bulunduğu bolluğa dayanarak senelerce yenilemediği, eski kalmış teknolojisiyle üretimini gerçekleştirdiği ürünler ise son bir canlılık hamlesinin eseri olarak pazarlamacılar ve reklamcılar tarafından meydana getirilen algı ile uzun yıllar “Amerikan tarzı” diye pazarlanmaya devam etmiş olsa da, bir süre sonra tercih edilmeyecek kadar eskidi. Otomobil misalinden beri izah edecek olursak; bugün dünyada kim, niçin sekiz silindirli, benzini içen, çevreyi kirleten ve performansı düşük otomobil kullanmaya devam etsin?

Rüyanın üretime bakan kısmındaki Amerikan hegemonyası bir yandan eskir ve uzak doğuya kayarken, bu kaynaktan beslenen “sosyal devlet” ne oldu dersiniz? Sağlık konusunda en iyi hastaneler, evet, belki Amerika’da; fakat Amerikalıların büyük çoğunluğu bu hizmetlerden istifâde edemiyor. Eğitim alanında en iyi üniversiteler belki Amerika’da; fakat Amerikalılar bu kurumlarda eğitim göremiyor. Metro ve otoyol gibi altyapıların birçoğu da artık dikiş tutmayacak kadar eskimiş vaziyette. 2008 senesinde yaşanan ekonomik krizle beraber Amerikan sosyal refahının belki de son kalesi olan emlâk sektörünün de iflâs etmesiyle beraber, işler iyice içinden çıkılmaz bir hâle dönüştü. Tek kutuplu dünya iddiasını gerçekleştirememiş, bunun için kendi ekonomisini tüketmiş, istikbâlden yana müthiş kaygılar içinde kıvranan Amerika ve nihayet görmekte oldukları rüyadan kâbusa uyanan Amerikalılar...

Müteâl bir kaynağı olmayan her şey gibi, Amerikan Rüyası da köhnedi, pörsüdü, çürüdü... Bugün her ne kadar Trump’ın yahut şunun veyahut bunun Amerikan Rüya’sını yeniden canlandırılmasından bahsediliyorsa da, Batı’nın Rönesans’tan kalma eskimiş idrak zemini, içinden yeni bir rüya doğurmaya müsait değil. Malcolm X’in bundan seneler evvel işaret ettiği ufku, bugün artık bütün Amerika görüyor; “Ben bir Amerikan rüyası görmüyorum, benim gördüğüm bir Amerikan kâbusu.
 
Amerikan Dış Politikası
Bugün Türkiye’deki iktidar için diyorlar ya “güç zehirlenmesi” falan diye, asıl güç zehirlenmesi 1991 senesinde S.S.C.B.’nin yıkılmasıyla beraber Amerikan siyasetinde yaşandı. Uzun seneler boyunca işletilen diyalektik münasebetin zıt kutbunun yıkılması, Amerika’nın cihan hâkimiyetinin ilanıymış gibi yanlış bir şekilde okundu. Politikalar, stratejik planlamalar, dünya çapındaki hesablar, ekonomik projeler hep bu yanlış okumaya dayandırılarak yapıldı ve neticesinde de Amerikan Rüyası, Amerikan Fiyaskosuna dönüştü.

Batılı siyaset düşünürlerinin de üzerinde ittifak ettiği bir husustur ki; Amerika’nın Irak’ı işgali son derece büyük bir stratejik hataydı. Onlara göre Amerika, Irak’ı işgâl etmek suretiyle ayağına kadar gelmiş olan tek kutuplu dünya fırsatını tepmiş oldu. Bununla beraber bütün Batı âleminin sancaktarlığı da kendisinde olduğundan dolayı tüm Batı adına bu fırsatı tepti.
Bize göre ise, Irak, Amerika’nın düşmesi kaçınılmaz bir tuzaktı. Çünkü İslâm aleminin geri kalmış bu ülkesinin diklenmesi “bertaraf” edilmeyecek olursa, sonrasında kontrolün tamamen kaybedilmesi işten bile değildi. Ancak bertaraf edenin, bertaraf edilenden daha “çaplı” olması gerekir; aksi takdirde netice ikisinin de bertarafı olur.

Bugünden ele alacak olursak, Trump’ın başkanlığa geçtiği andan itibaren milletlerarası politika masasında başlıca Çin ve Türkiye’nin de içinde olduğu Ortadoğu olacağı malûm.
Bugün Çin ile Amerika arasındaki ilişkiler esasında bir bakıma paradoksa dönmüş vaziyette. 17 trilyon dolar GYSH olan Amerika’nın yalnız Çin’e 4 trilyon dolar civarında borcu bulunuyor. Bu borç her iki ülkeyi de birbirine karşı kısıtlıyor ve aralarındaki münasebeti dengede tutuyor.

Ortadoğu’ya gelecek olursak. Her şeyi bir kenara bırakacak olursak, akl-ı selim herkesin üzerinde ittifak edeceği üzere Amerika burada yanlış yapıyor. Ne var ki, Amerika’nın derdi doğru olanı yapmak mı? Bize göre asıl tartışılması gereken soru bu. Ortadoğu’nun bugün içinde bulunduğu vaziyetin başlıca amillerinden biri Amerika... Bugün izlediği siyasetin ne Amerika’nın ve ne de Ortadoğulu devletlerin hayrına olmadığı da açık. Peki, Amerikalılar bunu göremeyecek kadar salaklar mı? Bu denli salak olmadıklarından yola çıkarsak, geriye bir tek ihtimâl kalıyor ki, o da, Ortadoğu’daki kaosun, parçalanmanın, yangının Amerika’nın kendi iç menfaatlerinden daha ehemmiyetli olduğu sonucudur. Buradan bakıldığında hemen kavranabileceği üzere, Amerika burada aleti işleten değil, işletilen, Siyonistler tarafından İsrail’in çevresinin hazırlanması üzere kullanılan bir enstrümandan ibarettir. Trump’ın seçimlerden önceki söylemi, Amerika’yı böylesi bir aparat olarak kullandırmayacağı istikâmetindeydi. Ne var ki Amerikan bürokrasisinin de Türkiye’deki malûm bürokrasiden pek de bir farkı olmadığı kanaatindeyiz. Dolayısıyla bunların hepsini Ocak ayında Trump koltuğa oturduktan sonra göreceğiz. Amerika artık bir karar vermek zorunda. Bundan sonra kendi hesabına mı, yoksa Siyonistlerin hesabına mı hareket edecek? Amerika’nın istikbâlini belirleyecek anahtar, bu soruya verilecek yanıtta gizlidir.
 
Neticede
Amerika “millî”, milliyete dayalı bir devlet değil. Amerika’yı bir arada tutan tek şey sosyal refah... Bugünden bakıldığında görüleceği üzere Amerika’da artık üst seviyede, insanların birbirine tahammül etmesine yardım edecek bir refah ortamı yok. Senelerdir seçmen açısından bir festival olarak algılanan ve karnaval havasında düzenlenen seçimlerin, bugün Amerika’yı yangın yerine dönüştürdüğü, iki parça hâline getirdiği bedahet. Bu iki parça vaziyet de sürdürülebilir değil. Artık Eyaletler mi bağımsızlıklarını ilân ederler, A.B.D. içinde yaşayan çeşitli milletler bir araya gelip yeni devletçikler mi kurar, göreceğiz.

Trump’ın seçimi kazanmış olması, müesses nizamın kurucu ve bekçilerinin desteklediği Hillary’nin kaybetmiş olmasından başka şimdilik bir anlam ifâde etmiyor. Ancak Ocak ayından sonra bir anlam kazanacak.

***
Amerikan Rüyası, geçen zaman zarfında kendisiyle beraber nüfuz alanı çapındaki insanlığı da çürüttü, köhneleştirdi. Dolayısıyla bugün bize lâzım gelen evvelâ yeni insan tipini imâl edecek ve yeni bir rüya görülmesine vesile olacak olan değişimdir ki; Amerika kimi başkan seçerse seçsin böylesine bir değişimi ne kendi içinde ve ne de dünya çapında gerçekleştirebilecek durumda değildir.

Amerikan rüyası, artık Amerikalılar için dahi bitti. Şimdi, bizim kumar masasını toptan devirmemizin ve Büyük Doğu-İbda’nın sistemleştirdiği ölçüler çerçevesinde insan oluşumuza lâyık yeni bir rüya görmemizin vaktidir.

Baran Dergisi 514. Sayı