Niye yeteri kadar değilde, çok üretmemiz ve de çok tüketmemiz gerekiyor. Bu sualin bir çok cevabı olabilir. Fakat, yeteri kadardan muradımıza çerçeveyi kasten kaydırmadan bakarsanız, bizim gibi ülkeler için tek cevabı var: Batı Sistemi’ ni ayakta tutabilmek.

Yeni Sömürgecilik, artık bir ülkeyi işgal edip, insanlarını köleleştirip, kaynaklarını kendi ülkesine taşımak ve sermaye birikimini bu yolla gerçekleştirmek ihtiyacını duymuyor. O ülkenin insanlarına bizzat gönüllü köle olarak bu işi yaptırıyor. Bu birikimin transferinde de en büyük rol, borsanın.

Kapitalizm, sun’i ihtiyaçlar icad edip üretimi de buna göre yönlendiriyor. Mesela, sen buğday ekiyorsun, kazandığın da sana yetiyor. Bu toprakların bitkisi bu. Sen yüzyıllardır süre gelen bu geleneği bozmamış, doğayla oynamamış, yamyamlık yapmamışsın. Fakat birileri gelip sana diyor ki “Bak, sen buğday ekeceğine pancar ek. Buğdaydan yüz kazanıyorsan, pancardan beşyüz kazanacaksın”. “ Bütün Fikir” yapısına sahib olunmadığı için, kısa dönemde böyle bir teklif herkese cazib geliyor. Problem de esas bundan sonra başlıyor. Pancar ekiyorsun sulanması lazım, ilaçlanması, gübrelenmesi, ekipmanı lazım. Kolay diyorlar, bunların hepsini biz sana sağlarız, Sübvansiyon adı altında, kredi adı altında, sonra sen bize bunu ödersin. Bir hesap yapıyorsun, yüz yerine beşyüz kazanacaksam, ben bunu haydi haydi öderim diyorsun. Ama kazın ayağı öyle değil. Rastgele, aklın estiği yere sonda vurup, sulama yapıyorsun. Üç sene beş sene işler iyi gidiyor. Kazandığını sanıyorsun, ne yazık ki öyle olmuyor. Şuursuzca yapılan sulama sonucunda, yer altı su yatakları bozuluyor. Su vermemeye başlıyor. Üstelik toprak da eski veriminde değil. Çünkü, buğday toprağın bir yıllık ömrünü alıyorsa, pancar beş yıllık ömrünü alıyor. Artık buğday da ekemez hale geliyorsun.

İşin bir başka yönü, tut ki işlerin iyi gitti. Elinde de bir birikimin kaldı. Öyle tuzaklar kuruluyor ki, bu paranın şöyle veya böyle, borsaya akması sağlanıyor. Küçük alıcılar piyasadan beri olduğu için, iktidar hiçbir zaman bunların elinde olmaz. Büyük hisse sahipleri, ki bizim gibi ülkeler de genellikle yabancılardır. Küçük hisse sahiplerinin elindekini, avucundakini de bu yolla süpürüp, kendi ülkelerine ya da uluslar arası dev şirketlerine aktarıyor. Böylece ürettiğimizi, biriktirdiğimizi gönüllü olarak bunlara teslim ediyoruz. Bir yandan çok üretmemiz söylenirken, diğer yandan hiçbir şey üretmeden parandan para kazanmanın yolu olan menkul kıymetler borsasının özendirilmesi yeterince çelişkili ve manidar değil mi?

Dünyanın her yerinden milyonlarca belki milyarlarca insan Soros denen borsa spekülatörünün peşinde. Televizyonlardan, iletişim kanallarından adamın nereye yöneldiğini takip ediyor.  Bir insan bu kadar kişiyi, tabii ki bu kadar sermayeyi peşine takıp yönlendirebiliyorsa sen ne kadar üretirsen üret, bu işi yönetenlerin çıkarı seninkiyle çakışmıyorsa seni istediği zaman batırır, ekonomini de altüst eder. Krizler, faizler, batan bankalar, şirketler v.b. ile uğraşmak işi de sana kalır. Adamların istediği de zaten bu. Ondan sonra yalvar yakar kapılarına gitmek zorunda kalırsın. Artık kucaklarına oturdun demektir. Sana istedikleri anlaşmayı imzalatırlar.

Marx, Kapitalizmin kendi kendini iptal gibi bir çelişkiyi barındırdığını söyler. Proleterya’ yı da Kapitalizmin mezar kazıcıları olarak nitelendirir. Proleterya üzerine olan peşin fikri tutmadı. Kapitalizm, Proleterya’ yı pasifize edip, gönüllü köle haline getirdi. Ayrıca Marksizmin de emeği en yüce değer kabul etmek gibi kendi çelişkisi  var. Yalnız Kapitalizmin kendisini bitirmesi fikri tutacağa benziyor. Amerika’ nın bu kadar canavarlaşmasının sebeplerinden biri de bu olsa gerek. Başını İran ve Venezuella gibi petrol üreticisi ülkelerin çektiği, kendi petrol borsalarını kurma girişimi ve dolardan çıkıp avroya yönelmeleri bugüne kadar dünyanın her yerinde rezerv olan doların değerinin düşüşü, bu yolla cari açıklarını kapatan Amerika’ yı zora sokar. Ekonomisini bitirir.

Batı Sistemi’nin tahribatı yalnız tabiatta olmadı. Zihinleri kirletti, düşünceyi de tahrib etti. Bu zulüm sisteminden rahatsız olan herkese düşen görev: B.D.- İBDA dünya görüşünü doğru yorumlayabilmek, taraf olan veya olmayan herkes tarafından etrafında oluşturulan ve korkudan beslenen “Sükût Senfoni”sini kırabilmektir.

Baran Dergisi 2. Sayı