Faiz meselesi uzun zamandır Türkiye’de tartışılan bir mevzu. Geçtiğimiz günlerde de bir faiz artırımına gidildi. Bu husustaki görüşleriniz nelerdir?

Merkez Bankası genel anlamda sıkı politika uyguluyordu. Bu dönemde daha da sıkılaştırdı. Hem de enflasyon yüzde 13’lerden 10’lara düşmüşken. Önümüzdeki aylarda da yüzde 9’lara düşmesi bekleniyor. Merkez Bankası ne yaptı? Fiilî politika, faiz oranını yüzde 12.75’ten yüzde 13.5 kadar çıkardı. Bu normal şartlarda Türkiye ekonomisi için zararlı.

Nedir bu zararlar?

Bu faiz oranı artarsa kredi faiz oranları da ister istemez artacak. Tüketici, ticari kredi hepsi artacak, tırmandıracak. Bu hem reel sektörü yaralıyor yani ekonomik pastanın büyük kısmı finansal kesime gitmiş oluyor hem de gelir dağılımı dengesini bozmuş oluyorsunuz. Tüketicinin kaynakları bankalara akıyor.

Bu artırımın makul sebebi var mı MB’na göre?

Hayır yok. Anlamsız. Açıkçası şöyle söyleyeyim. Doğru bir para politikasının burada uygulanmadığı net biçimde görülüyor.

Keyfi değilse o halde başka bir sebebi olmalı?

Merkez Bankası’nın iktisadi anlamada öyle bir ideolojik sebebi var ki, bu yapı hep bankaları, finans kuruluşlarını kayırmaya meyilli davranıyor. Yani bu kasdi bir tutum olmaktan ziyade anlayışın getirdiği nokta.

Bir tür baskı hissediyor olabilir mi?

Evet, buna finansal kesim baskısı diyebiliriz. Merkez Bankası bir şekilde bu kesimlerin çıkarlarına uygun hareket ediyor. Bu hep böyle... Bunun haricinde şunu söyleyebilirim. Peki seçim öncesi neden böyle bir harekette bulundu? Bu iki kere daha kötü. Kanaatimce şu olabilir; “döviz kuru daha yukarı çıkmasın, şimdiden önlemimizi alalım, faizi artıralım” demiş olabilirler. Fakat bu mantık yanlıştır. Bankacıların, finans kesimlerinin tarihine baktığımızda, ne zaman MB bu tür durumlarla karşılaşsa ters tepmiştir.


“Merkez Bankası İletişim Kuramıyor”


Nasıl ters tepiyor?

Bu finansal kuruluşların, yatırımcıların koku alma kabiliyeti yüksektir. Kokuyu alır üzerine gider. Der ki; “MB bu şartlarda çekimser davranıyor, korkuyor kurlardan, engellemek için faizi artırıyor. O zaman biz buraya yüklenelim.” Aslında çok basit bir mantık. Mesela birisi bizi fazlasıyla ikna etmek çabası içinde olsun. Biri size durmadan çok güvenilir biri olduğunu sürekli tekrarlayıp duruyorsa siz ne düşünürsünüz? Herhalde iddia ettiği kadar güvenilir olmasa gerek der, şüpheye kapılırsınız. Burada da MB’nin durup dururken, faiz artırımına gitmesi, acaba ekonomide problem mi var? MB’de sorun mu var? Bizim gözümüzü mü boyamaya çalışıyorlar. Hatta şöyle de yorumlayabilir; “Yahu bu durum piyasada güvensizlik olarak algılanır, bu da kuru yükseltebilir. Ben en iyisi önce hareket edeyim.” Bu da anlamsızlığın ters tarafı, aynı sonucu doğuruyor. Zayıflık olarak algılanan durum yine yüklenmeye yol açar. Kur bu şekilde de tırmanır ki zaten öyle oldu. Kur önce hafif düştü, sonra yine tırmandı.

Psikolojik bir vakıadan bahsediyoruz sanırım?

Tabiî. Bu işin önemli bir kısmı kısa vadede psikolojiktir. Kısa vadeli işler hep psikoloji üzerinden döner. Günümüzde merkez bankaları için söylenen bir şey var: Yeni bir para politikası aracı… O da şu: Konuşmak. Konuşarak para piyasalarını yönlendiriyorsun. Bildiğin konuşuyor, MB Başkanı çıkıp konuşuyor, buna “policy speech” diyorlar. Mesela FED diyor ki, “ben gelecek yıl üç alanda faiz artırımına gideceğim.” Piyasalar da “aa ben de ona göre konumlanayım” diyor. Oysa bizde MB ne yazık ki konuşmuyor. Böyle genel-geçer, standart her zamanki klişeler. Bak, ezberledik artık söylüyorum: “Enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar para politikasında sıkı duruşumuz devam edecektir. Gerekirse ek sıkılaştırma yapılacaktır.” Bu laf hiç değişmiyor. Bu iletişim demek değil, karşımızdaki bize otomat şekilde tek cevabı verse bunun iletişim olduğunu mu düşünürüz? Hayır, aksine robot filan herhalde deriz. MB kafasının dikine gidiyor. Seçim öncesi bu karar çok yanlış. MB iktisatçılarının bile yanlış bulduğu bir adım bu. Duyduğumda çok şaşırdım. Hiçbir anlam veremedim. Akıl alır gibi değil.

Mali politika gözlemleriniz nedir?

Devletin uyguladığı politika. Bizim kamu borcumuzun milli gelire oranı yüzde 28. Bu oran çok düşük. Şöyle; Türkiye şu an dünyadaki en az borçlu ülkelerden biri. İlk üçte. Yıllık bütçe açığımız ise yüzde 1.5. AB’nin Maastricht kriterine göre yüzde 3. Yani bu kriterlere göre de yarısı kadar bir açık bu. Peki devlet ne yaptı? Hani “seçim ekonomisi” uygulanır böyle dönemlerde. Bizim devlet anti-seçim ekonomisi uyguluyor.


“Bürokrasinin Yeniden Yapılandırılması Ancak Başkanlıkla Mümkün”


Tam burada bürokratik oligarşiye temas edelim isterseniz. Başkanlık sistemine geçişle birlikte ilk ele alınacak sorunlardan biri de bürokratik yapının işleyişi. Ekonominin bu sistemden alacağı pay ne?

Doğru, bürokrasi şu anda hem yeni sisteme geçilecek diye, hem de kendi yapısında barınan psikolojiden ötürü tamamen durmuş vaziyette. Bu insani bir şey, normal karşılanabilir. Hareket alanının daraldığını hissederseniz, hem iş yapmaz hem de ayak dirersiniz. Diğer yandan devletin para harcamamasının sebebi şu; hani 90’lı yıllarda en temel sorunlardan biri de bütçe açığıydı. AK Parti hükümetlerinin ilk başarılı olduğu hususlardan biri bütçe disiplini. O şekilde harcamalar düzenlendi, sosyal harcamalar genişletildi, tasarrufa gidildi. Bu disiplinde son yıllarda aşırıya gidildi neredeyse. 28.5’lik rakamdan bu anlaşılıyor. Bir de, ekonomik genişlemeyi sağlaması yanında mesela geçen sene muslukları sıktığını görüyoruz. Harcamasını artırması gerekirken bunu yapmadığını görüyoruz. Yüzde 7.4 büyüme gayet iyi. Ancak vatandaşın cebini ısıtacak şekilde bu büyümenin hissedilmesi lazım. Mesela emekli maaşına seyyanen zam, ÖTV indirimine gidilebilir ki düşecektir.

Başkanlık sisteminde ekonominin alacağı şekil üzerine neler söyleyebilirsiniz. Bu sistemde bürokrasiye göre yetki ve sorumluluğun ne kadarı başkanda?

Milletvekili seçimi gibi değil. Cumhurbaşkanı kendi kadrosunu seçiyor. Bu noktada büyük holding, şirket yönetimi gibi… İyi çalışmazsa bir başka müdür seçersin. Cumhurbaşkanlığının da böyle olması lazım. O noktada ciddi bir potansiyelimiz var. Bürokrasinin yeniden yapılandırılması bizim için daha önemli. FETÖ kırk yılık bir yapılanma kolay değil mücadelesi… Öyle olursa FETÖ gibi yapılarla daha kolay mücadele imkânı doğar.


“Zamlar ÖTV ile dengelenebilir”


Akaryakıt vesair zamlarını neye göre açıklayabiliriz?

İnsanlar büyüme varsa gelirim de, maaşım da artsın diyor. Bundan daha anlaşılır bir beklenti olamaz. Kur ve petrol fiyatlarındaki artışla benzin de zamlanıyor. Sonra petrol düşüyor, benzin de. Bir zam bir düşür, bir zam bir düşür bu gerçekten psikolojik anlamda zararlı. Benim bu hususta tavsiyem var. Diyelim ki petrole zam geldiğinde ÖTV indirimi yapılsın, petrol ucuzladığında ÖTV’yi dengelesin. Bu KDV, ÖTV gibi gelirden alınmayan dolaylı vergiler vardır. Bir de gelirden alınan direkt vergiler var. Birçok ülkede toplam vergi gelirleri içinde dolaylı vergilerin payı yüzde 50 gibidir. Gelirin yarısı dolaylı, yarısı doğrudan vergiden. Bizde ne yazık ki dolaylı vergilerin toplam vergi gelirine oranı yüzde 70’lerde. Bu çok yüksek bir oran, yarı yarıya inmesi lazım. Birçok üründe KDV’nin de belki yüzde 1’e düşürülmesi gerekiyor. Neden? Çünkü bu vergiler fakirden de aynı, zenginden de aynı alınan vergiler. Burada sıkıntı var. Bunun için gelir vergisine ağırlık verilmeli. Gelire göre açığını kapat. Seçimler için fazla bir süre de kalmadı. İki ay için seçim ekonomisine gidilemez ancak buradaki iyileştirme vatandaşa yansıtılabilir.


“Altın Varsa Operasyon Etkilemez”


Milli, yerli para davası var öte yandan. Hatta komşu ülkelerden bazılarıyla ticarette bazı girişimler sözkonusu bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ilginç bir mevzu... Amerika’nın hiç hoşuna gitmeyecektir. Küresel hakimiyeti zarar görür. TL’nin kullanılabilmesi için Türkiye ekonomisinin daha güçlü olması lazım. Aslında yüzde 9 civarında dış ticaret TL ile yapılıyor. Bu iyi bir oran... Ama bu oranın daha üst seviyelere çıkarılması hiç kolay değil açıkçası. Bir sürü ülkeyle ticaret yapılıyor bunların hepsi TL’yi kabul edecek? Bu çok mümkün değil. Bizde ihaleler bile dolarla yapılıyor değil mi? İnşaat sektörü mesela? Neden? Çünkü dolar TL’ye göre daha istikrarlı geliyor.

Aşamalı olduğu takdirde bu imkân konuşulamaz mı? Bir de altın unsuru varken?

Aynen öyle aşamalı olabilir fakat yüzde 10-15 tamam yüzde 50-60 bayağı uzun vade işi görünüyor. Tabi biz ne kadar TL ile yapmaya çalışırsak o kadar iyi. Altın ise son yıllarda gayet istikrarlı. Altın kullanmak ABD ekonomisini sarsma noktasında etkili olacağından hegemonyasını da ortadan kaldırma noktasında iyi. Bu yine de harika bir şey değil çünkü altının fiyatı da dolar üzerinden. Kılçıklı bir iş. Dolarla alınıp satılıyor. Ama altın üzerinden operasyon yemezsiniz. Çünkü altının fiyatını değiştirmeye çalışmak sıkıntılı. Yine dolar operasyon yaparsa sen altın kullandığın için geçmiş olsun.


“Yurtdışına Sermaye Kaçıranlar Olabilir”


Türkiye ekonomisinin finansal operasyonlara dayanıklı mı, gücü ne ölçüdedir?

Bankacılık sistemi kendi içinde sağlam. Üflemelerden etkilenmez. Kredi geri dönüşleri yüksek, ödenmeme durumu yüzde 3 civarında. Gayet düşük bir oran. Öte yandan bankalar için “döviz açığı” diye bir şey var; bankaların döviz borcu. Bunun döviz varlığına, gelirine oranı. Döviz borcun var mı? Hatta geçenlerde Moody’s Kredi Derecelendirme kuruluşu, “Türkiye’nin zayıflığı yönünde şunu demişti: “Bankaların verdiği kredilerin yüzde 33’ü döviz üzerinden. Türkiye ekonomisi bunun için fazla hassas” falan… Para dergisinde yazmıştım, şöyle dedim; bu derecelendirme şirketi bildiğiniz sahtekârlık yapıyor. Nasıl? Bankaların döviz kredisinden bahsediyor ama döviz mevduatından bahsetmiyor. Şu an bankalardaki toplam döviz mevduatı ne biliyor musunuz? Bu mevduatın yüzde 40 küsuru döviz mevduatı var. Kesinlikle bir açık yok. Zaten açık olsa şimdiye kadar elli kere kullanmışlardı.

Peki, yurtdışına para kaçırma veya yatırım kılıfı altında para kaçırmak? Yakın zamanda TÜSİAD etrafında döndü bu mevzu?

Bu yurtdışına yatırım yapan veya yabancı şirketin kârını yurtdışına çıkarmasıyla ilgili bir husus değil. Muhtemelen Erdoğan’ın bizim bilmediğimiz şeyleri bilmesi sözkonusu. Bazıları ülkede gerçekten sıkıntı çıksın diye yurtdışına parasını kaçırıyor olabilir. Mesela “offshore” dedikleri vergisiz sermaye saklayan bankalar var. Virginia, Singapur, Karayipler gibi… İsviçre veya diğer bankalardan kredi alınıyor görünürsünüz, orada kredi faizi, giderler var diyerek yurt içinde kârınızı daha küçük gösterebilirsiniz. Buradaki bankanızla da gider vergisinden kaçarsınız. Hem sermayeyi daha az gösterirsiniz, hem maliyeti yüksek gösterebilirsiniz. Sistem buna müsait. TÜSİAD’a gelince… TÜSİAD sermaye olarak güçlü bir yapı bugün. Belki eskisinden de güçlü. AK Parti hükümetleri döneminde daha da büyüdüler. Hatta devlet destek oldu. Ama başka şirketler de doğuyor, büyüyor. Kahir ekseriyet Anadolu insanı, payı olmalı. Anadolu’nun kalkınması gerekiyor. Yalnız TÜSİAD’ın siyasetteki etkisi, yönlendirme çabaları zayıfladı. Eskiden daha güçlüydü. Şimdi pek konuşmuyor, karışamıyorlar.

FETÖ operasyonlarında da ciddi paralar oldu kaçırılan?

Şirketler üzerinden büyük rakamlar ülke dışına çıkardıkları oldu. Şu aşamada ülkeye ne kadar zarar verirsek o kadar kâr gören bir yapı bu. FETÖ’yle mücadele sadece devletin değil, hepimizin olması gereken bir mücadele. Terörün her türlüsü var FETÖ’de. Devlet içinde belli paraları yönetmeye çalışanlar, bürokrasi içindeki kriptolar ne yapsa da etkilerinin son derece sınırlı olacağın düşünüyorum.


“Uzmanlaşma Sıkıntısı Had Safhada”


Yurtdışı operasyonlarımız var. Afrin, daha önce El-Bab… Savunma giderleri ve silah sanayii üretimi. Afrin’den Kandil’e bir dizi operasyon kaçınılmaz hal aldı. Savunma ekonomisinin genel ekonomiye göre ağırlığı nedir? 

Zaten bu tarz operasyonları göreceli olarak büyük ekonomiler yapabilir. Türkiye’nin toplam milli geliri 3.1 trilyon TL. 800 küsur milyar dolar yapıyor. Yıllık milli gelir. Bunun sosyal sigorta harcamaları hariç dörtte biri devletin vergi geliri, 200 milyar dolar. Bu tarz operasyonlar 1 veya 2 milyar dolar tutsun. Aslında bunlar ciddi rakamlar. Ama bakıyorsunuz devletin vergi gelirinin yüzde 1’i bile etmiyor. Veya ülkenin milli gelirinin binde biri de etmiyor. Sizin yeterince güçlü ekonominiz varsa bunun maliyetini çok düşünmeden operasyonlarınızı yapabilirsiniz. Hatta şöyle bir faydası var. Gittiğiniz yerleri imar da ediyorsunuz. Bu ekonomik hareketliliği beraberinde getiriyor. Bunu da biz yapıyoruz zaten. Şunu söyleyeyim; bizim medyada ne yazık ki uzmanlaşma düzeyi yüksek değil. Ekonomi muhabirleri uzman ekonomist değil. Her şeyin muhabirliğini yapıyorlar. Genel olarak uzmanlaşma sıkıntısı had safhada. Bunu her yerde görüyoruz. Ne yazık ki herkes hoşuna gittiği gibi konuşuyor, altını doldurmuyor. Risk gören de altını doldurmuyor. Bunu yapmaya ne vakti, ne isteği ne de uzmanlığı var. Dört dörtlük insan olalım anlamında demiyorum, bu ülkenin iyiliğini düşünen insanlar olarak kendimizi çok güzel savunabilir, anlatabiliriz değil mi? Bir sürü eksiklik yüzünden birçok ortayı gole çeviremiyoruz. Yoksa Türkiye ekonomisinin elbette sorunları var. Ancak genel bakıldığında göreceli olarak sağlıklı bir ekonomi. Finans sistemi öyle. Ha, krize giden bir durum yok. Bir sürü reform gerekiyor mu gerekiyor.


“Ekonomik Eksen Asya’ya Kayıyor”


Peki Batılı ekonomilerin durumu nedir, doğu-batı şeklinde ikiye bölünmüş bir küresel ekonomiden bahsedebilir miyiz? Bir kuşak-bir yol mesela… Bu neye işaret ediyor?

Doğu yükseliyor Batı alçalıyor diyebilirim. Dünyada ekonomik eksen Asya’ya doğru kayıyor. Bir kuşak-Bir Yol projesi yani klasik adıyla İpek Yol projesi doğunun gidişatını güçlendiriyor. Zaten dünyada şu an ekonomi ve ticaret Asya’ya kaymış vaziyette. ABD ekonomisi olmasa çoktan gerçekleşmişti bu. ABD’nin eski ağırlığı kalmadı. ABD bugün satın alma gücü paritesine göre -kur paritesine göre değil- 2011’den beri dünyanın ikinci ekonomisi konumuna düştü; dünyanın en büyük ekonomisi artık Çin.

Çin’in fazla abartıldığını düşünenler de var yalnız?

Değil. Şöyle ki, Çin’de birçok alanda yatırımda bulunan Amerikan şirketi var. Bu şuna benziyor. Bizdeki büyük kulüplerin durumuna benziyor. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi.. Yabancı oyuncu sayısı çok. Bu takımlar “Türk takımı” mı, değil mi? Senin Türk organizasyonun çatısı altında oynuyor bu oyuncular. Önemli olan sistemin kime ait olduğu… Sistem kimin? Sistem Türklerde olduğuna göre bunlar Türk takımıdır. Çin’de değişik milletler olabilir, problem değil. Bunlar nihayetinde Çin’de üretim yapıyor. İş bitmiştir. Bu işi ABD’de veya başka yerde yapmak çok pahalı. Fabrikanın olduğu yer Çin. ABD’deki Kentucky değil yani. İstediği kadar Kentucky’li şirket olsun.


“Kayıtdışı Kalmak İsteyenler Bitcoin’i Sevdi”


Öte yandan Blackchain dedikleri teknoloji tabanlı yayılan bir “dijital para” gerçeği var. Bitcoin gibi? Bu akımın aldığı yön nedir? Dünya çapında uygulanabilir şey mi, alternatif para mı yani?

Şöyle alternatif; paranın nihayetinde borç-alacak ilişkisi bugün devletin kontrolünde. Bitcoin buna bir tür başkaldırı. İnternet çağında böyle bir şey olacaktı zaten. Neden? Borç-alacak ilişkisi internette de tutulabilir. O zaman alın size kripto paralar. Bu ilişkiyi internette güvenli bir şekilde tutabiliyorsanız o zaman bu tarz paralar ortaya çıkar ve insanlar bununla alışveriş yapar. Kayıt dışı ekonomi ve ticaret yapan kişiler Bitcoin’in türevlerini çok sevdiler. Devlet kontrolünün dışındalar çünkü.

Sorumlu tutulacakları kanunlar yok tabi...

Evet, bu açıdan sıkıntılı. İllegal birçok iş ciddi şekilde buralardan yol buluyor. Türkiye’de de bu net biçimde anlaşılabilir. Ülkemizde Bitcoin aramalarının en çok yapıldığı şehirler sınır şehirlerdir. Doğu, güneydoğu, Trakya gibi.. Kaçakçılığa elverişli görülen yerler. Kaçakçılığa hevesli olanların ilgisini çekiyor. Şöyle bir durum sözkonusu olabilir. Mesela dolar hegemonyasından kurtulmak için mesela istikrarlı, sağlam bir para olsa ve siz ticaretinizi bu kripto paralar üzerinden yapsanız dolar hegemonyasına zarar verecektir. Ancak devletlerin bunu değerlendirmesi için henüz erken. Bu kripto paraların oturması gerekiyor.


Baran Dergisi 590. Sayı