1 Kasım 2008... İstanbul’da pastırma sıcakları… Mahmud Efendi’yi ziyaretten dönüyorum. Dostlarına müjde, düşmanlarına korku olarak, sağlık ve sıhhatinin yerinde olduğunu belirteyim. Kısa görüşmemizde, cezaevinde yatmamdan ve İBDA’cı olmamdan bahisle, “her İBDA’cıyı içeriye almıyorlar” diyerek, hem bana hem çevredekilere yönelik bir söz söyledi. Dua etmemizi (zannımca cezaevindekileri de kastederek) buyurdu. Ben de, “siz de dua edin!” dedikten sonra “Allah sizi başımızdan eksik etmesin!” diye yüksek sesle dua ederek oradan ayrıldım. Yakınlarının temiz ve düzenli çalışmaları dikkatimi çekti. Dışarıda bekleyen Cübbeli Ahmet Hoca, Hocaefendinin Medine vekili (yanılmıyorsam) Muhammed İzzet Hoca ve diğer Müslümanlarla selamlaşıp -musafaha edip- yanımdaki iki kişi ile oradan ayrıldık; binbir başlı mahluk arasına ve şehrin gürültüsüne maalesef dâhil olduk.
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun 53. eseri “İnsan”, alt başlığı, “Erkek ve Kadın”…
Mütefekkir-mehdî Salih Mirzabeyoğlu, İBDA Külliyatının üzerinde yükseldiği ilk eseri Bütün Fikrin Gerekliliği ile insanî hakikate giriş yapmışken yeni eseri “İnsan”da ise, mevzuu kendi başına ve derinliğine incelemekte, ulvî mücerredle süflî müşahhas birlikteliğini temin etmektedir. Tabiî ki kahvehane ve televizyon kültürü ya da bildik kadın-erkek ilişkileri nevîinde de değil.
İBDA Külliyatı, hayatın her sahasındaki meselelerde bizlere sarf edeceğimiz ana sermayeyi verirken, geliştikçe kendisiyle gelişeceğimiz ve her dem sermayemizi artıracağımız imkânlar sunmaktadır; yeter ki içine girmek ve onda derinleşmek için cehd sarfedelim. İBDA Külliyatındaki kültürel malzemenin ve ipuçlarının kıymetini bilelim ve hayvandan ve melekten farklı olarak, oluş zenginliği ile zenginleşelim ki, insan hürriyetini ancak böyle bulur.
Bir şey yapmaya (yapmamakta yapmaktır) ve karar almaya sahip insan.
İnsanın köklerine inen Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun daha önce yayınlanan Berzah adlı eserine vurgu yapmalıyız ki, insanın dünyadaki vaziyeti anlaşılsın, “İnsan” eserinden bu husus:
“İnsan, Allah ile âlem arasında berzahdır.”
İnsan, yansıtan bir aynadır, basit bir ayna değil, her iki yöne doğru yansıtabilen ve irade sahibi… Eserden:
“Şuur ve Şuuraltının Rolü” isimli eserinin bize açtığı en önemli ufuklardan biri, “in’ikas ettirmeler-Yansıtmalar”dır. YANSITMA, enteresan bir hadisedir. Bu hâdise: “FERT, HÂDİSEYLE KENDİ İÇ HAYATININ BİR BELİRTİSİ OLAN RUHÎ BİR NOKTANIN VEYA BÜTÜNÜN İZİNİ, DIŞ DÜNYANIN BİR NESNESİ ÜZERİNE YANSITIR.”
Psikanalizin kurucuları ve sistemleri… “İnsan” eserinde “söylenişindeki ihtiyaç doğru ya!” tesbiti doğrultusunda hata ve sevaplarıyla değerlendirilir; “hakikat herkesin malıdır” ölçüsünce haklı ve faydalı yönleri işaretlenir ve bize vurgulamalarla gösterilir:
“Derinlik psikolojisinin-PSİKANALİZ’in üç büyük kurucusundan sonuncusu Adler:
-İNSAN OLMAK, KENDİNİ EKSİK-HATALI HİSSETMEK VE ÜSTÜN BİR POZİSYONU ELE GEÇİRMEK İÇİN ÇABA HARCAMAK DEMEKTİR.”
Eserde üzerinde durulduğu üzere, insanın efendiliği hatasından gelmektedir; hata onu efendilik tahtına çıkarmıştır. Hatasını kabul ve kendisiyle çatışıp onu aşması şartıyla…
“Dünyaya atılan ben / oltanın ucunda yem / Bir güzele vuruldum / Hayal içinde âlem…” Salih Mirzabeyoğlu’nun Kayan Yıldız Sırrı adlı eserinden…
Demek ki, insanın berzah vasfı dünyada av olmaktır; ama hayâlden ibaret dünyanın avı değil, asıl âleme nisbetle kendini feda ediştir, aslına ve aslî vatanına sadakattir. Bu uğurda dünya hayatını imar çabası, insan aksiyonu…
İnsanın en büyük düşmanı kendisi, kendi nefsi… İçimizdeki düşmanı yine içimizdeki sesle (vicdan, Allah korkusu, şuur… ile) yeneceğiz!
“Küçücük yavru kuştum
Issızlıktan sarhoştum
Gördüm de neyi gördüm
Ben kendime yokuştum”
Diyen Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun mısralarından insanî oluş, şiir tadında… Biliyorsunuz şiir, şuur kökünden geliyor, icmaldir, özetlemedir, tafsil değil. Yalnız, yapayalnız insan… Hiç kimse, hiç kimsenin gözbebeğinden bakamayacağı gibi, hiç kimsenin şuuru-idrakı, sinirleri-hassasiyetleri bir diğerinin aynı değil… Nice yakınlıklar hicran bırakır; insana asıl yaratıcıyı hatırlatır.
“Yapayalnız ölürüz!” sözünün Külliyatta tafsili, “yapayalnız yaşarız!” şeklinde.
Şeyh Sâdî’nin sözüyle: “İnsan, bir damla kan, bin kaygı”.
Bu dünyada insanın ruhu doymaz, çünkü asıl yurdundan buraya atılmış ve misafir konumunda. Bir tarafı ile yere mıhlı iken, bir tarafı ile de göklere iştiyakı var; bir berzah insan, Emr âlemi ile Halk âlemi arasında, ikisinin de özelliklerini taşıyor ama tam olarak hiçbiri değil! Ruhu asıl vatanını özlüyor; her nakışta o mânâ, derin kökler…
“Hata” deyince, Dr. Hawari Kayser’in (Dr. Hakkı AÇIKALIN) meseleyi güzel toparlayan ve anlatan “Kuantum ve Ötesi” kitabında da bahsedilen, büyük fizikçilerin hataları olan teorileri-hipotezlerinin, ne kadar büyük kıymete hâiz olduğu! Bugün Newton fiziği hatalanıyor ama, Newton hatalarıyla da devleşti. Aynı şekilde Oklid geometrisi de, Einstein de öyle. Bugün Darvin’in teorilerinin inandırıcılığı hiç kalmadı fakat, “söylenişindeki ihtiyaç doğru ya!” tesbitiyle hataları bile meziyet olarak çıkıyor karşımıza.
“Hakikate erdiren hata” diyelim.
“İnsanî hakikate ulaştıran hata” diyelim.
“Allahı bulduran hata” diyelim.
“Hiç günah işlemeseydiniz, sizi helak edip, günah işleyen kavimler yaratırdım” ilahî ölçüsü.
Hatanın temenni edilmemesi amel hikmeti, ama insanın boynundaki berat ise hatası; kader sırrı…
İnsan, nisyandan (unutmaktan) geliyor.
İnsan, hatadır, insanı efendilik tahtına oturtan hatasıdır. İnsan, “Hata Efendi”dir diyebiliriz.
Demek ki hatasını kabul etmeyen insan da, Kadı İyaz’ın sözünde olduğu gibi “ahmak” hükmüne düşüyor.
İnsan için çatışma şarttır; kendisiyle çatışmadan kendini aşamaz ve mutlu olamaz! Yetersizlik gerilimi, gerilim gelişimi ve gelişim mutluluğu getirir. Kuvvetlenmek için üzerimizdeki yükü-çatışmayı artırmak gerekir, yoksa azaltmak değil; tabiî sindire sindire, belli bir sürece yayarak. Eğitimde de böyledir, sporda da böyledir, herhangi bir meslekte de böyledir.
İnsan yük taşıyıcıdır. Allah’ın Kur’an’da bildirdiğine göre, dağın-taşın kabul etmediği ilahî emaneti insan yüklenmiştir. İnsan bu vasıfları taşımaktadır. Emanet ve onun zıddı olan hıyanet, insana özgüdür, hayvanlarda yoktur.
“Abdulhakîm Arvasî Hazretleri, mücerret inanmanın kıymetini bildirmek üzere, “inan da istersen bir odun parçasına inan!” buyuruyor; bu sözün kıymetini, Nazi kamplarında olgunlaşan bir psikoloji okulu-logoterapi bahsinde daha iyi anlayacağız. Mücerret inanmanın merkezinde, Allah’a imân var, inanma bunun için yaratıldı. Yine Efendi Hazretleri, “imân zayıfladığı zaman bedenî rahatsızlıkların artacağına” dikkat çekmiştir. Ruhî rahatsızlıkların fizikî rahatsızlıklara, fizikî rahatsızlıkların da ruhî rahatsızlıklara sebep olduğu, bugün psikoloji-ona bağlı tıb ve tıb ilmi tarafından genel kabul görmüş, genel bilgi olmuş bir gerçek.”
Yine “insan” eserinden “logoterapi” bahsinden, hayatın mânâsı:
HAYATTAKİ HER DURUM, İNSANA MEYDAN OKUDUĞU VE ÇÖZÜLECEK BİR MESELE GETİRDİĞİ İÇİN, HAYATIN MÂNÂSI MESELESİ GERÇEKTE TERSİNE ÇEVRİLEBİLİR. NİHAÎ MÂNÂDA KİŞİNİN, HAYATIN MÂNÂSININ NE OLDUĞUNU SORMAMASI, BUNUN YERİNE SORULAN KİŞİNİN KENDİSİ OLDUĞUNU KAVRAMASI GEREKİR. TEK KELİME İLE, HER İNSAN HAYAT TARAFINDAN SORGULANIR VE HERKES SADECE KENDİ HAYATI İÇİN CEVAB VERİRKEN HAYATA CEVAB VERİR; SADECE SORUMLU OLARAK HAYATA KARŞILIK VEREBİLİR. BU SEBEPLE LOGOTERAPİ İNSAN VAROLUŞUNUN ÖZÜNÜ, SORUMLULUKTA GÖRMEKTEDİR.”
“Daha iyi” bir insan ve “daha iyi” bir toplum?.. Hayatın sualine cevab veremeyenleri hayat yutar ve mutluluğu bulamazlar.
BÜYÜK DOĞU-İBDA SİSTEMİ, hayatın sualine karşı verilmiş hayatî bir cevab; geliştikçe gelişecek prensipler manzumesi.
Aslında yavşaklardan uzak safiyet kazanıp içimizi dinlesek, “öğrettiğimiz ancak hatırlatmadır” ölçüsünce insanî hakikatimiz olduğunu anlarız-hatırlarız. Bize, bizdekini hatırlatan BD-İBDA İslâma muhatap anlayışı, kendinden zuhurumuzdan başka bir şey değil, yani biziz!
“Şekil insan” ve “kâmil insan” arasındaki fark… “Şekil insan”, “hayvan insan” demek, “kâmil insan”, “halife insan” demek…
Biri, dünyaya niye gönderildiğinin şuurunda, emanetini ve memuriyetini taşıyan insan, diğeri, şekil olarak insana benzese de, sinekle kartalın uçma müşterekliğinde bir olması gibi, “hayvan insan”a tekabül eder. Ve ikisi arasındaki mücadele (iman-küfür savaşı) halifelik misyonunun tecelli zeminidir, yeryüzünde insanın imtihanı ve insanî hakikatin hâkimiyeti. Kendi cinsiyle savaşan insanın samimiyeti…



Baran Dergisi 96. Sayı