Yahudi Siyonistler ortaya bir dünya küresi koyar, onun üzerine de Hristiyan Siyonist Evanjelikler, Müslüman(!) Siyonistler ve onların tasmalı köpekleri el basar ve onlara göre “Vaad edilen” topraklarda hâkim olup, dünyanın geri kalanına hükmetmenin hayallerini kurarlardı. Kabalistlerin hesapları, Hahamların ve Evanjelik Papazların beklentileri de hep bu yönde değil miydi? Zamanı gelmişti, tam da şimdiydi değil mi?

Yoksa değil miydi?

E değildi tabiî. Kabalistlerin yaptığı hesabların bir hakikati vardı elbet, ne var ki o hesab hakikati veriyordu ve kendileri ise hakikate düşman idiler.

İslâm Âleminin Mihrak Ülkesi

Arab Baharı, bütün İslâm ülkelerini yıkıp, bölgede Yahudi hâkimiyetine rıza gösterecek yeni rejimler tertib edilmesi için planlandı ve icra edildi. Domino taşı gibi köksüz, temelsiz ülkeleri birbirinin üzerine yıktılar. Anadolu ise maruz kaldığı saldırıları bertaraf edebilmek için elinde kalan son çareye, yâni bin yıllık köklerine döndü ve ona öylesine sıkı sarıldı ki, onu devirmekte bir türlü muvaffak olamadılar. İşte, hesabın tersine döndüğü nokta burası oldu. Bütün hesap İslâm âlemini yok etmek üzere kurgulanmışken, deviremedikleri Türkiye bir ân da İslâm âleminin mihrakı hâline geliverdi. Küfür, tek millet hâlinde ermişlerinin(!), yâni Kabalistlerin hesabına göre kendi menfaatleri istikametinde hareket ettiğini zannederken, hedeflediklerinin tam tersi bir amaca hizmet etmiş oldular. 15 Temmuz’a kadar kafasını dışarı çıkartmadan, soluksuz bir şekilde kurguladığı Arab Baharı’nı seyreder görünen Yahudi Devleti’ni işte ondan sonra bölgenin her yerinde görmeye başladık. Suriye’ye hava saldırıları, Filistin ve Gazze’ye yeniden yüklenmeler, Mısır’la Filistinlileri Sina çölüne sürmek üzere çeşitli ittifaklar, Suudla işbirlikleri, diğer “Müslüman” Körfez ülkeleri ile Yahudi Devleti’nin arasını yapmalar, Kudüs’ü Amerika’daki Evangelikler marifetiyle başkent ilân etmeler, Rusya ile Suriye pazarlıkları ve en nihayetinde bizim direkt olarak bekamıza el uzattıkları Kıbrıs ve Doğu Akdeniz meselesi… Görüldüğü üzere 15 Temmuz’da yalnız Anadolu’da değil, dünyada da cin şişeden çıktı.

Hafızasını Geri Kazanmaya Başlayan Anadolu

15 Temmuz sonrasında bünyedeki kanserli hücrelerin bir kısmından kurtularak, Türkiye’nin nisbeten de olsa sıhhat bulmasının neticelerini süratle görmeye başladık. Suriye’nin kuzeyinde Anadolu ile Arab âlemi arasına çekilmek istenen sette yönelik olarak gerçekleştirilen harekâtlarla birlikte bir asır sonra yeniden dışa doğru filiz veren Türkiye, hafızasını geri kazanmaya başladıkça dışarıdaki hareketliliğini da hızlandırdı. Katar, Somali ve Sudan’da askerî üsler kurarak Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hind okyanusuna yeniden göz gezdirmeye başladı; Avrupa’nın Libya’yı sömürmesinin önüne taş koydu; Avrupa’nın Ermenistan’a olan desteğine rağmen Azerbaycan’ı destekleyerek senelerdir işgâl altında tutulan bölgelerin kurtarılmasını sağladı ve böylelikle Türkiye ile Hazar Denizi arasındaki Ermeni seddini yumuşattı; Umman ve Yemen’e askerî üs kurmak için çalışmalara başlandı; Doğu Akdeniz’de Avrupa ve Yahudi Devleti adına mayın eşekliği yapmaya yeltenen Yunanistan’a aman verilmedi ve hattâ onun çapının yetmediği görülünce kendisini ortaya atmaktan çekinmeyen Fransa’ya dahi pabuç bırakılmadı…

Türkiye bunları yaparken, kürenin üzerine el basanları bir araya getiren Amerikan Başkanı Donald Trump seçimleri kaybetti ve düne kadar İran ve Türkiye öcüleri ile korkutularak Yahudi Devleti’ne yanaştırılan başta Suudî Arabistan olmak üzere Arab rejimleri, doğan belirsizlik havasından hiç de hoşnut olmadılar. Yine bu süreçte Katar ile Suudî Arabistan’ın barıştırılması sanki Katar’ın da Yahudi ile normalleşen Arab rejimleri safına sokulması şeklinde lanse edilmeye çalışılmışsa da, aslında Katar’ın Yahudi ittifakına kaymasından ziyade burada söz konusu olan Suudî Arabistan’ın Türkiye’ye göz kırpması şekilde değerlendirilmelidir.

Düne kadar askerî birliklerinin kendi sınırları içindeki intikalinde bile istihbarat zafiyeti gösteren ve güzergâhlar FETÖ tarafından dakikası ve noktasına kadar PKK’ya aktarılan Türkiye’nin, bugün dünya çapında gerçekleştirdiği siyasî ve askerî operasyon kabiliyeti takdire şayandır.

Büyük Doğu Coğrafyasında Büyük Doğu Perspektifi

Türk dış politikasının üzerinde işlediği coğrafyaya göz atıldığında görüleceği üzere, bu topraklar Büyük Doğu coğrafyasının birer parçalarıdır. Şimdi bilhassa Batıcı, kemalist ve liboş muhalefet sık sık soruyor, “Bizim oralarda ne işimiz var?” diye. İktidar ise şimdiye kadar bu siyasetin Türkiye’nin dış politikada aktif bir tutum sergilediğinin göstergesi olmasının dışında bir argüman ortaya koyabilmiş değil. Oysa ki bir memleket dış politikada aktifse, bunun bir gayeye matuf olması ve sorulan soruya cevab olarak da bu gayenin kendisinin ortaya konması gerekmez mi? İster şartlar buna zorladığı ve müsaade ettiği için, isterse şuurlu olarak icra ediliyor olsun, bugün Türkiye’nin dış politikasının perspektifi her iki hâlde de Büyük Doğu’nun Anadolu’ya yüklediği iç olması hedefli dış politika vizyonu çerçevesindedir. “İç olması hedefli dış politika”dan kastımız, konu olan tüm bu memleketlerin İslâm müşterek paydası çerçevesindeki birliğinin tesis edilmesi lüzumuna dair…

Büyük Doğu Ticaret Birliği

Türkiye’nin siyasî ve askerî siyaseti şimdiye kadar muvaffak olmuşsa da, bu süreçte elde edilen karşılıklı kazanımları perçinlemek ve hem de bu siyasetin bilhassa ikinci ve üçüncü taraf ülkeleri tarafından bir sömürü değil de işbirliği gayesi taşıdığının hâl ile izahı için Türkiye’nin dış iktisat politikasının ortaya konması zaruret hâlini almıştır. Biz geçtiğimiz sayılardan hatırlanacağı üzere bunun için Büyük Doğu Ticaret Birliği bahsini ortaya koymuş ve altına endeksli Türk Lirası üzerinden Türkiye’nin haiz olması gereken dış iktisat politikasının genel çerçevesini paylaşmıştık. Gelinen noktada, Türkiye, Büyük Doğu perspektifinde izlediği dış politikanın kalıcılığını sağlamak ve bu ittifaka yeni ülkelerin de dahil olması adına teşvik edici olmak için Büyük Doğu Ticaret Birliği fikrini benimsemek ve işletmek zorundadır. Türkiye’nin İran ile beraber Arablara bir öcü gibi lanse edilmesinde kullanılan algının yıkılması bile belki de Türkiye’nin ortaya koyacağı bu dış iktisat siyasetine bağlıdır.

***

Trump’ın üzerine el bastırdığı küre çöktü, Kabalist Yahudilerin hesapları için olmazsa olmaz gördükleri Trump seçimleri kaybetti. Yahudilerin hesapları aslında doğru; artık herkesin bildiği üzere, 2022 senesine kadar Süleyman Mabedini inşa edemez ve vaad edilen topraklara erişemezlerse, Yahudi Devleti’nin tarih sahnesinden silineceği kehanetinde bulunuyorlar. Biz onların bu kehanetine, Yahudi Devleti’nin 2023’ü görmeyeceğine olan inançlarına sonuna kadar katılıyoruz. Ne Amerika, ne de Amerika yerine kendisine rol arayan Avrupa’nın ve ne de istikbâli küfrün önünde eğilmekte gören Müslüman ülkelerin rejimlerinin beyhude çabaları Yahudi Devleti’ni ayakta tutmaya yetmeyecektir.

Şimdi zaman, Büyük Doğu zamanıdır ve mekân Anadolu’yu fersah fersah aşmıştır.

Baran Dergisi 726. Sayı