Venedik elçisinin Dersaadet’e, Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri’nin huzuruna geleceği haberi üzerine devlet erkânı kaliteli libaslar, kaftanlar giyinmiş; Yavuz Sultan Selim Han ise üzerine gayet sade ve gösterişsiz bir kıyafet almış, tahtının basamakları üstüne de kılıcını koymuştu. Elçi huzura çıkıp, padişah hazretleri ile görüştükten sonra, padişah gitmesini salık vermiş ve ardından da vezirlerinden birini gönderip, elçiye kendilerini nasıl bulduğunu sormasını emretmişti. Vezirin elçiye padişah hazretlerini nasıl bulduğunu sorması üzerine o kâfir şöyle yanıt verdi: “O kılıcın parıltısı öyle aldı ki gözümü, kendilerini göremedim bile.” Vezir, elçinin hayret ve ürküntü içerisinde belirttiği bu intibaı padişah hazretlerine anlattı. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim Han’ın yüzünde ince bir tebessüm belirdi, şehadet parmağıyla kılıcını işaret etti ve o anda huzurundaki devlet erkânının kulaklarında hiçbir Müslüman’ın bir lahza olsun unutmaması gereken şu sözleri yıldırım gibi gürledi: “İşte! Kılıcımızın ağzı kestikçe, kâfirin gözü ondan asla ayrılmaz ve bizi görmez, ama Allah esirgesin bir gün kesmez olur ve parlamazsa o zaman küffar, bizi hem hor görür hem de bize tepeden bakar.”

Şanlı Metris Kıyamı ile Müslümanların Kemalist rejime diz çöktürmesi vesilesiyle Kumandanımız 1999 yılını “ümmetin kurtuluş yılı” ilan etti. 11 Eylül 2001 senesinde El-Kaidetü’l Cihad militanları, Pentagon dâhil, zamanın deccali ABD’yi vurdu; ABD’nin “yenilmez-dokunulmaz” imajı yerle bir oldu. Suriye-Irak bataklığına saplanan Batı, mücahidler tarafından sille tokat karşılık gördü. Yakın zamana kadar Batı’nın “huzurlu” şehirleri, kendinden zuhur diyalektiği mucibince gerçekleştirilen kısas eylemleri ile sarsılmaya başladı. Nihayet 15 Temmuz Halk İhtilâli ile tek millet olan küfür, kolu kanadı kırılarak bir kenara atıldı. Batı’nın kılıcımızın işlevliğini önlemek için piyasaya sürdüğü ılımlı İslâm projesinin önemli bir ayağı olan FETÖ nisbeten çöktü ve geriye şu ılımlı İslâm halet-i ruhiyesini topyekûn üstümüzden atmak kaldı. Şimdi ise Batı’nın kılıcımızı takip etmekten başını kaşıyacak vakti yok. İnşaallah adaleti tesis etmeye geliyoruz.
Milletimiz 15 Temmuz gecesinden bugüne bir an olsun gevşemedi, kâfirin planlarına karşı sebat göstererek cihad meydanını terk etmedi. 7 Ağustos Pazar günü gerçekleştirilen Şehidler Mitingi’ne şehadet parmakları havada, tekbirlerle katıldı. İnsanımız 15 Temmuz gecesi üzerine toptan üflenen cihad ruhunu hâlâ taşıyor. 15 Temmuz gecesi civarımızdaki bir camide sela okutulmadığı haberi üzerine mezkûr camiyi basan arkadaşlar ile 7 Ağustos günü miting alanında dergi dağıtırken sohbet ettiğim, Fetullah Gülen ve efendilerine sunturlu küfürler eden vatandaşımızda aynı iman öfkesini gördüm. Siyasî liderler de bu öfkede ortak bir payda bulabildi; özellikle MHP lideri Devlet Bahçeli’nin mitingde sade ve net konuşması, hemen her cümlede bu hainler ile Batı arasındaki ilişkiye değinmesi oldukça ehemmiyetli idi. Muhalefet de olaya uyanmış. 7 Ağustos Şehidler Mitingi’nde dövmeli, küpeli, şortlu; sünnet sakallı, cübbeli, şalvarlı hâsılı farklı dünyaların insanları gibi gözüken herkes bir araya geldi, yaklaşık 5 milyonluk bir yekûn meydana getirdi. Türkiye genelinde ise 15 milyon insanın muhtelif meydanlarda toplandığı söyleniyor. Elbette ki geriye kalan 60 milyonun da yüreği bizlerle idi. Bu şekilde birlik olduğumuzu görünce de aklıma şu geldi haliyle: Demek ki ülkedeki tek sorun Fetoymuş. Elbette ki son sorun da olmayacak. Tıpkı cihad ruhunu kazandığımız gibi feraset ve basireti de tekrar kazanmamız şart; özellikle siyasîlerin ve aydınların.

Fetoculuk, nefsin bir oyunudur, münafıklıktır; yarın öbür gün bir başka İslâm düşmanı hareket zuhur ettiğinde tekrar aldanmamak için İslâm’a Muhatap Anlayış’a sahip olmamız şart. Burada Baran Dergisi yazarı Fatih Turplu’nun bir makalesinde altını çizdiği şu hususu paylaşalım: “…Bizim bunların ne menem bir güruh olduğunu onlarca yıldır sürekli söylememiz, “işte içlerine girdik, şöyleydiler, böyleydiler” gibi saçma sapan delillere dayanmıyor. Müslümanların genelinin kabul ettiği itikadî esaslar ile yine genele şamil bir dost ve düşman kutup ayrımındaki durulan yer belirliyor bizim dışımızda kalanlara tavrımızı. Bu anlaşılmadan, sadece “şöyle kötüydü, böyle fitneydi” biçiminde indî değerlendirmeler Müslümanlara yarar değil zarar getirir. Neye göre kötü, neye göre fitne? Bunları tesbit için insanın elinde bir miyar, gerekçeli bir görüş olması lazım ve bu olmadan yapılacak faaliyetler, sürekli dolandırılan adamın durumuna benzer maalesef…”

Tüm bunlardan sonra, Cübbeli Ahmet Hoca’nın da dikkat çektiği üzere dinen cenaze namazı bile kılınamayacak bir adamın, Adnan İnanç’ın başbakanın danışmanlarından biri yapılması da ne demektir? FETÖ’yle ettiğimiz mücadele yetmedi de bir de bu Ehli Sünnet düşmanlarıyla da mı mücadele edeceğiz? Hadi biz etmesine ederiz Allah’ın izniyle de, hükümet ne yapmaya çalışıyor; bu iş böyle gider mi?

Ortadan toz duman kalkıp kim dost kim düşman görününce, tekrar “aldatıldık” söylemini duymak istemiyoruz. Kimseye bakıp mücadelemizi de bırakmayacağız; zira bu dava en ulvi “ilayı kelimetullah” davasıdır.

Baran Dergisi 500. Sayı