23-24 Haziran tarihleri arasında Üsküdar Belediyesi Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde Yürüyen Büyük Doğu Sempozyumu var. İnanılmaz heyecanlıyım. Nereden nereye gelindi ve bu geliş nelere alamet? Yarın kim bilir neler olacak ve fikir kimlerin elinde, kimlerin sırtında yürüyecek? Ve bu heyecanıma çocukça sevincimi de katın; çünkü dünya görüşümüz Büyük Doğu-İbda, ülkenin gündemine hem de gençlik ruh ve heyecanı ile oturmaya başlıyor. Bu sempozyumda fikir konuşulacak, tebliğler sunulacak lâkin bütün bunlar bir tarafa asıl önemlisi bu işi en çok gençler konuşacak. Hani o “fikri tanıştırmak” istediğimiz gençlik var ya “ruh adalesi yerinde olanlar”, işte onlar konuşacak. Yoksa Üstad’ın “Ruh adalesi pörsümüş insan, genç olsun, ihtiyar olsun, bir lâşeden ibaret” dediği kimseler değil.

Gençlik!..

Büyük davaları “büyük” gençler omuzladığında zafere erişir. Bir bayrak göndere ancak ruh adalesi sağlam gençlerce çekilir ve inmesin diye mücadelesi gençlerce edilir. Gözü karalık, cesaret ve düşmanın üstüne pervasızca gidiş ancak bu ruh ve ahlâk sahibi gençlerce mümkün. Suretleri genç fakat ruhları ihtiyar kimseler muhatabımız olmadığı gibi davamıza da uzaklar. Kendi sığ, tembel, iş ve fikir üretemez tavırlarını, “yapılması ve olması gereken bu” gibi takdim edip bir köşeye çekilip oradan propagandasını yapanlarla da, tepelemek dışında, bir işimiz yok. Büyük dava adamları ve dâhiler, kahramanların çoğu gençliklerinde parlamışlardır. Hatta dünya çapında meşhur aşk hikâyelerine bakın orada bile gençlik çile ve ızdırabı ön plandadır.
Gençlik büyük dava!.. Her daim genç olan ve öyle kalan Allah Resulü... O’nun etrafında Sahabe-i Kiram; gençliğe örnek nesil.

Hz. Ali Müslüman olduğunda on yaşında ve abisi Cafer b. Ebu Talib yirmi yaşında idi. Onca işkence ve zulme rağmen duruşlarından hiçbir şey kaybetmeden ilk Müslümanlar arasında ve hep Allah Resulünün yanı başında. Zübeyir b. Avvam; o da Müslüman olduğunda on iki yaşında idi ve ALLAH Resulü ona “havarim” diye iltifat ediyordu. Uhud savaşında canını Peygambere siper eden ve Müslüman olduğu sırada on dört veya on sekiz yaşında olduğu rivayet edilen Talha b. Ubeydullah, Efendimize evini açan, evini bir eğitim yuvası haline getiren meşhur Erkam b. Ebu’l Erkam’da Müslüman olduğunda on sekiz yaşlarında idi.

Sahabe Gençlerinden bahsedip de cılız fiziğine, yaşının on altı oluşuna bakmadan şirkin ve küfrün elebaşlarına meydan okuyan Abdullah b. Mesud’dan, zifaf gecesi cihad emirini duyar duymaz abdest bile almadan Allah Resulü’nün ordusuna katılan ve Uhud’da şehit düştüğünde naaşı meleklerce yıkanan Hanzala’dan, ailesinin servetini ve teklif edilen makamları elini tersiyle iten ve Uhud’da şehit düştüğünde Efendimizin gözyaşı dökerek üzülmesine sebeb olan Mekke’nin yakışıklısı Musab b. Ümeyr’den bahsetmemek olmaz. Onlar gençliğin gözbebekleri idi.
Hz. Ebubekir’in kızı Esma henüz on yedi yaşında iken Müslüman olmanın çile ve ızdırabına talip olmuştu. Ve nazenin Fatıma, babasının bir tanesi, iki nur kaynağının annesi, inceler incesi çilekeş Fatıma o da yine gençlik aşk, vecd, iman ve aksiyon huzmesinden nasiplenmiş, kendinden sonra gelen nesile pırıl pırıl akıtmıştır.

 Gençliği anlamak ve başıboş, fikirsiz ve idealsiz terk edilmiş bir şekilde bıraktığınızda ne olduğunu görmek için şöyle bir etrafa bakmak bile yetecektir. Ve yine aynı bakış içerisinde kendi “batıl” davaları için canla başla mücadele eden, okuyan, yazan, teşkilatlanıp şahıslarında “topluluk hakikati”ni gösteren gençleri gördüğünüzde bir cephesiyle nasıl bir sorumluluk altında olduğumuzda açığa çıkıyor. Gençlik fikre susamış durumda, ama biz ağzını açmasın, içmesin diye onu sığ gündemlere terk ediyoruz. Gençlik aksiyona ve üretkenliğe acıkmış durumda ama birileri o üretmesin diye onun ufkunu daraltmakta, ihtiyacı olan fikrin önüne perdeler çekip engeller atmakta, çerçöpten mevzularla “vakti” israf edip gençliğin hayalini çalmaktalar. Oysa GENÇLİĞİ YAŞATAN ONUN HAYALİ VE GÖZÜKARALIK NİSBETİNDE GÖSTERDİĞİ AKSİYONUDUR.

Misaller Üstad’ın “Özlenen Nesil” konferansından:
“İskender 23 yaşında kral oldu. Filip’in oğlu... Filip’in ahırında hiç kimsenin binemediği bir at vardı; İskender çocuk denecek yaşta gitti ahıra, atı dışarı çıkardı, güneşten gözü kamaşıp bir an görmesin diye yüzünü güneşe çevirdi ve o zaptedilmez atın üstüne atlayıverdi. Bu durumu haber alan babası koşuyor ve diyor ki,

«— Sen artık Makedonya’ya sığacak adam değilsin! Dünyaların fethine çık!»

“Alparslan... Müslüman Türk’e Anadolu yolunu açan insan... Kars Kalesi’nin üstünden Batıya doğru bir bakışı var. Otuz yaşında, ruhta ve maddede muhteşem genç...

Fatih... 22 Yaşındaki büyük Türk Padişahı... Ne büyük gaye adamı!.. Kâinat Efendisinin

«— O ne güzel asker ve o ne güzel kumandan!»

Dediği makama talip... Gençliğin, hiçbir engel tanımaz enerjisiyle dopdolu... O, gemilerin Haliç’e inmesi ne harika! O, denize sürülen at, ne manzara!.. Ve dirayette, tedbirde fevkalâdelikler...
Veziri ona sorar:

«— Taarruz ne zaman?»

Vezirine der ki:

«— Lala, bu sırrı içimden geçirirken başımdaki külâhımın duyacağını bilsem külâhımı boğar atardım!»”

“Yavuz... Bence Fatih’in de üstünde insan.., O ne insan! O da genç; otuzlarda... Çaldıranın önünde ilk yeniçeri fesadı başlıyor. Çadırına ok atıyorlar... Atılan oklara aldırmadan atına biniyor ve askerin üstüne doğru yürüyor...

Şöyle haykırıyor:

«— Ben şu gayenin adamıyım, benimle gelmek isteyenler gelsin, gelmeyenler karılarının yanına dönsün!»

Ve bütün ordu arkasında...”

Netice olarak; Bu sempozyumda yürüyen “GENÇ ADAM”ları görmek ve onların yürüyüşüne destek olmak için işi müsait olan herkes orada olmalı. Yürüyen Büyükdoğu’yu yani İBDA’yı anlatmaya çalışan, ruhu genç kalan seçkin kimselerin yanında, hem maddi adalesi hem de ruh adalesi genç yazar, eğitimci ve araştırmacıları sempozyum sonuna kadar dinleyelim. Çünkü bu sempozyum kim bilir hangi kapıların açılmasına sebeb olur da YÜRÜYEN vasfı keyfiyetten kemiyete doğru inkılab eder.

Evet!

 23-24 Haziran tarihleri arasında Üsküdar Belediyesi Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde Yürüyen Büyük Doğu Sempozyumu’nda buluşmak üzere. 

Baran Dergisi 492. Sayı