Bir önceki yazımızda zaman ve mekânı “suret mânânın aynıdır” terkibi üzerinden “İstikbâl İslâmındır” müjdesiyle ilişkilendirmiş ve zaman ve mekânın “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”ya emanet edildiğine dair bir değerlendirmede bulunmuştuk. Değerlendirmelerimize devam edelim.

Zaman: Kefil olma, kefillik. Bir şeyin mislini veya değerini vermek üzere zarara karşı kefil olma, garanti: 891: Tesatül: Ulaşmak, varmak… 

Zeman: Zaman, devir vakit, çağ, mevsim, mehl: 98: Mahmud: Medhe lâyık. Medholunmuş… Gavvas: Çok gayretli. Çalışkan. Suya dalan. İnci arayan dalgıç: 98: Hafiy: Her şeyi arayıp bilmiş olan âlim. Bir şeyi mübalağa ile arayıp bilen kimse… Tedaisi, Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın İBDA Mimarı Büyük Şahid Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsında tecelli eden hakikati bizzat kendisine buldurtan “Takdim” yazısı: “Dünya Çapında Bir Hâdise: Kaptan Kusto Müslüman”…

Mekân: Yer. Durulan yer. Ev, hâne, mesken. Mahal: 111: İns: İnsan… Sami: Yüce, yüksek, refi’: 111: Ma’: Yeryüzüne yayılıp döşenmek… Tedaisi, mavi renk üzerinden mavi bayrak ve Türk (Anadolu) töresi, Kelime-i Tevhid nuru üzerinden İslâm ve Allah yolunda cihad ve dünya hakimiyeti üzerinden Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’ı da hatırlatan olarak, Halid bin Velid Hazretleri nesebi üzerinden “Ebu Süleyman: Horoz” ve Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm! 

Not: Yukarıdaki ebced tevafukları, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Furkan -Lûgat-ı Salihûn” isimli eserinden faydalanılarak hazırlanmıştır. 

Zaman ve mekân… Mânâ ve sûret… Ruh ve beden… Gündüz ve gece… Aydınlık ve karanlık… Beyaz ve siyah… Tedaisi, “zıt kutuplararası muvazenenin üstün nizamı” olarak beliren İslâm ve “İslama Muhatap Anlayış”ı yenileyen “Adam-Âdem” veya “Halife-İnsan” olarak “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ve dahi bir ebced tevafuku üzerinden “siyah ve beyaz” mânâsını veren “Cevn” kelimesinin “Mehdî” mânâsıyla örtüşmesi: “Cevn-Siyah. Beyaz: 59: Mehdî…”(1)    

Karanlıkta ömür tüketenler aydınlıktan bihaberdirler. Hemen belirtelim ki, karanlıkta yaşamaya alışmış olanların aydınlık özlemi koca bir yalandan ibarettir. Meselâ “Muhammedî Nur”, diğer bir ifadeyle de “Peygamber nuru”ndan nasipsiz olması hasebiyle, “Akıl çağı” olarak adlandırılan “Aydınlanma çağı” koca bir yalandan ibarettir, denilebilir. Bu çerçeveden bakıldığında, “ben yanmasam/ sen yanmasan/ biz yanmasak/ nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…” şeklindeki bir serzeniş, nefs azgını bir güruh için hiç de aydınlatıcı bir durum değildir. Bu tip tipolojilere cevab olarak, “Aydınlığı haber veren horoz!” mottosu ne der acaba? İronik de olsa cevabını biz verelim: Londra’da, şehir dışına hiç çıkmamış insanlara Cockney (Londra’nın doğusundan; aslında Cock neigh: Horoz komşu) derler, çünkü böyle biri ilk defa bir köye gidip de horozun öttüğünü duyduğunda şöyle dermiş: “Bak, şu horoz nasıl kişniyor.”

Her şeyden evvel karanlık ve aydınlık mânâsını veren gece ve gündüzün sembolizmdeki referans noktaları güneş ve aydır. Gündüzü aydınlatan güneş, geceyi aydınlatan ise aydır. Ayı aydınlatan ise güneşin bizzat kendisi! İslâm tasavvufunda güneş ve ay, Allah ve Resûlü’ne teşbih olunur. Böyle bir teşbih, tenzih şuuru istikametinde hemen her şeyi aslî hakikatine ulaştırır veya yerli yerince eder. Yukarıda Nazım Hikmet’ten alıntıladığımız şiirde geçen karanlıktan aydınlığa çıkmak sözü, kanaatimce, ancak ve ancak, Allah Resûlü yolundan Allah’a ulaşmak mânâsını veren bir noktada anlam kazanabilir. 

“Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” külliyatı, “şiir idraki” üzerinden kaleme alınmış bir fikriyattır. Orada eşya ve hadiselere bakışta şu şekil bir tasnife yer verilir: Fikir, ilim ve teknik... Hemen belirtelim ki, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” fikriyatında aslolan ruh ve fikirdir. “Değerlendirici şuur” olması hasebiyle de, tüm eşya ve hadiselerin üstesinden gelmek adına bütün bir insanlığa bizzat kendisini teklif etmektedir. Evet; en tepe noktada “Mutlak Fikir” (Kur’ân ve Sünnet) başta olmak üzere, meselâ “insanî verim şubeleri” şeklinde tezahür eden her bir ilim, “ruh ve fikir” veya “dünya görüşü”nden aldığı ipuçlarından hareketle kendisini şekillendirir ve “yapma varlık” olan tekniği meydana getirir. “Hak” mânâsına topraktan (turab) beslenen gövde veya ağaç (fikir!), büyük bir iştiyakla istikbâle akarcasına dal ve budak verir (ilim!) ve ardında da “vuslata erme” mânâsına meyve verme (teknik!) imkânı doğar. Bu çerçeveden bakıldığında, ilme ipucu veren ruh ve fikir, bir yanda bütün ilimleri kendisine sıkı sıkıya rabtederken, diğer bir yandan da ruh ve fikrin bir tezahürü hâlinde “yapma varlık” olan tekniği, tabiri caizse “daire sırrı” üzerinden tekrardan kendine bağlar. Tedaisi, “ağaç ve tohum” esprisi üzerinden “ağaç içinde ağaç yetiştiren tomurcuk!” Tedainin tedaisi, “kendi ideolojinizi üretebildiğiniz ölçüde kendi teknolojinizi üretebilirsiniz.”(2)

Yukarıda güneş ve ay kavramları çerçevesinde, İBDA fikriyatında sıkça tekrar edilen İmam-ı Rabbanî Hazretleri’nin “mecaz hakikate köprüdür”(3) sözü üzerinden bazı değerlendirmelerde bulunduk. Birazdan üzerinde duracağımız mevzu, daha ziyade ilmi hakikatler çerçevesinde olacaktır. Meselâ Astronomi ilmine dair bazı bilgiler üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak, o da şu: Bilindiği üzere Astronomi, gök olaylarını, yani gezegenlerin, yıldızların ve yıldız sistemlerinin gökyüzündeki hareketlerini ve yerlerini, onların fizikî yapı ve kimyevî bileşimlerini inceleyen bir bilim dalıdır.Astronomi, konum astronomisi, astrofizik ve kuramsal astronomi diye üç temel dala ayrılır.(4) Astronomi ilminin verilerinden hareketle, yine “mecaz hakikate köprüdür” bağlamında güneş, ay ve dünya ekseninde naif bir yolculuğa çıkmak istiyoruz. Şöyle ki;

İlkin, güneşin yer küresini dik açıyla aydınlatması(5) ve güneşin gölgeyi tabiri caizse ayaklarının altına alması, ezmesi, zelil kılması, dahası ortadan kaldırması, diğer bir ifadeyle de gölge keyfiyetinin güneşte fani olması esprisine dikkat çekmek istiyoruz. Astronomi ilminde güneş ışınlarının yer küresini dik açıyla aydınlatmasına Ekinoks tabir edilmektedir. Ekinoks, Güneş ışınlarının Ekvator’a dik vurması sonucunda aydınlanma çemberinin kutuplardan geçtiği ana işaret eder. Ekinoks, gündüz ile gecenin eşit olması durumudur. Yılda iki kez tekrarlanır: İlkbahar Ekinoksu ve Sonbahar Ekinoksu. Güneş 21 Mart’ta Koç burcunda olup ışınları kuzey ve güney yarım kürelere, eksene dik olarak aynı açı ile geldiğinden gece ve gündüz eşit olup ilkbahar başlar.23 Eylül’de Güneş Terazi burcunda görünüp ışınları yer eksenine dik geldiğinden ise kuzey ve güney yarım kürelerde farklılık olmayıp gece ve gündüz eşit olup sonbahar başlar. Tam da bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli bir bilgi de şudur: Güneş ışınları öğle vakti Ekvator’a 90 derecelik açı ile düşer. Burada “öğle vakti” ve “dik açı” esprisi üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. Birazdan duracağız. Ama önce şu Ekinoks üzerinde biraz daha duralım. 

Ekinoks kelimesinin kökeni Latince’de “eşit” (aequi) ve “gece” (noct) mânâlarına gelen kelimelerden meydana gelmiş (aequinoctium) bir kelimedir. Ekinoks dünya genelinde gece ve gündüz sürelerinin eşit olduğu gün olarak bilinir. Ekinoks aydınlanma çemberinin kutuplardan geçtiği anda gerçekleşen bir hadisedir. Güneş bu anda kuzey yarım küreyi ve güney yarım küreyi eşit miktarda aydınlatır. Aydınlanma çemberi, Güneş’in Dünya’yı aydınlattığı bölge ile karanlıkta kalan bölge arasındaki hatta verilen isimdir.(6) Tedaisi, berzah! Şu mânâda, 90 derecelik açı ile yeryüzüne gelen Güneş ışınları, gece ve gündüzü eşit kılacak şekilde aydınlatıyor. Yani tıpkı salıverilmiş iki denizin karışmasına mâni olan su perdesi misalinde olduğu gibi, tam öğle vaktinde, (zeval vakti, asr-i sani, istiva vakti!) gündüz ve gecenin 90 derecelik açı yapan ve de eşit bir şekilde birbirinden ayıran ve her ikisinin hakikatinin tam olarak görünmesini sağlayan güneş ışınları perdesi! Gece ve gündüz esprisinin tedaisi, “siyah ve beyaz” mânâsını veren “cevn” kelimesi ve bunun da ebced tevafuku üzerinden “Mehdî” kelimesiyle örtüştüğüne yukarıda değinmiştik.  

“Öğle vakti” esprisi üzerinde duracağımızı söylemiştik. Duralım: “Öğle vakti” veya “öğle namazı vakti”, güneşin gökyüzünün ortasından batıya doğru hareket etme zamanına denk gelir ki buna“zeval vakti”(7) de tabir edilir. “Örfi gün”(8) kavramının geçerli olduğu tam zeval vaktine ise “istiva vakti” denir. Bilindiği üzere öğle namazı vaktinin başlangıcı, güneşin tepe noktasından batıya yönelmesi ile başlar.(9)Bu vakti anlamanın eskiden beri kullanılan en güzel yöntemi, yere dikilen bir çubuğun veya herhangi bir şeyin gölgesinin, o şeyin gölgesinin tam dibine düştüğü vakittir. Böylece öğlen namazının vakti başlar ve nesnenin gölgesinin iki katı uzamasına kadar sürer.(10)

Not:Allah Resûlü’nün uyku vakti, genellikle yatsı namazından sonra ve sabah namazından önceki zamandır. Efendimiz, imkân varsa öğle namazından sonra bir saat kadar uyurdu. Buna “kaylûle” denir. Hâdîs meâli:

“Gündüzün orucuna sahur yemeği ile, gecenin ibadetine de öğle uykusu ile yardımcı olunuz!” (Hâkim, I, 588).

Not: Modern tıb, glikoz metabolizmasının en yüksek seviyede olduğu 11:00- 13:00 saatleri arasında kısa bir öğle uykusunun çok faydalı olduğunu söylemektedir. (Dr. Arslan Mayda, s. 39)

Kaylûle uykusu bir şekerleme veya sadece dinlenme olan, tam gün ortasında güneş tepedeyken yapılan bir istirahattir ve sünnettir. Eğer öğle namazı hemen kılınmıyorsa genellikle öğle namazı öncesinde yapılır. Aksi halde namazdan sonra da yapılabilir. Kaylûle, uykuda büyüme hormonları salınarak derideki ölü hücrelerin yenilenmesini sağladığı veerken yaşlanmayı önlediğinden “güzellik uykusu” da tabir edilmektedir. Bir araştırmaya göre şekerleme zihnî ve fizikî faaliyetlerin performansını artırmaktadır. Yine araştırmacılar, kaylûlede geçici hafızanın kalıcı hafızaya dönüştürüldüğünü ve aynı zamanda da geçici hafızanın boşaltılarak yeni bilgilerin öğrenilmesine beynin hazır hale getirildiğini keşfetmişlerdir. (Kaynak: Dr. Murat Kaya, (Osman Nuri Topbaş- Ebedi Saadet Rehberi Örnek Şahsiyetler)(11)

Bu tür bir bilgiye niçin yer verdik? Her şeyden evvel, “öğle uykusu” olarak da bilinen kaylûle, güneş ışınlarının yeryüzüne 90 derecelik bir “dik açı” ile geldiği bir zaman diliminde gerçekleştirilmektedir. Bu, Ekinoks üzerinden “berzah” mânâsı ile birlikte düşünüldüğünde, “berzah hakikati”ni yaşayan insanda tecelli eden mânânın “rüya ilmi” veya “ledün ilmi” olduğunu daha iyi anlamamıza vesile olmaktadır. Bilindiği üzere “rüya ilmi” ledûnnîdir. İBDA fikriyatından öğrendiğimize göre, “rüyada görülenler Allah’ın kuluna fısıldamalarıdır.” Hadîs meâli: “Rüya nübüvvetin 46’da biridir.” 
 
 Dipnotlar

1-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-kabiliyet-basari-ile-neticelenme-377-h3054.html
2-Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa “İntiba ve İlhâm”, İBDA Yayınları, İstanbul, sh.
3-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-aksamcilar-43-h245.html
4-http://rasathane.ankara.edu.tr/files/2013/02/Astronomiye_Giris.pdf
5-Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname, Bedir Yayınları, (Hazırlayan: M. Faruk Meyan), İstanbul 1993, sh.273.
6-http://www.bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/ekinoks-nedir
7-Zeval kelimesi, “zâle” fiilinden mastar olup, “yer değiştirmek, ayrılmak, yok olmak, güneş batıya meyletmek, güneş tam tepe noktaya gelmek gitmek” mânâsınadır. Zeval sözcüğü öğle namazının vaktini belirlemede bir fıkıh terimi olarak kullanılır. Çünkü öğle vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya doğru meyletmesiyle başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli uzamasına kadar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktada iken yere düşen gölgesi bunun dışındadır. Bu gölgeye "fey'-i zeval" denir. Öğlenin bu ilk vaktine "asr-ı evvel" denir. Bu, Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'in görüşüdür. Ebû Hanîfe'ye göre ise, öğlenin vakti, fey-i zevâl dışında, cisimlerin gölgesi iki misli uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle namazı vakti çıkmış, ikindi namazı vakti girmiş olur. Buna da "asr-ı sânî" denir. (https://samil.ihya.org/ansiklopedi/zeval-vakti.html)
8-İslâm'da gün “şer’î” ve “örfi” diye ikiye ayrılır. “Şer’î gün”; ikinci fecirden güneşin batmasına kadar olan süredir. “Örfi gün” ise güneşin doğuşu ile batışı arasındaki süredir.
9-Ayet meâli: "Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar geçen süre içinde namazları kıl, sabah namazını da eda et. Çünkü sabah namazında melekler hazır bulunur" (el-İsrâ', 17/78). 
10-https://www.islamalimi.com/zeval-vakti-nedir/
11-http://www.islamveihsan.com/kaylule-uykusu-nedir.html



Baran Dergisi 640. Sayı