Türkiye’de kalem oynatan yahut konuşan pek çok yazar ve televizyoncu için seçim dönemleri bulunmaz nimet. Bugünkü gibi tarafların keskin bir şekilde birbirinden ayrıştığı dönemlerde, yaslandığı tarafın borazanlığını, avukatlığını, noterliğini yapar ve günün sonunda bir iş yapmış olmanın saadetiyle, başını o hiç kaldırmasan daha iyi olacak olan yastığa koyarsın. Kıyaktır yâni. Böylesi dönemlerde yeni bir mevzu konu edinmeye, memleket ve dünya sorunlarına eğilmeye hiç ama hiç lüzum yoktur. Hem zaten bugün müthiş bir süratle cereyan eden hadiseleri kim takib edecek, kim üzerine kafa patlatacak ki? Seçimlerdeki karşı taraftan belirli kişiler üzerine abandın mı, bu taraftaki söylemleri yalan yanlış da olsa delillendirdin mi, oldu bitti.
Buna mukabil hakikaten bir derdi olan insanlar için seçim dönemleri ayrıca bir eziyettir. Esaslı meselelerin üzerinde konuşulduğu zemin bu dönemlerde ortadan kalkar ve meydan, horoz dövüştürülen ringler ile kavgasının sonunda önüne atılacak bir avuç mısır kırığına razı piliçlere kalır. Hemen az ötede kıyamet kopuyor olsa, sesini duyurmazsın.

Bunlardan niçin mi bahsediyorum? Bir tarafta Suriye’nin kuzeyi, diğer tarafta düşmanın çağımızdaki siyasetinin tayin edildiği AIPAC Politika Konferansı ve öte tarafta dünya çapında yükselen İslâm düşmanlığı gibi son derece ehemmiyetli meseleler dururken, biz, Türkiye’de mahâllî seçimler hakkında konuşmak zorunda bırakılıyoruz.

Demokrasi, yâni herkesin kendi menfaati ve bulunduğu konuma göre mânâlandırdığı bu teamülün, nasıl bir belâ olduğunun farkında mısınız? Hele ki, Türkiye gibi her meselenin esas bağlamından koparılıp, ona bambaşka mânâlar atfedildiği bir ülkede.

Mahâllî Seçimler
Bu haftasonu mahâllî seçimler yapılacaktı; fakat iş döndü dolaştı “Türkiye’nin İstiklâl Savaşı’na tamam mı, yoksa devam mı?” referandumuna dönüştü. Bir tarafta Müslüman Anadolu İnsanı’nın 17 senedir girdiği her seçimde desteklediği, fakat bir türlü “iktidar edemediği” Cumhur İttifakı, diğer tarafta ise baş nefret kutbu CHP’nin merkezinde olduğu HDP, Saadet Partisi ve İyi Parti’den müteşekkil, milletimizin ruh köküne düşmanlık paydasında buluşan, birbirine benzemez kardeşler ittifakı.

Oyumuz Cumhur İttifakına
Fikirde müphem, aksiyonda açık olmak bizim temel şiârımızdır. Karşılıklı iki taraf söz konusu olduğu takdirde tarafsız kalmak diye bir lüks olmadığını da biliriz. Bu sebeble ama, fakat, lâkin demeden açıkça ilân ediyoruz ki, bu seçimlerde oyumuz doğrudan Cumhur İttifakı’nadır.

Neyin Zamanı Geldi?
Yazımızın başlığındaki ifâde; “Zamanı Geldi”. Peki, zamanı gelen ne? Seçimlerin mi zamanı geldi, yoksa seçimlerden sonra yeni bir Türkiye’nin mi zamanı geldi? Her ikisinin ve daha fazlasının da zamanı geldi, doğru; fakat zamanının geldiğini düşünen yalnız biz değiliz.

Bu hafta, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Golan Tepeleri’ndeki Yahudi Devleti işgâlini onaylayan kararın çıkmasına vesile olan bir konferans düzenlendi. Bizim medyada, bu kongre, Donald Trump’ın karara attığı imza haricinde kendisine yer bulamadı tabiî…

“Zamanı Geldi” sözü, kongrede konuşma yapan AIPAC Ceo’su Howard KOHR’a ait. Kohr, yapmış olduğu konuşmada neyin zamanının geldiğinden bahsetmemiş olsa da, AIPAC 2019’un gündem maddeleri, bize bunun neyin zamanı olduğunu yeterince izah ediyor.

Bu kongrede imzalanan kararlardan ilki ve en önemlisi, Golan Tepeleri’ndeki Yahudi işgalinin Amerikan Başkanı Donald Trump tarafından tasdik edilmesi ve tanınması. Her ne kadar Avrupa, Türkiye ve sair ülkeler bu karara karşı tepki gösteriyor ve tanımayacaklarını ilân ediyorlarsa da, Yahudi’nin bunları kaale almayacağını daha önceki misâllere bakarak biliyoruz. Haritayı bir kez olsun açıp bakan herkesin hemen görebileceği üzere, Golan Tepeleri’ndeki Yahudi işgalinin Amerika tarafından tescillenmesi, Yahudi Devleti’ne Suriye kapılarının açılması demektir. Yahudi Devleti’nin zaten hâlihazırda parçalanmış vaziyette olan Suriye topraklarına doğru bu karara dayanarak genişlemesi muhtemeldir. Bununla beraber, Golan Tepeleri’nden Suriye’ye açılan kapı arkasının, Deyr-ez Zor’a kadar yerleşim yeri olmayan çöl bölgesi olduğuna da dikkat çekmek isteriz. Hatırlarsanız, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine operasyonu gündeme geldiğinde, biz, Suriye’nin doğusundan beri Deyr-ez Zor’a kadar inilmesi ve ardından Golan Tepeleri’ne kadar uzanılmasının yakın gelecekte bir bekâ meselesi olduğunun altını çizmiştik. Türkiye seçimleri beklerken, yani hakikaten kayıtsız bir şekilde beklerken, Yahudi Devleti bu kararla beraber Deyr-ez Zor’a kadar uzanan yolun kapısını aralamış oldu. Aslında şimdi, PKK-PYD’nin Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda bizim defaatle söylemiş olduğumuz üzere, Yahudi adına iş görüyor olduğu daha bir netleşmiş oldu.

AIPAC 2019’un ajandasına baktığımızda gördüğümüz diğer bir önemli husus ise herhangi bir savaş hâlinde Amerikan ordusuna ait askerî teçhizatın Yahudi Devleti’ne devrine izindir. Yâni Yahudi bir savaşa girdiği takdirde Amerikan ordusuna ait silahları herhangi bir senato kararı beklemeksizin kullanabilecek. Biraz daha açık bir dille ifâde edecek olursak, Yahudi ile savaşa giren her kim olursa olsun Amerika ile de savaşa girdiğini peşinen kabul etmiş sayılacak.

Bir Zihniyetin İfşâsı: Golan Tepeleri Kararının Türkiye’ye Yansıması
Yahudi Devleti’nde Nisan ayında genel seçimler yapılacakmış, Amerika da Kudüs ve Golan Tepeleri gibi kararlar alarak, Benjamin Netanyahu’nun iktidarına koltuk çıkıyormuş. “Kişi kendinden bilir işi” hesabı, zannediyorlar ki bütün dünyada siyaset buradaki gibi seçimler ekseninde şekilleniyor. Yok, o iş öyle değil. Yahudi, dinine sarılıyor ve dininin emrettikleri ötesinde hiçbir şeye bakmaya tenezzül bile etmiyor. 2010 senesinde fitili ateşlenen Arab Baharı, Gezi Olayları, 15 Temmuz ve saire derken, bu işleri pişirip, sesini soluğunu da kesip, hadiseleri sinsice seyrediyor görünen Yahudi, bugün “zamanı geldi” diyor ve kafasını saklandığı yerden pervasızca çıkartmaya hazırlanıyor. Zamanı gelen tabiî ki vaad edildiğine inandıkları topraklar. Onlar inanıyorlar ve inandıkları istikamette hareket ediyorlar. Seçimler falan da kimsenin umurunda değil.

Peki, Türkiye ne yapıyor? Senelerdir kendisini muhalefet diye tanımlayan bir avuç vatan haini rahatsız olmasın diye, atılması gereken esas adımların hiçbirine yanaşmıyor, onların ellerine geçen her fırsatta ülkeyi yangın yerine çevirmesine ve yahut oyalamasına seyirci kalıyor, bürünmemiz gereken aslî hüviyetimizden bir öcü gibi kaçınmayı siyaset zannediyor. “Aman onların huzuru kaçmasın”, “birleştirici olalım”, “aman bizim de rahatımız kaçmasın”, “menfaatlerimiz zarar görmesin.”
Burada ciğeri beş para etmez üç beş çapulcu ile iktidarın nimetlerinden istifâde eden bir avuç soysuzun keyfi kaçmasın diye, yarın ödenmesi mukadder olan hesabı daha fazla kabartmaktan başka ne yapılıyor?
Atı alan Üsküdar’ı geçmek üzere, kimse şuurunda değil.

Daha evvel de söylemiştik, “bütün mesele, Yahudi Devleti ile Suriye’nin neresinde komşu olacağımız meselesi” diye. Aslında bu komşuluk, harb sahasının tayini işi olacak. Suriye’nin güneyinde mi, ortasında mı, yoksa kuzeyinde mi?
Bu, iyiyle kötü arasında tarih boyunca süren savaşın bugüne aksidir ve mutlaka yaşanacaktır. Bundan şüphe yok.

Madem Ki Zamanı Geldi
Seçim sath-ı mailinin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Seçimlerden sonra Türkiye’nin içeride ve dışarıdaki hakiki meselelerden daha fazla kaçamayacağı ve yüzleşmek sorunda kalacağı aşikâr. Ayrıca, kınamalar ve lânetlemelerle Türkiye’nin bu meselelerden daha fazla kaçınamayacağı da aşikâr.

Yahudi madem ki “zamanı geldi” diyor, öyleyse gelsin zamanı. Anadolu da tarihî misyonunu kuşansın ve gelen kimin zamanıymış görelim.

Bu yüzden, seçimleri Cumhur İttifakı’nın kazanması ve bundan sonrasında kendisine gösterilen teveccühe lâyık olup, artık muktedir olması ve seçmeninin hâiz olduğu ruhu iktidara getirmesi son derece elzemdir.

Bekâ meselesi deyince anlamıyorlar: Aslında Peygamber Efendimiz (SAV)’in haberini verdiği Melhame-i Kübrâ’nın, Hak ile Bâtıl’ın son kapışmasının eşiğindeyiz.

Ülke olarak esas bunun bilincinde olmak, bunun hazırlığını yapmak zorundayız.

Baran Dergisi 637. Sayı