Tarih atlaslarına baktığımızda, kronolojik olarak sıralanmış siyasî hadiselerin akislerini görürüz. Bu atlaslarda sınırlar, milletlerarası münasebetler ve devletlerin nasıl bir değişim ve dönüşüm içinde olduğu kronolojik olarak tasnif edilir. Bu tip kronolojik tasnifleri incelemek, bir bütüne bakıyor hissi doğurduğundan keyifli oluyorsa da, cereyan eden hadiselerin yalnızca neticelerini veriyor olması hasebiyle sathî ve eksiktir.

Büyük Doğu-İbda’nın, insanlığın tarihî süreç içindeki tekâmülünün kaynağını işaretlemek için benimsediği “Peygamberler olmasa, medeniyet olmazdı.” temel prensibi, tarihî süreç içinde cereyan eden hadiselerin “nasıl”ını cevaplayarak derinlik buuduna dikkat çekiyor. Bu hususta İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun Esatir ve Mitoloji adlı eserine bakmak icab ediyor. Bu eser, bir yönüyle, insanlığın tarih içindeki seyrini derinliğine ele alan, Âdem Aleyhisselâm’dan Allah Resûlü’ne kadar uzanan çizgide, Hak ve bâtılı bir bütün hâlinde değerlendiren bir eserdir. Allah Resûlü’nden günümüze dek uzanan çizgide, aynı tavır ve bakış açısıyla tasnif edilmiş olan, Üstad Necib Fazıl’a ait üç eser vardır. Bunlardan hak cebhesine bakanlar Veliler Ordusundan 333 -Halkadan Pırıltılar- ile Başbuğ Velilerden 33 -Altun Silsile-dir. Bâtıla sapıp zamanımızın mitoloji sınıfında kalanlar ise Doğru Yolun Sapık Kolları -Arınma Çağında İslâm- adlı eserde toplanmıştır.
***
İnsanlığın tarihî seyrini değiştiren mühim hadiselerin hepsinin arkasında muhakkak peygamberlerin getirdiği “Mutlak Fikir” yahut insanlığın “Mutlak Fikir” anlayışında meydana gelen değişimler olduğu görülür. Anlayış şeklinde müsbet yahut menfi mânâda bir değişim meydana geldiğinde, ilerleyen süreçte ortaya konan iş ve eserler de değişir ve nihayetinde cereyan eden hadiseler neticesi itibariyle tarih atlaslarına konu olur. Yani iş olmuş, bitmiş ve neticesi ile beraber ortaya çıkmıştır. Günümüzde “ileri görüşlü” diye tanımlanan insanlar da aslında ân’ın şuurunda olduklarından ileri görüşlü olarak görünürler, çünkü insanların büyük bir çoğunluğu o esnada geçmişte yaşamaktadır.

Gibiler Dönemi - Tatbikat Devresi
Üstad Necib Fazıl Yolumuz, Hâlimiz Çaremiz isimli konferansında diyor ki:
Türkiye’nin ve İslâm âleminin bugünkü hâli Allah Resûlüne ait mucizelerin, hiçbir peygambere nasib olmamış en büyüğü!.. Tersinden mucize... Onun nuruna malik olmanın tarih dolusu mucizeleri yanında aynı nurdan mahrumluğun bir milleti ne hâle getirdiğini belirten, mucize üstü mucize...

Daire sırrı icabınca, bir şey aslına ne kadar uzaksa, esasında tersinden o kadar yakın oluyor; ve aslına varacağı varsa, bütün bir yolu düzden kat etmesi yerine bazen bir adım atması bile onu vardırmaya yetiyor. Türkiye’nin vaziyeti de aslında bu misalle pek bir bağdaşıyor.

Senelerdir Türkiye üzerinden öne çıkartılmaya çalışan ılıman ve sapkın bir İslâm anlayışı üzerinden, bütün bir İslâm âleminin itikadını tahrif ederek Müslümanları global sisteme entegre edip, Yahudi-Amerikan hâkimiyetini mutlaklaştırmak için atılan bütün adımlar, son birkaç yıl içinde tamamen tersine dönmüş vaziyette. İslâm âlemini meydana getiren ülkelerin bir bir ele geçirilmesi ve geri kalanların da iç savaşa sürüklenmesiyle gelişen süreçte, bir tek Türkiye’nin ayakta kalması, Müslümanlar için bizi başvurulabilecek tek kapı konumuna getirmiş vaziyette. Hadiseleri sürükleyen biz değil de hadiseler bizi peşinden sürüklediği için henüz iç oluşumuzu tamamlayamamış olmamızdan kaynaklanan sıkıntılar olsa da, görünen o ki içeride de bir tatbikat devresinde bulunuyoruz. Mesela 15 Temmuz gecesi gerçekleştirilmek istenen Amerikan menşeili askerî darbe girişimine karşı milletimizin göstermiş olduğu reaksiyon neredeyse bir halk ihtilâli GİBİ. İslâm düşmanlığı üzere kurgulanmış devlet idaresinin başkanlık sistemine geçilerek değiştirilmesi de inkılâb GİBİ. Dikkat ediyorsanız “GİBİ”...
Geçtiğimiz senelerde liberal ve demokrat bir köşe yazarı “Türkiye’de zamana yayılmış bir halk ihtilâli yaşanıyor.” demişti. Tıpkı seneler evvel Türkiye uzmanı Amerikalı Andrew Craig’in  “Siz Türkleri anlamak mümkün değil. Nasıl oluyor da bir İslâm Devrimi’nin eşiğinde olduğunuzu göremiyorsunuz!”…” dediği gibi.

Türkiye’nin Misyonu
Aslına bakacak olursak aklın yolu bir. Amerika, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Müslümanların liderliğine Türkiye’yi koyuyor. Rusya, Avrasyacılık projesi kapsamında Müslümanlara liderlik edecek ülke olarak Türkiye’yi kabul ediyor. Kolayca sevk ve idare edilen, lâik, demokratik bir ülke olduğu için değil, tarihî, siyasî, sosyal ve iktisadî açıdan başka bir alternatif olmadığı için bu konuma Türkiye’yi koyuyorlar. Anadolu, Müslümanların tabiî lideri.

Bizim Büyük Doğu idealimiz açısından da beklenen inkılâbın birinci dairesi Anadolu’yu ve hemen akabinde ikinci dairesi bütün bir İslâm âlemini kapsıyor.

Bu bakımdan bizim birleştirici olmak gibi tabiî bir misyonumuz var. BOP yahut Avrasyacılıkta Amerika ile Rusya’nın işaret ettiği değil de, Büyük Doğu’da olduğu gibi Allah’ın emrettiği yolda İslâm âlemini birleştirici olmamız gerekiyor.

Afrin harekâtına da GİBİ’ler açısından bakmak gerek. Türkiye, ileride üstlenmeye memur olduğu misyona lâyık olmak üzere, anlaşıldığı kadarıyla, zamanın ruhu tarafından terbiye edilip, yetiştiriliyor. Bizim için önemli olan ise bu “oluş” sürecinin şuuruna varıp, hadiseleri rastgelelikten kurtararak sistemli bir hâle koymaktan geçiyor. İnsan, eşya ve hadiselere teshir etmek üzere Allah’ın halifesi olarak yaratıldığına göre bundan başkası da düşünülemez zaten değil mi?
***
Tarihin seyrine dönecek olursak... Nakşî sırrının Anadolu’ya taşınması ve İslâm’a Muhatab Anlayışı yenileyen Büyük Doğu-İbda’yı doğurmasından bu sayfalarda defaatle bahsetmiştik. Anlayış yenilendiğine göre, şimdi sırada bu değişim ve dönüşümün tarihin sathına yansıması var. Salih Mirzabeyoğlu’nun Hicrî 1440 tarihine yapmış olduğunu vurgunun da herhâlde bu şekilde anlaşılması icab ediyor. Derinliğine bakıldığında hazır olanın genişliğine zuhuru... Bize düşense, bu “oluş” sürecinde, bir taşı diğerinin üstüne koymak çapında da olsa hisse sahibi olabilmek.

Baran Dergisi 578. Sayı