Reformcular ise Selefîliğin Ehl-i Sünnet’e muhalif bütün tavırlarını benimseyen (maksad kendilerine yol açmak), fakat Selefîler kadar net görüşleri ve ne dedikleri belli olmayan, daha çok modernizme göre İslâm’ı eğip büken şahsiyetsiz, mihraksız, çilesiz ve omurgasız insanlardır. Sahip oldukları ilim vasıtasıyla kendi aklını putlaştırırlar. Cesaretlerine göre enva-i çeşittir. “Selim akıl” yitince, İslâm’ın terbiyesinden (aslında tasavvuf budur, mürşid ise hocadır) bir nebze de olsa faydalanmayınca kuru akılla olacak olan budur.
 
Bunların üstadı ve yumuşak karnı Cemaleddin Afganî’dir. Afganî’yi sorup, ne idüğünü söyleyince çözülürler. Bunlarda hadis yoktur. Lafa gelince, Kur’an’dan başka bir şey tanımazlar, “kaynaktan yapmalıyız” derler; “mealci” de denilir bunlara. Fakat karşılıklı bir saat konuşsan tutarlı kalamazlar. Şuur altlarındaki siyer-i nebiye müracaat ederler. İnkâr ettikleri rivayetlere başvururlar. Aslında halkımız bunları çözmüş, “Sünnet, icmâ, kıyası kabul etmiyorsun, ama 15 kitap yazmış, 33.000 tane tweet atmışsın. Bizi Kur’an ile niye baş başa bırakmıyorsun?” diye susturmuş. Bunlar da Ehl-i Sünnet’e saldırırken Selefîlikten ve Hanbelîlikten bahsediyorlar. “Hanbelî ol” desen kabul etmezler. Bu açıdan Haricî tavrına daha yakınlar. Çünkü doğrudan Kur’an üzerinden fikir üretmek, ayetler ve kelimeler üzerinden tartışmaya girişmek, sünnete ve sahabîlere itibar etmemek açısından Haricîlere benzer.
 
Aslında bizdeki reformcular (buna Selefîler de dâhil) kendi kendilerine kaldıkları zaman birbirlerini tekfir ederler. Fakat Ehl-i Sünnet söz konusu olunca, bütün farklılıklarına rağmen (her biri kendi aklını rehber alıyor) “it iti ısırmaz” hesabı birbirlerine bir şey demezler ve dayanışma içerisine girerler.
 
Her biri bir mezheb-din ihdas edicidirler. Çünkü akıl sayısınca yol ortaya çıkmaktadır. Bunların bol bol tefsir ve meal yazmaları ise Kur’an ve Sünnet’in anlaşılması için değil de, kendi akıllarının gösterişidir; yoksa büyük tefsirlerin yanında bunların yazdıklarının esamisi okunmaz. Söyledikleri gibi de bir mezheb kurup uygulayamazlar, ancak Müslüman cemaatlerden adam çalmaya bakarlar. Bu bulamaç mezhebsizler için bazen Şia, bazen Vehhabî ve illa ki reformcu diyebiliriz. Aslında bunlar nefsine ve kendi aklına taparlar, bir şeye inanıp bağlanamayan huzursuz zavallılardır. Gel gör ki çamur ve batak deryasında (bu ortamı sağlayan laik-demokratik rejim) rahatça at oynatabilmekteler. “Mezhebsiz” ifadesini hem Selefîler, hem de reformcular için kullandığımızı belirtelim.
 
Reformcular akılcı oldukları için Mutezilîdirler. Sahabî’den sonra gelen nesil olan Tâbiûn’un en büyüğü kabul edilen Hasan Basri Hazretlerinden ayrılarak kurulan Mutezile mezhebi çökmüş olmasına rağmen itikaden Şiilikte yaşamaktadır. Bizdeki reformistler her fırsatta Ehl-i Sünnet’e hücum ederlerken Şia’ya geniş hoşgörü gösterirler; itikadî ortaklıklarından olsa gerek Hazreti Muaviye üzerinden Şiiliği aklamaya bakarlar.
 
M. Kemal’in Batı yanlısı devrimler karşılığı İngilizler’den aldığı destekle kurduğu Cumhuriyet’in ceberut din düşmanlığı yürümeyince, reformculara destek verilmiş, onlar eliyle İslâm itikadını ifsad maksadıyla “ilahiyatlar” kurulmuştur. Esasen İmam Hatiplerdeki eğitimde de mezhebsiz-reformist çizgi vardır. Çünkü Kemalistler reformist kadrolara din eğitimini emanet etmişlerdir. Diyanet Teşkilâtı’nda da durum aynıdır. Bir iki başkanı hariç (Elmalılı, Ömer Nasuhî Bilmen gibi) Diyanet’in bütün başkanları da reformculuk içinde olmuştur ve Üstad Necip Fazıl’ın Diyanet’e “Hıyanet veya Cinayet İşleri Başkanlığı” yakıştırması geçerliliğini sürdürmektedir. Ve ilahiyat çevrelerinde de Selefî-Mezhebsiz fikirler laik TC tarafından palazlandırılmıştır. Daha sonra Amerika’nın “ılımlı İslâm” projesi olan FETÖ, Diyanet’in ve ilahiyat çevrelerinin desteğiyle yürümüş, neşvünema bulmuş ve siyasî iktidarı tam ele geçirebilmek için 15 Temmuz’da kanlı darbeye kalkışmıştır.
 
Kazım Albay - Selefilik ve Reformculuk Üzerine