Hani şu ünlü fotoğrafında dil çıkarıp, saçları dağınık olan bilim insanı… Adını hepimizin bildiği şu meşhur İzafiyet teorisini ortaya atan, “Bana geri zekalı dediler, atomu parçalayıp ellerine verdim.” diyen 20. yüzyılın gelmiş geçmiş en özel insanı...

Almanya’nın Ulm kentinde, 1879’da Yahudi bir ailenin içinde dünyaya geldi. Çocukluk yılları zamanlarında konuşma sorunları yaşamasıyla başladı büyük yolculuğuna. Beş yaşında babasının verdiği pusula ile evrene merakı başladı. On iki yaşında Öklid’in Geometri kitabını okuyarak matematik sevgisini filizlendirdi. Evinde Beethoven müzikleri çalan bir anneye sahipti. Babası ise küçük bir elektrokimya fabrikası sahibiydi. Doğru akım elektrik hattı yedek parçası satardı. Almanya, alternatif akım tercih edince fabrika iflas etti ve İtalya’ya taşındılar. Albert, okulunun bulunduğu Almanya’da kaldı fakat eğitim sistemini reddetti ve İtalya’ya, ailesinin yanına geçti. Ailesi dinsel bağnazlıktan uzak, farklı görüşlere açık ve kültürel anlamda çok geniş bir yelpazeye sahipti.

İçine kapanık bir çocuktu Albert. Diğer çocuklarla oyun oynamaktan, aralarına katılmaktan hoşlanmıyordu. Okulu hep sıkıcı buldu ve ezberci sistemi asla sevmedi, haliyle bu da derslerine yansıdı ve başarısız bir eğitim serüveni sergiledi. Mühendis amcasının özel ilgisi ile geometriyi ve cebiri severek bilime adımını attı. Yıllar sonra Albert Einstein amcasıyla olan ilişkisini şöyle dile getirir:

“Çocukluğumda yaşadığım iki önemli olayı unutamam. Biri beş yaşımda iken babamın armağanı pusulada bulduğum gizem, diğeri on iki yaşımda iken tanıştığım Öklid geometrisi. Gençliğinde bu geometrinin büyüsüne girmeyen bir kimsenin ilerde kuramsal bilimde parlak bir atılım yapabileceği hiç beklenmemelidir.”

Ve tek amacını dile getirdi: “Tanrının düşüncelerini matematik şeklinde bilmek istiyorum.”

“Işık Nedir?”

Bütün fizik kanunlarını içeren tek bir denklem istiyordu. Bu onun hayatının tek amacıydı. Yüksek öğrenimini zor koşullarla Zürih Teknik Üniversitesi’nde yaptı. İş bulmakta fazlasıyla zorlandı hep. Çeşitli şehirlerde yedek öğretmenlik yaptı ve kısa süreli işlerde çalıştı. İtalya’da ilk bilimsel makalesini kaleme döktü. İsviçre’de girdiği üniversite sınavını kazanamadı. Sonunda matematik-fizik bölümünü kazanıp eğitimine devam etti. Üniversite yıllarında pansiyonda kalırken evin kızı Marie’ye aşık oldu. Fakat üniversitede Matematik-Fizik bölümündeki tek kız öğrenci olarak eğitim gören ve başarılı bir bilim kadını olan Sırp asıllı Mileva’ya tutuldu. Terk ettiği Marie ise depresyon geçirip kliniğe yatırıldı.

Einstein 1900 yılında üniversiteden mezun olur fakat Mileva olamaz ve 1902 yılında Mileva hamile olduğunu dile getirir. Albert’in ailesi evlilik olmadığı için bebeği istemez. Mileva da kendi ailesinin yanına gidip bebeği dünyaya getirir ve ailesine bırakır. Einstein, bir arkadaşı vesilesiyle İsviçre Patent Ofisi’nde, patent memuru olarak işe başlar. Daha sonra da Mileva ile evlenir. O işten dünyayı değiştirecek bir devrim başlatacaktır. Onun ‘mucize yılı’ diye tabir edilen 1905 yılında, dört ön görülü çalışmasını yayınladı. Bunlardan ilki, “Işık nedir?” sorusunu soran “Fotoelektrik Etkisi” idi. Işığın foton olarak adlandırılan bir partikülden geldiğini savunuyordu. Diğer bir çalışması ise günümüzde artık kabul edilen atomların varlığı...

İnsanlar o dönemlerde atomlara inanmıyordu. Ancak Einstein, atomların sıvı içerisinde küçük toz partiküllerini hareket ettirdiğini kanıtladı. Ayrıca atomların boyutlarını hesapladı. Bu çalışmalar bir fizikçi için inanılmaz bir kariyer adımları olsa da henüz çalışmalarını bitirmemişti. Bir başka çalışması ise ünlü formülünün bulunduğu E= m.c2 idi. En basit düzeyde anlatacak olursak, bir enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüştüğü anlamına geliyor. Hepimiz gökyüzüne baktığımızda yıldızları görüyoruz ve bu yıldızlar nasıl parlıyor diye düşünmüyor değiliz? Bu soruyu cevaplamak ise Albert Einstein’a düşmüştür. Kütle, yani (m), enerjiye yani E’ye dönüşüyor. Yıldızları aydınlatan temel mekanizma aslında budur. Aynı yıllarda üzerinde çalıştığı bu çalışmaların en önemlisi tabii ki de Özel İzafiyet Teorisi idi.

İzafiyet Teorisi

Einstein ile beraber biraz hayal dünyamıza giriş yapalım ...

Einstein, 1905 yılında bir otobüse biner ve geriye dönüp saat kulesine bakar. Ardından otobüs ışık hızına yaklaşık bir hızda gitse ne olurdu diye düşünmeye başladı. Işık hızında otobüsün gittiğini düşünüp saat kulesine baktığınızda akrep ve yelkovanın durduğunu görürsünüz. Zaman normal şekilde akmaya devam ederken, saat kulesinden bize doğru yansıyan ışık artık hıza yetişemiyor. Boşlukta ne kadar hızlı ilerlerse zaman içinde o kadar yavaş hareket eder. Bu da zaman ve mekanın birbiri ile bağlantılı olduğunu söyleyen İzafiyet Teorisi’ni bizlere açıklar. Bu görüş o günlerdeki bilimin tamamen dışındaydı. O yıllardaki fizik toplumunun bu görüşe verdiği cevap koca bir sessizlikti. Daha sonra bu çalışmalar Avrupa’nın en büyük teorik fizikçisi olan Max Planck’ın eline düştü ve her şey o anda başladı. İzafiyet çalışması Haziran 1905 yılında aynı zamanda Berlin’deki ‘Annalen Der Physık’ dergisinin editörü olan Max Planck tarafından yayınlattırıldı. Bu çalışmalara eşi Mileva’nın da büyük katkıları olmuştur. Mileva iyi bir fizikçi olmayı hayal etse de evlilik ve bebek onu geri planda tutuyordu. İzafiyet teorisinin özel denmesinin sebebi ise sabit hızla hareket etmesinden kaynaklanıyordu. Belirli bir hızda ve tek bir yönde giden maddeyi kapsıyordu. Evrende her madde yavaşlayıp hızlanıyor veya yer değiştiriyor, bu da teoriyi kısıtlıyordu. Her şeyi kapsayabilmesi için görünmez güç olan yer çekimini de işin içine katmak gerekiyordu. Bu Newton’a karşı savaş açmak demekti...

Yer çekimi dediğimiz kavram bir nesneyi bıraktığımız zaman düşmesini sağlayan güçtür. Nesneler çekildiği için değil, itildiği için düşer aslında. Basitçe bakacak olursak tepemizden bize bir baskı uygulanıyor. Patent bürosunda çalışırken camdan bakıyor ve karşıdaki binanın tepesinde çalışan adamlar hayal ediyor. Sonra “bu adamlardan biri düşse ne olur?” diyor. O anda bir fikir beliriyor ve şöyle devam ediyor, bu adam düşerken kendi ağırlığını hissetmiyor olacak, aslında yer çekimi denen bir şey yok, dünya etrafındaki uzayı eğiyor, yani uzayın kendisi bükülebiliyor. Kulağa delice gelse de bir nesneyi uzaya çıkardığınızda etrafındaki boşluğun biçimini bozar. Olaya başka yönden bakalım. Dünya neden güneşin etrafında dönüyor? Çoğumuz, güneşin yer çekiminin dünyayı daire şeklinde güneşe doğru çektiğini düşünecektir ama yanlış maalesef ki. Dünyanın güneşin etrafında dönüşünün sebebi, güneşin dünyanın etrafındaki boşluğu çarpıtması ve uzayın dünyayı güneşe doğru itmesi. Bu görüş yeni bir evren teorisiydi. Aynı zamanda Einstein'ın atom ile ilgili çalışmaları da devam ederken bu yeni yer çekimi çalışmasını yayınlar. Bunun sonucu olarak 1911’de Zürih Üniversitesi’nde tam zamanlı bilim adamı olarak çalışma işi teklifi gelir. Ve sonra Solvay Konferansı’na davet edilir. İçlerinde en genç Profesör Albert Einstein’dir. Tarihte düzenlenen ilk fizik konferansı olarak bilinen 1911 Solvay Konferansı, Hendrik A. Lorentz’in başkanlığında Brüksel’de toplanır. Radyasyon ve Kuantum konulu konferansta iki ayrı yaklaşıma (klasik fizik ve kuantum kuramı) yer vermenin yarattığı sorunlar ele alınır.

“Kötü Baba”

Einstein, çocuklarını yalnız bıraktığı ve eşlerine sadık kalmadığı için eleştirilir. İlk eşi Mileva’nın hayatını mahvettiği de söylenir. İlk yıllarda eşi Mileva ve iki oğluyla huzurlu yaşadı. Einstein’ın kadınlara karşı zaafı, bu mutluluğu bozdu. Teyzesinin kızı Elsa ile gönül ilişkisi vardı. Eşi istemediği halde 1914’te Elsa’nın yaşadığı Almanya’ya taşındılar. Sorunlar artınca Einstein, evliliğin devamı için bir anlaşma hazırladı. Einstein’ın; 1) Elbiselerim ve odam temiz olacak 2) Üç öğün yemek odama gelecek 3) Masamı yalnız ben kullanacağım 4) Sus dediğimde susacaksın 5) Sorularıma hemen cevap vereceksin vb. koşullarını eşi kabul etti. Ancak geçimsizlik artınca, Mileva iki oğluyla İsviçre’ye döndü. Einstein, Elsa ile birlikte yaşıyordu ve 1916’da eşine boşanmayı önerdi. Mileva, üzüntüden hastanelik olunca kız kardeşi çocuklara bakmaya başladı. Bir süre sonra kız kardeşi de psikiyatri kliniğine yattı. Mileva 1919’da, anlaşarak boşanmaya razı oldu. Einstein’a Nobel ödülü verileceği kesin gibiydi. Mileva boşanırsa, Einstein ödülü kazanınca parayı ona vermeyi kabul etti. Eşinden 1919’da boşanan Einstein, Elsa ile evlendi. İlk eşi, küçük oğullarının şizofreni sorunu ve boşanma nedeniyle depresyona girip felç oldu ve 1948’de öldü. Şizofreni tedavisi gören küçük oğlu Eduard, 1965’te hastanede öldü. Büyük oğlu Hans, terk edildikleri için babasına çok kırgındı. Einstein, para göndermek dışında onlarla ilgilenmedi. Hans yıllar sonra ABD’de öğretim üyesi oldu. Einstein ikinci eşiyle ABD’ye yerleşti ama onu da aldattı. Elsa, kalp ve böbrek sorunları nedeniyle 1936’da öldü. İyi bir bilim adamının kötü bir baba ve kötü bir eş olması, hayatta insan için eksi yönlerden biri olarak karşımıza çıkıyor böylece. İzafiyet Teorisi diğer çalışmalara nazaran daha derin ve modern bilime yeni bir temel attıran çalışma olsa da 1921 yılında Fotoelektrik Etkisi çalışmasıyla Nobel Fizik ödülünü almıştır.

 ‘Nobel Ödülü’ Sonrası

Einstein, 1921’de New York, Londra, Singapur, Seylan ve Japonya’da binlerce kişiye konferanslar verdi, devlet başkanlarıyla tanıştı. Filistin’i ziyareti sırasında İngiliz Genel Valisi onu top atışları ile karşıladı. Einstein, kısa sürede adı en çok bilinen insanlar arasına girdi. Yolda onu çevirip izafiyet teorisini tartışmak isteyenlere “Beni Einstein’a benzetirler ama değilim” demeye başladı. ABD’de, 1933’te ders verdiği dönemde Hitler’in Yahudi öğretim üyelerini işten attığını öğrendi. Einstein, ölüm listesindeydi ve başına 5000 dolar ödül konulmuştu. Bir Alman dergisi onun için “Henüz asılmadı” diye yazdı. Yahudilerin yazdığı bazı kitaplar Naziler tarafından yakılınca, Einstein ve bazı Yahudi bilim adamları ABD’ye iltica etti. Bu bilim adamları, ABD’nin atom bombası ve uzay projelerinin başarılı olmasına büyük katkı yaptı. Einstein, Yahudi profesörler için Türk hükümetine 1933’te mektup yazıp onlardan iş istedi. M. Kemal'in Türkiye’de bilim ve akademi dünyasında iş imkânı sağladığı bazı Yahudiler, dönemin modern üniversite sistemini dönüştürdü. Bu süreç II. Dünya Savaşı sonrasında da devam etti.

“Şişman Adam”

“Küçük Çocuk”

“Hayatımın en büyük hatası”  diyebildi sadece …

“Einstein, göreliliği kullanarak kütlenin (m), yüksek değerdeki enerjiye (E) eşitliğini kavradı; kesin değere ışık hızının karesi (c2) ile ulaşılıyordu. Bu uluslararası sistem birimiyle (SI unit), 1017 çok yüksek bir değeri karşılıyordu ve maddenin her kilogramda, nükleer santralin bir yılda ürettiğine eşit enerji yayması anlamına geliyordu. Akıllara durgunluk veren bu fikrin uygulamaya geçirilmesine Einstein bile inanmıyordu. Hatta 1905 yılında yazdığı, buluşunun kökenini oluşturan tezin başlığını soru işaretiyle atmıştı: “İnsan vücudunun ataleti, enerji doygunluğuna mı bağlı?” 1934’ün sonlarında bile, denklemini ‘atomu ayrıştırarak” enerji elde etmek için kullanma düşüncesini gözden kaçırıyordu. Yanlış yolda olduğu dört yıl sonra ispatlandı. Alman bilim adamı Otto Hahn ve meslektaşları uranyumun atomlarını ayrıştırdı. Bu, nükleer güç ve silahlara doğru atılan bir adımdı. Einstein, hatasını anlayınca hemen harekete geçti. 1939'da ABD başkanı Franklin Roosevelt’e bir mektup yazarak, Naziler’in nükleer silahları geliştirebileceği uyarısında bulundu. Bu mektup, müttefiklerin ilk atom bombasını yapmalarında önemli rol oynadı.

Bilimin karanlık yüzünü gün yüzüne çıkaran bu çalışma ile Einstein komünistlik ve ajanlıkla suçlanmıştır. Ancak ABD’nin Manhattan Projesi’nde (ABD’nin gizli atom bombası yapma planı) desteği olmamıştır. 1930’lu yıllarda Einstein, antiemperyalist eylemler yapan ve bağımsızlığı savunan sol eğilimli bir örgütün onursal başkanıydı. Savaşı hiç sevmedi hayatı boyunca ve bu anlamda karşı çıktı çoğu çağrıya… Ne kadar deha olsan da varlık ve canlı kavramını, Yaratıcının var olduğunu ve yarattığı her canlının içinde merhametin de olduğunu bilen insan olarak dünyaya bakış açısı hepimizden farklı ve aynı zamanda benzerdi.

“Derin Dindarlar...”

“Ulaşamayacağımız bir şeylerin var olduğunu bilmek, ancak en ilkel bir biçimde anlayabileceğimiz en derin aklın ve en parlak güzelliğin belirtilerini görmek, bu bilgi ve bu gerçek dindarlığın ta kendisidir. İşte bu anlamda ve yalnız bu anlamda derinden dindar olan insanlara katılıyorum. Kendi yarattıklarını cezalandıran ya da ödüllendiren, biz insanlarınkine benzer istekleri olan bir tanrıyı benim aklım almaz. Bedeni ile öldükten sonra yaşayabilecek bir insan da düşünemem. Zayıf yürekliler, korku ya da gülünç bir bencillikle bu çeşit düşünceleri beslesinler istedikleri kadar. Hayatın sonsuzluğundaki sır ve gerçeğin akılları aşan kuruluşuna bakış bir de tabiatta kendini gösteren akım ne kadar küçük olursa olsun, bir parçacığını kavramak için göstereceğimiz o içten çaba yetiyor bana. Biz dünyalıların ne garip bir durumu var! Burada kısa bir süre için bulunuyoruz. Niçin geldiğimizi bilmiyoruz, sezer gibi oluyoruz zaman zaman. Ama, çok derinlere gitmeden, günlük yaşam bakımından başkaları için var olduğumuzu biliyoruz; önce, bütün mutluluğumuzu gülümsemelerine ve rahatlarına bağladığımız kimseler için, sonra da, yakından tanımadığımız ama kaderlerine sevgiyle bağlı olduğumuz bütün insanlar için. İç ve dış hayatımın, ölü ve diri bütün insanların emeğine bağlı olduğunu, aldığım ve hâlâ almakta olduğum şeyleri aynı ölçüde var gücümle vermeğe çalışmam gerektiğini her gün durmadan düşünüyorum. Azla yetinmek gereğini duyuyorum ve çok kez başkalarına gereğinden fazla iş yüklediğimi düşünüp üzülüyorum. Bana öyle geliyor ki, toplumun sınıfları arasındaki ayrılıklar haksız ve yersizdir; bu ayrılıklar, aslında, zorbalığa dayanmaktadır. Ayrıca şuna da inanıyorum ki, sade ve kendi halinde bir yaşayış, beden ve kafa bakımından herkes için daha iyidir. insanın filozofik anlamdaki özgürlüğüne hiç de inanmıyorum. Her birimizin davranışları, yalnız dış baskıların değil, içten gelen bir takım zorunlulukların da etkisindedir. Schopenhauer’in “Bir insan istediğini yapar ama, istediğini isteyemez” sözü tâ gençliğimde içime işlemiş ve gerek kendi hayatımdaki gerek başkalarının hayatındaki sıkıntılar karşısında sürekli bir avunma, tükenmez bir sabır ve hoşgörü kaynağı olmuştur. Bu düşünce, insanın kolayca elini kolunu bağlayan sorumluluk duygusunu yumuşatır, gerek kendimizi gerek başkalarını gereğinden çok ciddiye almamızı önler; humur’a (gülen düşünceye) yer veren bir hayat görüşüne götürür bizi. İnsan hayatının, genel olarak, yaradılışın anlamını ya da amacını araştırmak, nesnel bakımdan saçma gelir bana öteden beri. Bununla birlikte, herkesin davranış ve yargılarını yöneten birtakım ülküler vardır. Bu bakımdan, rahatlık ve mutluluğa, hiçbir zaman birer amaç gözüyle bakmadım. Böyle bir ahlaki temel domuz sürülerine yaraşır daha çok. Yolumu aydınlatan, bana durmadan yaşama sevinci ve cesareti veren ülküler, İYİLİK, GÜZELLİK ve DOĞRULUK olmuştur. Aynı inançları paylaştığım insanlarla birlik olduğumu duymasam, sanat alanında ve bilim araştırmalarında hiçbir zaman ulaşılamayacak bir amaca yönelmesem, hayat bana bomboş gelebilirdi. Nice insanların her gün ardına düştükleri mal mülk edinme, kolay başarı kazanma, süslü püslü yaşama, tâ çocukluğumdan beri tiksinti uyandırmıştır bende. Bende coşkun bir toplumsal adalet ve sorumluluk duygusu vardır ama, nedense insanlara ve insan topluluklarına doğrudan doğruya bağlanma isteği hemen hiç yoktur. Ben tek başına düşünen bir insanım, dar anlamıyla hiçbir zaman bütün yüreğimle ne devlete bağlı kalmışımdır, ne ana yurda, ne dostlar çevresine, ne de aileye. Bütün bu bağlara karşı hiç eksilmeyen bir yabancılık ve yalnızlık duygusu beslemişimdir. Bu duygum yaşlandıkça daha da artmıştır, insan vahlanarak da olsa, başkalarıyla anlaşma ve uzlaşmanın bir sınırı olduğunu açıkça görür. Bunu gören, gerçi, iç temizliğini, kaygısızlığını az-çok yitirir. Ama, buna karşılık, başkalarının düşüncelerinden, alışkanlıklarından ve yargılarından geniş ölçüde bağımsız kalarak kendi dengesini hiç de sağlam olmayan bir temel üstüne kurmaya kalkmaz. Benim politik ülküm demokratik ülküdür. Herkes saygı görmeli ama, hiç kimseye tapılmamalıdır. Bana karşı insanların gereğinden çok saygı ve hayranlık göstermesi talihin bir cilvesidir. Bunda benim kabahatim olmadığı gibi, hak etmiş de değilim bunu. Bu aşırı saygı, benim cılız gücüm ve ardı arası gelmez didinmelerimle bulduğum birkaç düşünceyi anlamakta zorluk çekmelerinden gelebilir. Çok iyi biliyorum ki, herhangi bir örgütü gerçekleştirmek için, bir tek kişinin düşünmesi, buyurması ve toptan sorumluluk yüklenmesi gerekir. Ama yönetilenler baskı altında olmamalıdır. Yöneticilerini seçebilmelidirler. Zorbalığa dayanan otokratik bir düzen, bence, kısa zamanda bozulur. Çünkü, zorbalık ruhça aşağılık insanları çeker ve dâhi zorbaların yerine haydutların geçmesi şaşmaz bir yasadır bence. Bu yüzden, bugün İtalya’da ve Rusya’da gördüğüm böylesi düzenlerin karşısındayım var gücümle. Bugünkü Avrupa’da demokrasi yolunun gözden düşmesinin nedenini, demokrasinin temel düşüncesinde değil, hükümet başındakilerin kolay değişkenliğinde ve oy mekanizmasının kişileri tek tek hesaba katmayan niteliğindedir. Ama bence Amerika Birleşik Devletleri bu bakımdan doğru yolu bulmuşlardır. Uzunca bir süre için seçilmiş sorumlu bir başkanları vardır ve bu başkan sorumluluğunu etkin olarak taşımasına yetecek güçten yoksun değildir. Buna karşılık, bizim politik sistemimizde insan tekinin hastalık ya da yoksulluk hallerinde gördüğü geniş ilgiyi değerli buluyorum. İnsanlığın çarklarında, bana gereken önemli görünen devlet değil, yaratıcı ve duygun insan teki, kişiliğidir. Soylu ve yüce olanı yaratan odur. Çoğunluksa düşüncede budalalığa, duygularda şaşkınlığa düşebilir.”

(Bu satırlar Einstein tarafından Hitler ordusunun Yahudileri zehirli gazlarla öldürdüğü günlerde yazılmıştır.)

 

Faydalanılan Kaynaklar :

http://www.enteresanbilgiler.com.tr/bilim/bir-fotografin-hikayesi-1927-solvey-konferansi-h1404.html

https://www.gelisenbeyin.net/albert-einstein.html

http://www.uralakbulut.com.tr/wp-content/uploads/2009/11/ALBERT-EINSTEIN-DAH%C4%B0LER-DE-%C4%B0NSANDI1.doc6MYIS2011.pdf

https://dunyalilar.org/albert-einsteinin-dusunceleri.html/

https://www.cafrande.org/20-yuzyilin-en-onemli-bilim-adami-albert-einstein-dunyayi-nasil-goruyordu/

https://www.haberturk.com/stephen-hawking-ve-einstein-in-kara-delik-teorisi-nedir-kara-delik-nasil-olusur-2429923

https://www.webtekno.com/tarihin-ilk-kara-delik-fotografi-yayimlandi-h66481.html

Albert Einstein, Dünyamıza Bakış, Alan Yayıncılık, s. 80.

Aylık Dergisi 177. Sayı, Haziran 2019