Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nden oluşan BRICS, ismini üye ülkelerin İngilizce yazılışlarının baş harflerinden almaktadır. 16 Haziran 2009’da kurulan BRICS için son yıllarda en çok tartışılan meselelerden birini ise platformun genişlemesi mevzusu oluşturuyor.

Öyle görünüyor ki; 22-24 Ağustos’ta Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ev sahipliğinde Johannesburg’da düzenlenecek zirve, organizasyonun adının “BRICS+” halini almasına vesile olacak. Çünkü yapılan açıklamaya göre, 19 ülke BRICS’e katılmak için başvuruda bulundu. Mevcut üyeler de genişleme fikrine sıcak bakıyor.

Bu noktada sorulması gereken soru, aktörlerin niçin BRICS’e yöneldiği. Esasen bu sorunun yanıtı, uluslararası sistemin yapısında yaşanan değişimle ilgili. Zira Soğuk Savaş’ın ardından ABD’nin liderliğinde oluşturulan “dünya düzeni”, artık yerini “yeni bir dünya düzenine” bırakıyor.

Bu konuda özellikle de ABD’nin Afganistan ve Irak gibi ülkelere yönelik işgaller sırasında uluslararası hukuku ayaklar altına alan insan hakları ihlallerinde bulunmasının Amerikan imajında ve Washington yönetiminin güvenilirliğinde yarattığı etkinin belirleyici rol oynadığı söylenebilir.

Bilhassa 2000’li yıllardan itibaren “büyük Çin rüyası” şeklinde ifade edilen Çin kalkınması ve Rusya’nın Vladimir Putin’in liderliğinde yeniden “büyük güç” olma iddiasıyla hareket etmesi, tek kutuplu dünya düzenine yönelik itirazların daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanmasına sebebiyet verdi.

Çok kutupluluk arayışları çerçevesinde Çin ve Rusya’nın birlikte hareket ettiği aşikar. Zaten 2000’li yıllarda çok kutupluluk arayışıyla özdeşleşen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve BRICS de bu develetlerin öncülüğünde kurulmuştur. Ancak ŞİÖ’nün daha bölgesel bir misyona sahip olduğu biliniyor. BRICS ise küresel bir vizyonu ortaya koyuyor. Zira BRICS’te farklı coğrafyalardan devletler yer almakta. Öyle görünüyor ki; Johannesburg’daki zirvede bu coğrafyaların ve üye devlelerin sayısı artacak.

Aslında BRICS, hala kurumsallaşmasını tamamlayabilmiş değil. Uluslararası örgüt statüsü bile bulunmuyor. Lakin buna rağmen bir çekim merkezine dönüştüğü açık. Bu aşamada BRICS’in niçin bir çekim merkezine dönüştüğü sorusunu tartışmaya açmak gerek.

Her şeyden önce BRICS’in G7 ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası platformlardaki adaletsiz yapıya yönelttiği eleştirilerin özellikle de BM Güvenlik Konseyi’nde temsil edilmek isteyen aktörleri cezbettiği iddia edilebilir. Buna ek olarak BRICS, 2015’te kurulan BRICS Kalkınma Bankası aracılığıyla Dünya Bankası’nın kurulduğu dönemdeki gibi yeni bir vizyon ortaya koymaya çalışıyor. Bu bankanın işlevselliği tartışmalı olsa da bu vizyon arayışının çeşitli devletlere çekici geldiği ortada.

Elbette BRICS’i bir cazibe merkezi haline getiren en önemli husus ise organizasyonun potansiyeli. Çünkü BRICS ülkeleri dünya nüfusunun %42’sini teşkil ederken; küresel ihracatın da %18’lik bölümünü kontrol ediyor. Ayrıca üye devletlerin gayrısafi yurtiçi hasılalarının toplamı, G7 ülkelerinin üzerinde. Bu rakamların yeni katılımlarla daha da artacağı öngörülebilir.

Bununla birlikte rakamların büyüklüğü Çin ve Hindistan gibi milyarlarca insanla ifade edilen nüfusların BRICS üyesi olmasından kaynaklanıyor. Yani kişi başına düşen milli gelir üzerinden toplumların refah seviyelerine dair bir okuma yapılsa, benzer bir neticeye ulaşılamaz. Buna rağmen BRICS ülkelerinin küresel gayri safi yurt içi hasıladaki payı, 2010’da %18 seviyesindeyken; 2022’de bu oran, %26’ya gelmiştir. Burada aslan payının Çin’e ait olduğunun altı çizilmeli.

Anlaşılacağı üzere, BRICS’e olan ilginin artması, Çin’e olan ilginin artmasıyla yakından ilişkili. Nitekim Çin’in yaklaşık 150 ülkeyle Kuşak-Yol Projesi’ne katılım anlaşması imzaladığı düşünüldüğünde, 19 devletin BRICS’e üyelik başvurusu yapması şaşırtıcı değil.

Johannesburg Zirvesi’ne ilişkin en önemli tartışma ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in zirveye katılıp katılmayacağı sorusu üzerinden yaşanıyor. Bilindiği gibi Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Ukrayna’nın işgali hasebiyle Putin’in tutuklanmasına karar vermişti. Fakat Güney Afrika Cumhuriyeti, Putin de dahil olmak üzere tüm üye devletlerin liderlerini Johannesburg’a davet etti. Dahası liderlere diplomatik dokunulmazlık taahhüdünde de bulundu.

Her ne kadar Güney Afrika Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa, mevzubahis güvencenin tüm liderlere verilen bir prosedür olduğunu dile getirse de özelde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ve genelde ise BRICS’in yaptığı UCM de dahil tüm Batı kurumlarına karşı gerçekleştirilen güçlü bir meydan okuma.

Putin’in zirveye katılması ve tutuklanmaması halinde Ramaphosa yönetimine yönelik uluslararası baskının artacağını öngörmek mümkün. Bununla birlikte Rus lider, BRICS’in gerekli mesajı verdiğini düşünerek zirveye çevrimiçi formatta katılma yolunu seçilebilir. Böylece Güney Afrika Cumhuriyeti’ni zor durumda bırakacak bir eylemden sakınarak Rusya’nın tüm müttefiklerine kendilerini sıkıntıya sokmayan bir dost olduğu mesajı üzerinden güven vermek isteyebilir.

Sonuç olarak BRICS genişleme eğilimindedir. Söz konusu eğilim, küresel ekonominin merkezinin yükselen Çin realitesine paralel olarak Asya-Pasifik’e kaymasından kaynaklanmaktadır. Yani Pekin’in liderlik ettiği platformlara olan ilgi artmaktadır. Rusya ise BRICS genişlemesi vesilesiyle tüm dünyaya hala çok sayıda müttefiki olduğu mesajını verme çabası içerisinde. Elbette bu da ilerleyen dönemlerde çok kutupluluk arayışlarının çok daha yüksek bir sesle dile getirileceği anlamını taşıyor. Fakat BRICS’in henüz bir uluslararası örgüt bile olmadığı; hatta üye devletlerden Çin ile Hindistan’ın ciddi ihtilaflarının bulunduğu düşünüldüğünde, BRICS’in de alması gereken uzun bir yolun bulunduğu vurgulanmalı.

ABD’nin Gazze’ye kurduğu “işgal limanı” tamamlandı ABD’nin Gazze’ye kurduğu “işgal limanı” tamamlandı

Dr. Doğacan Başaran