Esselâmü Aleyküm.

Nasılsınız?

(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)

İyiyim. Beklediğim haberin gelmesini bekliyorum sabırsızlıkla
(Av. Yılmaz, BARAN dergisiyle temasa geçtiğini, BARAN’ın mesajının kendisine Perşembe günü ulaştığını, kendisinin de Cuma günü Carlos’un adresine gönderdiğini söylüyor.)

Çok iyi, çok iyi, çok teşekkür ediyorum.

Türkiye’den bir haber var mı bana verebileceğiniz?

(Av. Yılmaz, aynı durumun geçerli olduğunu, kendileri bakımından bir problem bulunmadığını söylüyor.)

Problem yok diyorsunuz ama büyük bir problem, bir savaş var orada.

(Av. Yılmaz, Carlos’u doğruluyor ve o bakımdan gerçekten büyük problemler olduğunu söylüyor.)

Bu arada, Kurban bayramı münasebetiyle gönderdiğim mektubumu hâlâ almadınız, değil mi?
(Av. Yılmaz, almadığını söylüyor.)

Av. Ahmed Arslan’a, Av. Hasan Ölçer’e ulaşmış mıdır acaba?

(Av. Yılmaz, bilmediğini, ancak alıp almadıklarını araştıracağını söylüyor.)

BARAN ve FURKAN’a yazdığım mektubları doğrudan adreslerine gönderdim bu arada.

Peki avukatlarımdan birinin size yazdığı mektubu aldınız mı?

(Av. Yılmaz, onu da almadığını söylüyor.)

Çok tuhaf, çok tuhaf.

(Carlos, Av. Güven Yılmaz’a mektublarının ulaşmamasının, Fransa değil, Türkiye kaynaklı bir problem olduğunu söylüyor.)

Neyse; bana soracağınız herhangi bir soru var mı?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Konuşalım ama ne hakkında konuşalım acaba; olan biten o kadar çok şey var ki dünyada.

Tam bir karmaşa içerisindeki Venezüella vesilesiyle konuşalım o zaman.

Venezüella hükümeti, iktidarda kalmak ve Kumandan Hugo Chavez’in mirası olan Bolivarcı devrimi ayakta tutmak için sert bazı tedbirler alıyor ki, bu da iyi bir şey elbette.

Diğer yandan şöyle bir çelişki de yaşanıyor: Chavez’in gerçekleştirdiği Bolivarcı devrim, demokrasiye, halk iradesine dayanarak Venezüella’da iktidara geldi. Ne var ki son meclis seçimlerinde, üçte biri muhalefet, üçte biri ise –mevcud hükümetin politikalarına öfkeli- Chavez destekçilerinden oluşan üçte ikilik bir seçmen çoğunluğu, hükümetin adaylarına karşı oy kullandı.

Buna rağmen, devlet başkanı Nicolas Maduro iktidarı bırakmayı düşünmedi, çünkü emperyalistlerin ajanı olan düşmanlara ülkeyi terketmek ve devrimi bitirmek istemedi.

Burada şunu da eklemek isterim: Hükümet muhalifi olmak, ille de düşman ajanı olmak demek değildir ve bu tür muhalifler ayrı tutulmalıdır. İdeolojik sebeblerle muhalif olmak, ülkesine ihanet etmek demek değildir mutlaka.

Öte yandan, muhaliflerin Venezüella’da iktidara gelmesi demek, ordudaki Bolivarcı dürüst genç subayların temizlenmesi, ülkenin tam bir kargaşa içerisine sürüklenmesi ve CIA’nın yeniden iktidara gelmesi demek olacaktır. Bu kadar basit.

Yine şöyle bir çelişki söz konusu bugün Venezüella’da:  Demokrasi tüm demokratik prensiblere saygı gösterilmesi demektir aynı zamanda, ancak Venezüella’da demokratik biçimde iktidara gelenlerin de Venezüella kanunlarına bazen saygı göstermemesi ve meclisteki bu insanların kanun dışı birtakım inisiyatifler kullanarak ülkeyi kargaşaya sürüklemesi gibi bir problem vardır bugün orada.

Şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir şiddet hüküm sürmektedir şu ân Venezüella’da. Buna karşı hükümetin aldığı tedbir ise, yaşanmakta olan duruma çözüm olmadığı gibi, aynı zamanda aptalcadır.

Vatandaşlara saldıran halk ve devrim düşmanı suçluların elinden silâhlarını alacağı yerde, herkesin silâh iznini iptal ederek alelâde halkın silâhlarını toplamaktadır. Böylece, silâh izninin olup olmaması kendilerini etkilemeyen suçlular silâhlı kalmaktadır geriye. Polisin bunlara karşı bir kontrolü ve hâkimiyeti de yoktur, çünkü Venezüella polisi oldum olası “iyi tarafta” değildir, tamamen temizlenememiştir.

Öbür tarafta, -Kübalı danışmanlar ne yapıyor ve dikkate alınıyor mu bilmiyorum ama- hükümetin kötü danışmanlar tarafından yönlendirildiği malûm. Halk için halkla beraber gerçekleştirilmiş bir devrimde en çok namuslu halkın dikkate alınması ve dinlenmesi gerekirken, devrim destekçisi bu insanlar dinlenmemekte; karaborsayla bu halkı sömüren ve daha da fakirleştiren devrim düşmanlarına kimse ilişmemektedir.

Hâlbuki o kadar basit ki bu halk düşmanlarını temizlemek. Bunun için sadece birtakım bastırıcı tedbirler alırsınız, o kadar. Devrim ve bastırma beraber gider çünkü. Şayet bastırma yoksa, orada devrim falan da yoktur.

Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan var meselâ. Müslüman Kardeşler ideolojisine yakın, ancak büyük Türk imparatorluğu fikrini taşıyan bir insan. Kimsenin ajanı olmayan bu insan, 1950’lerden beri Türkiye’de yerleşik olan ABD ajanları da dahil olmak üzere, karşısına çıkan engelcileri temizlemekte tereddüt etmiyor.

Büyük güvenlik problemleri de yaşanıyor Türkiye’de ve ben Kürt gerillalarla bu şekilde savaşılması yerine Kürtlerin millî haklarının tanınması taraftarı bir insan olmama rağmen, Erdoğan’ın nasıl bastırıcı bir savaş yürüttüğünü görüyorsunuz. Bazen hükümet düşmanlarına, bazen de Türkiye düşmanlarına karşı nasıl bastırıcı tedbirler alıyor.

Fakat Venezüella’da bunun tam tersi yaşanıyor; orada hükümet değil, düşmanlar ve suçlular baskı uyguluyor. Bu da çok üzücü.

Dünyadaki en önemli büyükelçiliklerinden Fransa’daki büyükelçiliğine bile aylardır para gönderemeyen ve diplomatlarının maaşını ödeyemeyen Venezüella’daki bu sistem tamamen çürümüştür.

ABD’nin 1960’lardan beri kendisine karşı bir savaş yürüttüğü ve CIA’nın sayısız saldırıda bulunduğu Küba’da niçin böyle olmuyor peki? Fidel Castro’nun dogmatizm kaynaklı birtakım ekonomik yanlışlarına rağmen, nasıl onca senedir ayaktalar? Çünkü bastırıcı tedbirler almakta ve halk düşmanlarına baskı uygulamakta tereddüt etmiyorlar da ondan.

Chavez, iktidarı ve hastalığı boyunca Kübalılarla omuz omuza olmasına rağmen, Maduro Küba’da eğitilmiş bir insan olmasına rağmen, kimse Küba’dan ders almış gibi görünmüyor ve bu kadar temel tedbirler dahi alınmıyor.

Venezüella’da neler olup bittiğini gerçekten bilmiyorum. Mantıklı bir insanım ben ve Kürt meselesinin savaşla çözülmek istenmesi gibi bazı meselelerde bence çok yanlış davranmalarına rağmen Türkiye hükümetinin yaptıklarında bir mantık bulabiliyorum da, Venezüella hükümetinin davranış tarzında herhangi bir mantık bulamıyorum.

Bu vesileyle, sadece Kürtlerin tarihî, millî ve kültürel haklarının Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut sınırları dâhilinde tanınmaması bakımından değil, Türkiye’yi işgal etmiş yabancı üslerdeki askerlerin binlerce ama binlerce Müslümanı bombalaması, katletmesi ve topraklarını işgal etmesi bakımından da çok yanlış davranıyor Türkiye hükümeti. O Müslümanların ideolojileri ne olursa olsun, siyasî temayülleri ne olursa olsun, sonuçta onlar Müslümandır ve Türkiye’de üslenmiş olarak onları bombalayıp katledenlerse yüzde doksan dokuz çoğunlukla Müslüman falan değildir.

Türkiye’deki hükümetin Müslüman Kardeşler çizgisindeki ideolojik yaklaşımı provoke ediyor bence bu yaşananları. Bir çelişkiler dünyasında yaşıyoruz kısacası ve bunun da acısını da Türkiye halkları çekiyor, çekmeye de devam edecek maalesef.

2001’den bugüne seyreltilmiş uranyumlu ve her biri milyon dolar tutan bombalarla bombardıman edilen Irak’taki bir milyondan fazla bebeğin ölü veya sakat doğmasına yol açmış, bombardımanlarıyla bugün de o bölgedeki insanları katletmeye devam eden ABD gibi, Fransa gibi ülkelerin oluşturduğu İslâm düşmanı, Müslüman düşmanı, Türkiye ve Türk halkının düşmanı bir ittifakın objektif, resmî ve –meşru değil- kanunî bir unsuru olmaya devam etmektedir Türkiye hükümeti.

Benden muhakkak daha iyi biliyordur ancak çok zeki ve kararlı bir insan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, doğru zamanda doğru inisiyatifi alacaktır sanıyorum, ama bu arada zaman da akıp geçiyor maalesef. Üstelik Gönüldaş Erdoğan’ı şehid etmeye tek bir kurşun yetecektir ki, başka hiç kimse de yoktur kendisinin yerini alabilecek
Her neyse, her şeyin en iyisinin olması için dua edelim.

Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyin benden. Kendisine çok dikkat etmelidir. Bilvesile, resmî bir ziyaret için beni Türkiye’ye davet etmesini ümid ediyorum günün birinde.

Selâmetle kalın.
 
24 Eylül 2016

Baran Dergisi 507. Sayı