Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan ve yeni kurulan 62. Hükümeti temsil eden Ahmet Davutoğlu’nun ilk ciddî sınavı geldi, çattı... 

ABD’nin IŞİD’i hedef alarak başlattığı dünya çapındaki medya ve kamuoyu baskısı ABD’ye ve Batı’ya yaranma kampanyasına dönüştü artık. Şu ana kadar 50’yi aşkın ülke, daha evvel ABD tarafından işgal edilen ve “bitti” dediği yerde küllerinden yeniden doğup ABD’yi hezimete uğratan Irak topraklarına çıkartma yapmak, saldırmak için bu “koalisyon”un içinde yer aldı… Ve Türkiye de ABD müttefikliğinin getirdiği bir “tabiîlik!” içinde bu koalisyonda…

Şimdi ilk önce şunun altını çizmek gerekiyor ki, yapılan bu saldırılar şeklen de olsa ne BM kararı ne de NATO kararları kapsamında. Her zamanki gibi, Batılılar işlerine geldiğinde kendi hukuklarına bile uymuyorlar.

Yani, herhangi birisi herhangi birini önce “düşman” ilan ediyor ve yanına da kendisinden “tırsan”ları toplayıp istediği gibi “gider” yapıyor, hırpalıyor, dövüyor; kanun, hukuk, insan hakları, uluslararası hukuk? Güçlü olanın kendisinden daha güçsüz olanı ezdiği ve bunu bir teamül hâline getirdiği yerde “hukuk” aranmaz, aranmamalı! Ve “hak verilmez, alınır!” düsturunca da, kuru kuru şikâyet etmenin de bir mânâsı yok! 

(“Ya işte onlar da kafa kesiyor!” mahreçli “fikirler”i, cevapları, savunmaları şimdi bir kenara bırakalım; onu da konuşur, onları da söyleriz. Ayrı. Burada, şimdi bahsettiğimiz “New York Çeteleri”ni konuşuyoruz.)

Ki biz, bu küstahlığı Afganistan’da, daha önce Irak’ta ve birçok İslâm memleketinde-topraklarında defalarca gördük. “New York Çetesi” ve şürekâsı için “hak, hukuk, adalet” diye bir kavram yok ki; “kendi hakları” ve kendi çıkarlarının haklılığı var. Hâsılı gâvur bunlar!

Bildiğimiz gâvur!

Batı, Bildiğimiz Batı!

Bu gâvurlardan tırsanların topu da aynı; hem kendileri hem cinsleri de aynı…

Bunları şakşaklayan dıştaki-içteki medya ise, zamanında Irak’ta ve başka İslâm ülkelerinde tecavüz edilen bacılarımızı görmezden gelenlerle aynı soy, aynı cins, aynı pislikler… Pisliğin daha azı daha çoğu diye de bir şey yok. Kıvırmaya, kıvırtmaya da gerek yok; pislik işte. Neresinden tutarsan tut eline yapışacak olan şey “pislik!” Hani rahmetli Üstad’ın “Haliç'in neresinden bir bardak su alırsanız alın tahlil aynı çıkar” sözü var ya onun gibi… Burada Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun altını çizdiği “Batı kültür ve yaşayışının ulaştığı her yer Batı’dır” sözünü de hatırlatalım…

Söylemleri de aynı; eşitlik, özgürlük, demokrasi… 

“Eşitlik” denildiğinde, anlayın işte, others-diğerleri ile the others-diğerleri” arasındaki fark gibi; ilkinde “diğerleri” olanlar, ikincisinde ise “belirli” olan “diğerleri”; yani “daha eşit” olanlar… Özgürlük ve demokrasi için de aynı; “daha hür” olanlar ve “demokrasi”yi kendi çıkarları için “kullan at” telefonlar gibi eğip-büken “daha demokratik” olanlar…

Demokrasi, özgürlük, eşitlik… Yani? Kan, gözyaşı, adaletsizlik, hukukun ayaklar altına alınması vesâire, vesâire, vesâire… Anlaşılacağı üzere, bin defa, binlerce defa söylene söylene affedersiniz ama “yalama” olmuş, içi boşaltılmış, süslü, cilâlı kelimeler… Ne kapsamı belli ne de va’zettiği bir ahlâkî ilke var; kapsamı, ABD ve İsrail çıkarlarına halel gelmedikçe ne .ok yersen ye! Ammaaa! Ama’sı da var; İsrail ve New York Çeteleri’nin çıkarlarına en ufak bir halel gelecekse, halel gelme ihtimâli varsa -Azınlık Raporu filmini ve Avrupa, Amerika’daki ve en son Kosova’daki gözaltıları hatırlayın- “demokrasi” teranesi adı altında önüne kim gelirse ez, parçala, yok et! 

Kızılderilileri katleden kim? Bahsettiğimiz bu New York Çeteleri değil mi?

Afrikalıları zincire vurup onlara politik bir jargon ile “negro-zenci” diye yafta vuran, ipe çekip asan ve altında fotoğraf çektiren, katleden, tecavüz eden, evlerini yakan, halk otobüslerinin arkasına “zenci”lere ayrı yer yapan bugün bahsettiğimiz koalisyon’un başını çeken New York Çetesi değil mi? Bir bakın, bir dönün, politikanız, söyleminiz, uluslararası ilişkileriniz, politik kariyeriniz, partilerinizin akibeti yerin dibine batsın, bi bakın bunlar kim? Beyaz gömleklerinin arkasındaki “pis” zihniyeti her defasında anlatmak zorunda mıyız? Milletçe “roots-kökler” romanının dizisini seyrederken oradaki Kunta Kinte’nin kendimiz-milletimiz olduğunu varsaymadık mı?

Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atıp 224 bin insanı bir anda katleden, doğayı mahveden ve nesiller boyu insanların sakat doğmasına sebep olan katil Amerika değil mi? 

Vietnam’a giren, orada hezimete uğrayan, binlerce insanı katleden ve kadınlara tecavüz eden New York çeteleri değil mi? 

Küba topraklarını kendi toprağı sayma küstahlığını gösterip oraya asker çıkartan ve Castro’ya, bir ülkenin “resmî” devlet başkanına en az 250 defa, evet evet yanlış okumadınız 250 defa suikast teşebbüsünde bulunan, akamete uğrayıp eline yüzüne gözüne bulaştıran bu soysuzlar değil mi? Böyle teşebbüsleri terör şebekeleri yapar sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Dünyada bu işleri ABD, İsrail, İngiltere ve Fransa yapar. Biraz bağımsızlık peşinde koşan örtülü sömürgelerin liderleri, hep bu New York çetelerinin ölüm tehdidi altında yaşar. Hukuk, bağımsızlık, eşitlik? Onlar, geri kalanları kandırmak için...

Afganistan topraklarında taş üstünde taş bırakmayıp, kadın çocuk ihtiyar demeden katleden ve sonra da özgürlük söylemleri adı altında kendi tecavüzünü meşrulaştıran ve bunu kendinden korkan diğer ülkelere kabul ettiren bu soysuzlar güruhu New York Çeteleri ve yardakçıları değil mi?

Afrika topraklarını sömürüp ülkeyi açlığa mahkûm edip misyonerlik propagandası yaparak kendi emperyalizmini Afrika insanına dayatan, âdi, vicdansız, kalpsiz, sefih, reziller bunlar değil mi?

Irak Müslümanlarına önce 91’de, sonra 2001’de katliam, vahşet gerçekleştirip binlerce kadına tecavüz edip sonra da “Irak’a demokrasi götürdük” diyen ve her defasında hezimete uğrayan, kendi halkından bile bu hezimeti gizleyen; aynı zamanda bu hezimetinin acısını hâlâ çeken ve bugün meşruiyetini tekrar sağlama almak için bütün yardakçılarını peşine takıp Irak’a giren ABD değil mi?

Binlerce çocuğu katletmek, on binlerce insanı yerinden yurdundan etmek, evlerini başına yıkmak “demokrasi” ve arkasından ezbere söylenen kelimelerle birlikte bu zulmü bütün dünyaya “tabiî” bir olay gibi gösteren yine Amerika ve yerli işbirlikçileri değil mi?

Ama bu pis sükût, ama bu iğrenç kapanış, ama bu “goygoycu” edebiyat ne peki?

Nazım Hikmet’in dediği gibi;

“Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı ve rahat” olanların hiç mi suçu yok! O zaman yine Nazım’ın dediği gibi söyleyelim halimizi: “Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.” 

Şimdi lafı eğip-bükmeden –ki her zaman yaptığımız gibi- söyleyelim;

“New York Çetesi”nin başını çektiği ve o çeteden korkarak ardına takılan her ülke, her şahıs “şeref”ini Obama’nın ayakları altına almıştır. 

Bugün Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ve Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığında yürüyen “Yeni Türkiye”, İsrail, Amerika ve kuyrukçularının şantaj ve tehditlerine karşı ilk büyük sınavını veriyor. Türkiye’nin dış politikasını ABD ve İsrail belirleyemez ve belirlememelidir. 

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği gibi “Dik durun, karşınızda leşler var.” 

Baran Dergisi 403. Sayısı