Görebilmek için üç unsur gerekli; görülecek şey, göz ve ışık. Neyi göreceğini bilmeden; görecek göz -şey'e nisbetle zaviye- olmadan ve eşyaya belirmesini sağlayan ışık düşmeden görme faaliyeti gerçekleşemez. Bu unsurlar madde şartlarında geçerli olmasıyla beraber mücerred mânâda da remz ihtiva eder ve madde ötesi seziş olarak beliren görme hadisesi aynı unsurlara muhtaçtır. Gördükçe âlemin perdesi insana açılır, insan da âleme... Her insan aynı âleme aittir de, herkesin içinde bir başka âlem vardır ve nazar adetince çoğalır...
Benim nazar edebildiğim, görebildiğim ve idrak edebildiğim kadarıyla, bende oluşan manzarada seyrettiğim KUMANDAN;
Varoluş müşkülünün, düğüm düğüm dolanıklığının tam ortasında, yıldızların da ötesine çekilmiş, kainatın öbür ucunda bir yerlerde... Elinde sigarası... Etrafını saran dumanı, düşünce ağından bir sis oluşturuyor. Örgü örgü bir fikir, mısra mısra bir şiir, sayfa sayfa bir kitap olarak beliriyor sisin içinde. Âlemin girift düğümlerini ilmik ilmik temaşa halinde! İşte! Mücerret fikir O'nda, ucu bucağı gözükmeyen bir umman, kelimelerin atomlarına kadar nüfuz ettiği bir derinlik mesabesi... O, bu fikir derinliğinin diplerine inmeye nefes yetirip, vurgun yemeden çıkabilmenin, kanatları yanmadan göğe yükselmenin derdinde ve böylece dünyanın altını üstüne getirecek çapta bir fikir ve nefs muhasebesi gayesinde...
***
“yükseğe
 daha yükseğe
 en yükseğe
dikilsin bu bayrak”
Salih Mirzabeyoğlu /
Aydınlık Savaşçıları
İlk insan ve ilk peygamberle başlayıp Gaye İnsan-Ufuk Peygamber'e kadar devam eder “iyi, güzel ve doğru”nun kutsî sancaktarlığı. Sancağın son emanet edildiği ümmet, bayrağı bazı devirlerde ve milletlerin eliyle zirvelere taşırken, bazen de ona layık olamamış ve kıymetinin altında muamele etmiştir. Türk'ün İslâmlaşmasıyla Karahanlılardan, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devleti'ne, onlardan Osmanlı'ya miras kalmış, düşeceği yerden onu alıp kaldırma vazifesini sırasıyla üstlenmişlerdir. Tanzimat dönemiyle küfür kutbunun tesiri altında kalan bir kısım batı taklitçilerinin elinde itilip kakılmaya, horlanmaya başlamış, Cumhuriyetle birlikte tamamen alaşağı edilmiş, neferlerine ise kastedilmişti. Sonunda da üzerine atılan ölü toprağıyla tamamen tarihe gömülmek istendi.
İslâm sancağının üzerinde biriken asırlık tozu ve toprağı temizlemek ve hakettiği yere taşımak için Cumhuriyet sonrasında ilk ciddi mücadele girişimi ÜSTAD NECİP FAZIL KISAKÜREK tarafından gerçekleştirildi. Goethe'nin “Üçbin yıllık tarihinin muhasebesini yapmayan insan günü birlik yaşayan insandır.” diye bahsettiği o tarihî muhasebeyi, içe ve derinliğine ferdî, dışa ve genişliğine de cemiyet muhasebesini, topyekûn insanlık adına büyük “Hesaplaşma”yı başlattı. Neyi nerede kaybettiğimizi ve nerede bulacağımızı, Sancağın düştüğü ve kalkacağı yer olan Anadolu'yu işaret ediyordu. Ömrü bu mukaddes davayı emanet edeceği gençliği yoğurmakla geçti. Bir genç arıyordu, “gençlikle köprü başı” olacak, Gençliğe Hitabesinde sıraladığı tüm memuriyet ve mesuliyetleri kuşanacak o genç...
“Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci…” ithafına layık gördüğü...
SALİH MİRZABEYOĞLU...
Müjdelerin Müjdesini veren Bilgesi bununla beraber davanın “çile yükü”nü de miras bırakıyordu O'na. Böyle bir emanete varis olabilecek fikir istidadı, iman, istikamet, aşk ve vecd unsurlarının birleştiği bir remz şahsiyet olarak iş ve eserleriyle meydanda olan o genci işaret ediyordu...
“Kurtuluş gemisinin kaptanından vasiyet
Fikir elinde fikir kölen emrinde kaptan ”
Salih Mirzabeyoğlu / Kayan Yıldız Sırrı
O artık, Yaşayan NECİP FAZIL, Yürüyen BÜYÜK DOĞU...
“İnkılâba dayanmış saatler döne döne
Büyük Doğu bayrağı İBDA ile en öne”
Salih Mirzabeyoğlu / Yeşilırmak
***
İki uçurum arasında yaratılmış insanoğlu; ya mahlukların en şereflisi -eşrefi mahlukat- ya da hayvandan aşağı mertebede -esfeli safilin- ... Ya kendi hakikatini putlaştırmanın peşinde ya da hakikatin hakikatine erme derdinde. İman ve küfür kutbunun dünyanın sonuna dek devam edecek muharebesinde, hem içe hem dışa dönük cephelerin gerekliliğini işaret eder KUMANDAN...
“sürüyor; sürecek zaman sahnesinde
iyi ve kötünün başlayan savaşı
ve zafer mutlak iyinin
bu dünya ve ötesinde”
Salih Mirzabeyoğlu / Aydınlık Savaşçıları
Bu mücadelenin içinde fikrin, gerektirdiği aksiyonla beraber bulunmasını şöyle ifade eder: “Her oluşa hakim kanun olarak belirtebiliriz ki, suyun oksijen ve hidrojeni gibi, fikir ve hareket cevherlerinin birleştiği yerde gökler bir anda suyla dolar ve yeryüzü feyzle taşar.” 1 Yani kuru hareket, kaba eylem değil, “ruhun emrinde kol”...
Tarih boyunca toplumun kötü gidişatını fark edip, bunu insanlara anlatmaya çalışan, değiştirmeye kalkışan, başta asıl aksiyoncular - Peygamberler olmak üzere, diğer düşünür ve aksiyon adamları da toplum tarafından benzer muamelelerle karşılaşmışlardır. Dışlanma, hor görme, zulüm, bazen darağacı, bazen giyotin, bazen ateşe atılmış, bazen de derisi yüzülmüş... Ama hepsi istenilmeyen, yasak adam olmuşlardır. Sokrat, bir at sineği vazifesi üstlendiğini, atı donarak ölmekten kurtaran bir at sineği gibi halkını uyandırmaya çalıştığını söyler savunmasında. Onun bu savunmayı yapmasına sebep halkın ve yöneticilerin ondan duyduğu rahatsızlıktır. Çok çarpıcı bir gerçektir ki, cemiyet, onu ölüm uykusundan kaldırmaya çalışsa da rahatını bozan adamlara düşmandır.
Salih Mirzabeyoğlu'nun üstlendiği tarihî rolde de, senaryo değişmedi. İnsanlığın kurtuluş reçetesini İslâm'a muhatap anlayışla örgü örgü imar eden Mütefekkir'e biçilen akıbet aynı oldu. Sokrat'ın, Lavoisier'in, Hallac'ın, İskilipli Atıf Hoca'nın, tarih boyunca düşünen ve bu yüzden dünyaya fazla gelen bütün mazlumların hepsi birden, bir kez daha, O'nun adıyla idama çarptırıldı!
21.yy'da bir Mütefekkir, "İslâm İhtilâl ve İnkılapçısı" olan KUMANDAN SALİH MİRZABEYOĞLU'nun idam edilme karan alındı...
“Onlar tuzak kuruyorlardı (ama) Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. ” (Enfâl/30)
Kader sırrı... Takdir-i İlahi... Levh-i Mahfuz...
Kararlar üstü bir karar vardır ki, onun yanında beşerî hükmün bir değeri yoktur. Kumandan için de ezelde verilmiş kararın ötesine geçilemedi ve Kumandan'ın idamı gerçekleştirilemedi... Ama yeni bir ecir kapısı, imtihan yolu açılıyordu O'na. “Zulmün dumanı”nın tüttüğü bir çilehane... Dış dünyada günler, geceler, seneler olarak ifade edilse de zamanın bir başka buudda aktığı “Yılanlı kuyu”ydu orası. Yusuf Peygamber'in gayyadan sonra mektep eylediği yer... Tasavvuf büyüklerinin seyr-i sülûktaki mezar provası, ölmeden önce ölebilmek, ermek, erişmek için...
Bütün bunlar Âlemlerin Efendisi'nin (s.a.v) hastalığının şiddeti üzerine “Biz böyleyiz. Bizim üzerimizde bela şiddetli olur. Ecrimiz de ona göre... ” 2 buyurduğu ve Allah dostlarının büyük bela ve musibetlerle imtihan edildiği hikmetinin tezahürü… “Lut kavmine parmak ısırtır melanet” peşindekiler, Kumandan'ın benliği üzerine düzenledikleri operasyonlarla zihin odalarını basıp, fikirlerini işgal etmeye, bedenini esir almaya kalkıştılar. Fakat hesaplarında yanıldılar. Zaten Hak'ka teslim olmuş bir adamın benliğini ele geçirebilmenin mümkün olmayacağını anlamış oldular. O'nun cins zekası, şuur altı ve şuur üstü keskinlikleri bu tuzağı “ifşa etti”! Allah'ın yardım ve inayeti ile ipliklerinden bir pazar döşedi. Kendi ifadesiyle O'nu uçurumdan attılar, O paraşütü icat etti...
Dış dünyada akan hayatın ve zamanın baz aldığı saatlere göre 16 yılını, içerdeki dünya içinse genel geçer kavramlarla ölçülmesi mümkün olmayan bir zaman dilimini zindanda geçiren Salih Mirzabeyoğlu, mevzû ettiğimiz ana hatlar çerçevesinde anlaşılacağı üzere, ömrünün bu kısmını da tüm zulüm ve sıkıntılara rağmen çalışmalarına devam ederek, sayfa sayfa, yaprak yaprak tefekkürle geçirdi. Edebiyat, felsefe, sosyoloji, psikoloji, resim, iktisat, hukuk, matematik, fizik, teknik ve diğer ilim ve sanat alanlarını kapsayan, çok geniş bir yelpazede yer alan eserlerine bu olağanüstü zeminde ve şartlarda yeni eserler ekledi. Heybesinde topladığı olgun sabır meyveleri ve olağan üstü bir tecrübeyle daha da devleşerek çıktı zindandan. Belki saçlarının karası kalmıştı o gayyanın karanlığında ama gözleri aynıydı; sözü, özü, gayesi, davası aynıydı, çünkü ruhunu hiçbir zaman esir alamamışlardı.
* * *
Hayatı sarmalayan o müthiş kader ağının haritasına malik değiliz ama girinti, çıkıntı ve helezonların varlığını sanki karanlıkta parmak uçlarımızla görür gibi sezeriz. Nelerin neye vesile olacağını kestiremeyiz ama halis niyet varsa yaşananlarda hayır murad ederiz. Kumandan, tüm bu yaşadıklarıyla beraber idealin peşindeki gerçek insan tablosunu boylu boyunca ve hayatı boyunca ortaya koymuş oldu. “Allah, kuluna taşıyamayacağı yükü yüklemez” ayetinde beyan edildiği üzere, nefsin sınırlarını zorlayan yükünü layıkıyla taşıdı.
O, fikriyle, aksiyonuyla; işiyle, eseriyle bir “İslâm ihtilâl ve inkılapçısı” ve dünya çapında bir Mütefekkir olarak insanlığın anatomisini çıkarıp, reçetenin ve kurtuluşun tüm zaman ve mekana hakim kılınması gereken İslâm'a Muhatap Anlayış'la mümkün olabileceğini 21. yy'ın şah damarına kazıyan!..
O, Kumandan!..
1- Salih Mirzabeyoğlu - Gençliğe Hitap Ediyorum
2- Necip Fazıl Kısakürek - Çöle İnen Nur
biR Gölge