Epifiz bezi üzerinden gündeme getirilen “üçüncü göz” ile “kalb gözü” arasında anlamlı bir ilişkinin varlığına daha evvel değinmiştik. “Kalb gözü” ile “kâmil nefs” arasında da anlamlı bir ilişkinin var olduğuna hiç şüphe yok... İslâm kültüründe, “nefs”in bedendeki yeri, daha evvel de söylendiği üzere, iki kaşın tam orta noktasında bir yerdir. İslâm tasavvufunda bu mevzu seyr-u sülük (1) çerçevesinde, erdirici bir keyfiyeti haiz rabıta ile doğrudan ilintilidir. 
“Nefs tezkiyesinde, nefsin ruhî kanadının hakikatine yaklaştıkça istilâsına girdiği ruhun bütün nefsi kuşatıcılığı, bu mânâdan anlaşılmak üzere “Öldüren ruh”; “Ölmeden önce ölmek” tâbirinin hakikati bu ve kalb ehlinde.” (2) Bu çerçeveden olarak;

“İnsanoğlu’nun müsbet ve hak mukabili menfi ve fesatçı tarafı… Böylece insan, biri ulvilerin ulvisine, öbürü de süflilerin süflisine namzet ve kalbin hakikatinde birleşik ve toplu iki zıt taraf hâlinde yaratıldı; ve Kur’ân hükmünce bu eşsiz kıvam içinde vücut bulduktan sonra kutublardan birinden birini gerçekleştirmek üzere “sefillerin en sefili” olan âleme indirildi ve ihtilâl zemini açılmış oldu.” (3)

“İngilizce, Bodly- Bedene âit ve müteallik. “Kâinat, insan varlığında çevre”: 62: İhtilâl…” (4)

“Bütün amellerin beden ve bedenle ilgili oluşu hatırda… Ve ihtilâl, kalb’te bitişik “ruh ve nefs” kutupları arasındaki zıtlıkta; her şeyin galibine tâbi olacağı hakikatiyle, hangisinin hangisine tâbi’ olacağında. Bu bir seçim yapabilme, “hürriyet” mevzuudur ve son tecridte mahlûk, istese de istemese de Galib Allah’ın kulu, zamanın sahibi Peygamber’in kadrosudur; Peygamberler Peygamberi de Allah’ın Sevgilisi!” (5)

İhtilâl/kaostan inkılâb/kozmosa doğru yol almak insanî hakikatin bir gerekliliğidir. Bu gereklilik, ya hak yolda veyahut da batıl yolda kendisini gösteren bir mahiyettedir. Hak yolda olanların çabası, yani İslâm ihtilâl ve inkılâbı üzerinden hareket edenlerin çabası, yüzyılımızda, (21. yüzyıl), Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sisteminde belirli bir anlam kazanmaktadır. Bunun bu şekilde itiraf edilmesi de bir gerekliliktir.

Şaman kültüründe astral geçişler ve kendinde geçme hâlleri çoğu zaman bitkiler vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Bu mevzuda Carlos Castanada’nın “Don Juan’nın Öğretileri” isimli eser serisi önemli ipuçları vermektedir. Orada kullanılan bitkiler, meselâ bir tür kaktüs olan Meskalito aracılığıyla acayip hâllerin yaşanması ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. Şekilden şekle geçildiği, hayvan sûretlerine, meselâ karga sûretine bürünüldüğü anlatılmaktadır. Kundalini Yoga uygulamalarında da benzer bitkiler kullanılmaktadır. Maksad metafizik düşünce yoğunluğuna erişmek ve olgunlaşmak ümidiyle çeşitli manevi haller devşirmektir. Veyahut da altına girdikleri yükün altında ezilmemek için bir nevi doping yoluyla epifiz bezindeki dimetiltriptamin hormonu salgılanması sağlanarak, aynı zamanda anestezi veya uyuşturucu yâni kafa yapıcı özelliğinden de yararlanarak uyuşturulmuş bir hâle kavuşmaktır. Kafa kıyak ve şuur bulanık olunca da ortaya çıkan görüntüler “astral seyahat” oluyor!

Üstad Necip Fazıl’ın eserlerinden birinde fıkra mahiyetinde anlatıldığını düşündüğüm uyuşturucu müptelası portreleri hatırlamanın tam yeri, meâlen: Bir esrarkeş, bir kokainman ve bir de eroinman aynı nezarethaneyi paylaşıyorlar. Esrarkeş diyor ki: Demir kapıyı kırıp buradan çıkalım. Kokainman cevap veriyor: Boşverin dışarı çıkmayı burası güzel, vuralım kafayı yatalım. En sofistike cevap ise eroinmandan: Anahtar deliğinden süzülüp gidelim... Bu anlatım bize en keskin kafa yapıcı olan DMT kullananların gördüklerinden mütevellid, astral geçişlerin mahiyeti hakkında sağlam bir bilgi veriyor olsa gerek!

Nefsanî, dolayısıyla da şeytanî olan uygulamalar, meselâ olağanüstü hâllere (istidraç) ulaşma arzusuna bağlı olarak gerçekleştirilen Şamanist ayinler, sunî yollarla epifiz bezine etki ederek DMT salgılanmasına vesile olan bitkisel çayların kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Bunun bir tür “doping” olduğu pekâlâ söylenebilir. Eğer ki DMT muhtevalı iksir veya çay veya benzeri uygulamalar devreye sokulmaz ise, büsbütün çıldırma durumları söz konusu olabilir.

Normal şartlar altında epifiz bezinin melatonin ve DMT hormonu salgılaması daha ziyade gece karanlığında gerçekleşmektedir. Nasıl ki dünya gözüyle görmek ışık unsurunu vazgeçilmez kılmakta, aynı şekilde karanlık da epifiz bezi için o denli vazgeçilmezdir. Epifiz bezi özellikle gece 23:00- 05:00 arası aktif olmaktadır. Burada gece namazı veya teheccüd(6) namazının tavsiye edilmesine dikkat çekmek gerekir. Rabıtada gözlerin kapalı olması da ayrıca dikkat çekici bir durum.
Gece namazına dikkatleri şu açıdan çekmek gerekir, sanırım. Gece Namazı, ilkin, Allah Resûlü’ne farz kılınan bir namazdır.

Âyet meâli: “Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur’an ile teheccüd namazı kıl, Yakındır ki Rabbin seni bir makam-ı mahmuda eriştire.” (İsra/17, 79)

Hadîs meâli: “Allah Azze ve Celle, ilk gecenin üçte birlik vakti geçene dek her gece dünya semasına iner ve: “Her şeyin hükümranı Benim”, “Her şeyin Hükümranı Benim” diye buyurur ve (de­vamla): “Kim Bana dua ederse, onun duasına icabet edeyim? Her kimde Benden isterse, ona vereyim? Ve kim de istiğfar istiyorsa onu da mağfiret edeyim?” diye buyurur. Bu durum sabahın aydınlanmasına kadar da devam eder.” (Müslim 169/758)

Hadîs meâli: “Allah her peygamberde belirli bir şeye karşı aşırı bir istek yaratmıştır. Benim en çok hoşlandığım şey de gece ibadetidir.” Yine;

Hadîs meâli: “Gecede bir saat vardır ki, bir Müslüman o saate rastlar da Cenâb-ı Allah’tan dünya ve âhiret işinden bir hayır isterse, Allah o kimsenin dileğini muhakkak verir. Bu her gece böyledir.” (Müslim, Müsâfirîn, 166, 167)

Hadîs meâli: “Aman gece kalkmaya gayret edin! Çünkü o sizden önceki sâlih kimselerin âdeti ve Allah’a yakınlıktır. (Bu ibâdet) günahlardan alı kor, hatalara kefâret olur ve bedenden dertleri giderir.” (Tirmizî, De’avât, 101)

Hadîs meâli: “Seher vakti Allahü teâlâ buyurur ki: İstiğfar eden yok mu, onu mağfiret edeyim! İsteyen yok mu, istediğini vereyim, duasını kabul edeyim!” (Müslim)

Hadîs meâli: “Yâ Ebû Hureyre! Eğer hayatta iken, ölünce, mezarda ve yeniden dirilince Allah'ın (cc) rahmetinin seninle birlikte olmasını istiyorsan, geceleyin Allah (cc) rızası için kalk, namaz kıl.”

Hadîs meâli: “Ya Ebû Hureyre! Evinin köşelerinde namaz kılarsan evinin aydınlığı gökte takım yıldızları gibi ve dünya halkı için de yıldız gibi olur.” (İmâm-ı Gazâlî)
Allah, gece dünya semasına iner ve kullarına yakınlaşır. Bu yakınlıktır ki, gece epifiz bezinden melatonin ve DMT salgılanması ziyadeleşir ve kulun dayanma gücü artar. Allahü âlem!

Mitlerin Özellikleri isimli eserinde Mircea Eliade, “Mitler, kutsal bir zaman süresi boyunca (genellikle sonbaharlarda ya da kışın ve yalnızca geceleyin) ezberden okunmalıdır” der ve ekler: “Türk-Moğol kökenli halklarda ve Tibetliler’de, Gesar (7) çeviriminden olan destansı şiirler ancak geceleri ve kış boyunca okunabilir.” (8) Bu arada, Şeytanın dölü Satanistlerin, Şeytanı, karanlığın efendisi olarak gördüklerini de söyleyelim.

Ölüm ve doğum hallerinde epifiz bezi çok yoğun olarak melatonin ve DMT salgılamaktadır. Hakeza uykuda, özellikle de rüya esnasında epifiz bezi yine çok yoğun olarak melatonin ve DMT salgılamaktadır. Uykunun hayat (doğum) ve ölüm ile ilişkilendirildiği hadîs ile sabit.

Hadîs meâli: “Nas uykudadır, ölünce uyanırlar.” (9)

Rüyanın “yerden biten ot” manası ve bunun da nebatat ile ilişkisi… İlahî ilimlerin hası olan Ledûn ilminin nebatat ilmi ile ilişkisi... Nebatatın yeşillik olması yanında İslâm’ın renginin yeşil olması… “Müminin miracının namaz” ve namazda Allah’a en yakın hâlin secde olarak belirmesi ve bunun da nebatın hareketi olan menkus-tersine hareket ile ilişkilendirilmesi ve en nihayet, Allah Resûlü’nün ruh ve beden olarak Mutlak Huzur’a varması ve orada Allah ile konuşması, yâni Mutlak Terbiye’nin gerçekleştiği Miraç mucizesi ile taçlandırılması… Bütün bunlar, epifiz bezi ile de ilişkilendirilebilir bir mahiyettedir.

Kafatasında, bir bezelye büyüklüğünde, sağ ve sol beynin geometrik olarak tam orta noktasında yer alan epifiz bezi, şeklî yapısı itibariyle göze benzetildiğinden sembolik dilde “üçüncü göz” olarak adlandırılmıştır. Bunun nefs ile olan yakın ilişkisine gelince;

“Nefsin başı, iki kaş arasındadır. Vücudu ise iki kemik arasında, kürek kemikleri arasında bulunur. Ayakları ise çoktur. İnsan vücudundaki letaifleri sarmıştır. Onun için, organlarımızla amel yaptığımızda nefis bundan pay alıyor. Ancak bir kâmil mürşid gözetiminde amel edilirse eğer, letaifler gerçek görevini üstlenir.
“Kâmil mürşidin nazarı, nefsin gücünü azaltır. Nefsi felç eden tek şey nazardır. Onun nazarı (bakışı) ve terbiyesi sayesinde nefsin ayakları başta toplanır.
“Letaifler nefsin elinden kurtulmaya başlayınca kuvvetlenir, artık nefsi dinlememeye başlar. Nefis letaiflere tabi olur. Letaifler asıl memleketi olan Emr Âlemi’ne yükselirler. Nefis de onları takip eder. Orada nefis, Allah’ın nazarına mazhar olur. Sıfatı değişir, böylece Nefs-i Mutmainne makamına ulaşır. Artık iyi ve güzel işleri emretmeye başlar.

“İşte bu sebeple zikir şarttır. O da bir kâmil mürşidin terbiyesi altında yapılır. Bir mürşide teslim olmayan insan, yaptığı işlerde yalnız başına kalır.” (10)
Mürid olmak isteyen Şeyh’e, murad olmak isteyen ise ruh ve fikre tâbi olsa yeridir.

Zikir, tekrar tekrar harekete tekabül eden bir tür idmandır. İdmandan maksad beden, zikirden maksad ise nefs terbiyesidir. Beden terbiyesinden maksadın nefs terbiyesini de mündemiç İslâm Şeriati’ne tam uygunluk olduğunu bilmek gerekiyor. Mânâları arasında “meleke kazanmak için tekrar tekrar hareket” mânâsı bulunan idmandan kasdın aslında “melekîleşmek” veya “ruhîleşmek” olduğu çok açıktır. Tedaisi, 16 yıl riyazet neticesinde ruhu bedenine galip gelen İdris Aleyhisselâm’ın güneş feleğine yükseltilmesi! Tedaisi, müminin miracının namaz olduğunu bildiren hadîs!.. Tedaisi, Son Şeriat sahibi Allah Resûlü’nün Mutlak Terbiye’ye ulaşmasının adı olan Miraç Mucizesi!

“Nefs iki mânâda değerlendirilmiştir. Birincisi; insanda gadap ve şehvet kudretini toplayan şeydir. Tasavvuf âlimleri böyle dediler. Çünkü nefsi kötü sıfatları toplayan bir varlık kabul edip onu kırmayı kastetmişler.

Hadîs meâli: “Senin en büyük düşmanın, iki yanın arasındaki (seni kuşatan) nefsindir.”

İkincisi ise; nefis insanın hakikati ve kendisidir. Fakat nefis değişik halleriyle çeşitli isimler alır. Bunlar;

1. Nefs-i Emmâre,
2. Nefs-i Levvâme,
3. Nefs-i Mülheme,
4. Nefs-i Mutmeinne,
5. Nefs-i Raziye,
6. Nefs-i Merzıyye ve
7. Nefs-i Sâfiyedir.

İBDA külliyatından öğrendiğimize göre, İmam-ı Rabbani Hazretleri, “Nefs kâfirdir” buyuruyorlar… İnsanoğlu, nefsi terbiye edip iman ve ahlâkı sağlam temellere oturtmadıkça çeşitli beşerî arzular sebebiyle sık sık sarsıntılar geçirmekten kurtulamaz. Zira nefs, yetmiş iki şeytan kuvvetinde, aklın önünde pusu kurmuş, her fırsatta sesini yükselten ve isteklerine son olmayan bir mahlûktur. Onun arzularında ölçü ve nihayet yoktur. Nefse dünyayı versen yine de teskin olmaz; çünkü o ilâh olmak ister.

 
Dipnotlar
 (1)Tasavvufta seyir cehaletten ilme, kötü huylardan güzel huylara, kendi varlığından geçip Hakk’ın varlığına doğru harekettir. Sülük ise, Hakk’a ermek için bir rehberin (Mürşid-i Kâmil) öncülüğünde ve denetiminde çıkılan manevî, kalbî, ruhî yolculuk ve ahlakî eğitimdir. (Ankaravi, Minhacu’l-Fukara, 51; M.Ali Ayni, Tasavvuf Tarihi, 105; Tehanevi, Keşşafu Istıhâtı’l-Fünûn, II, 686 (Sülük maddesi).) (http://www.mumsema.org/tasavvuf-terimleri-sozlugu-kavramlar/52482-seyr-u-suluk-nedir.html)
(2)Salih Mirzabeyoğlu, “Ölüm Odası”, Baran Dergisi, 9-15 Şubat 2017, sayı: 526, sh. 18.
(3)Salih Mirzabeyoğlu, Parakuta’, İBDA Yayınları, İstanbul, sh. 23.
(4)Salih Mirzabeyoğlu, “Ölüm Odası”,  Baran Dergisi, 1- 7 Aralık 2016, sayı: 516,  sh: 16.
(5)Salih Mirzabeyoğlu, “Ölüm Odası”,  Baran Dergisi, 1- 7 Aralık 2016, sayı: 516,  sh: 16.
(6)Teheccüd sözlükte, uyumak ve uyanmak manasında olup, zıt anlamlı kelimelerdendir. Daha sonra gece uyanıp namaz kılan kimseye, bu kökten türetilmiş “hecûd” denilmiş ve böylece teheccüd, terim olarak namaz ve Allah’ı zikir için gece uyanmak manasında kullanılmıştır. Genellikle yatsı namazından sonra, daha uyumadan veya bir miktar uyuduktan sonra kılınan namaza gece namazı (salatü’l-leyl) denir. Gece uykusu bölünerek kalkıp kılınan namazlara ise teheccüd namazı denir. Yatsı namazından sonra, daha uyumadan veya bir miktar uyuduktan sonra, kılınacak nafile namaza “gece namazı” denir. Bir miktar uyuduktan sonra kalkılıp kılınırsa “Teheccüd” adını alır. Teheccüd namazı iki rekâttan on iki rekâta kadardır. İki rekâtta bir selam verilmesi daha faziletlidir. (Muhammed Bin Abdullah Hanî, Âdâb, s. 264) (7) “Kral Gesar Destanı”, eski çağlarda Çin’de yaşayan Tibet etnik grubuna bağlı kabileler arasındaki savaşları ve Tibet bölgesinin birleşme savaşını konu alır. “Kral Gesar Destanı”, Tibetlilerin kolektif zekâsıyla meydana getirilen bir şaheserdir. Uzun bir tarihe ve zengin içeriğe sahip olan “Kral Gesar Destanı”, bize ilkel toplum ile ilgili değerli ve zengin veriler sunduğu gibi, Tibet kültürünün eski çağlardaki başarılarını sergiliyor. Bu nedenle bu destan, Kırgızların “Manas Destanı” ve Moğolların “Kral Cangır Destanı” ile birlikte Çin’in en büyük üç destanından biri olarak kabul ediliyor.
(8)Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, (Çev: Sema Rifat), Alfa, İstanbul, 2014, sh. 22.
(9)Münavi, Feyzul-Kadir, 4/258, 5/56; Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, 7/52.
(10)Mustafa faruki El-Hüseyni El-Kadiri En-Nakşibendi; https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=254732347941032&id=311972742185301


Baran Dergisi 539. Sayı