Tıpkı Salih Mirzabeyoğlu gibi Sarp Kuray’ ın hakikatinin bugün yargı zulasında saklanması ve işkenceler, sürgünler ve mahpuslar içinde geçen bir hayatın sözde bir yargılamayla cezaevinde devam ettirilmesinin bir anlamı var.

Türkiye’nin son iki yüz yıllık siyasi serüveninde ardı ardına gelip geçen kuşaklar göz önüne alındığında bir kuşağın çok özgün bir siyasi karakter yapısıyla ortaya çıktığını teslim etmek gerekiyor. Daha “iyi” bir ifade bulana kadar onlara “68 kuşağı” demeye devam edeceğiz ve ayrıca “78 kuşağı” nı da onların bir parçası olarak eklemeyi tavsiye edeceğiz. Bu kuşak, kendilerinden önceki siyasi kuşakların “memurin” dünyasından çok uzak olduğu gibi siyaseti, “İşletmecilik” disiplininin bir dalı olarak gören bugünün siyasi kuşağından da oldukça farklı özellikler sergiliyor. Bir defa, onlar, “Tanzimat adamları”, Yeni Osmanlılar, İttihat ve Terakki ve Cumhuriyet’in erken kuşakları gibi devlet, kurumlar ve üniversite ikliminin politik terbiyesinin içinde kalmayı tercih etmedi. Politik eylemi, devlet alanından halkın coğrafyasına doğru taşıdı. Ve tabiî ki adalet arayışında devleti terk etmenin bedellerini de öderken gelmiş geçmiş en zor ve şiddet dolu imtihanlara göğüs gerdiler. Bu nitelikleriyle, Türkiye’nin modern tarihine “sosyal isyancılar” olarak şan verirken bugünün kaygan politik dünyası bakımından da yüzleşme alanlarının dışında saklanmaları için olağanüstü gayret sarf edilmeye devam ediliyor. Tefekkürden kas gücüne kadar uzanan geniş alana yayılan bir ateşten doğan bu çocuklar, bütün o modern tarihimizi anlamak ve anlamlandırmak için olduğu kadar bugünün iktidar kuşaklarının siyasi karakter yapısını ifşaa etmek açısından da özel olarak öne çıkıyorlar.

Biz, şimdilik, ateşinin çocuklarının bugün yargının zulasında saklanan ikisini anlamayı ve anlatmayı deneyeceğiz; Salih Mirzabeyoğlu ve Sarp Kuray. Ne için? Hâli hazırdaki ahvâlimizi daha iyi görmek için!

Salih Mirzabeyoğlu

Mirzabeyoğlu, sözünü ettiğimiz kuşağın temel siyasi karakter yapılarını taşıyan en temsil edici isimlerden birisi. O sadece Türkiye İslâmcılığının bir istisnası değil. Evet İslamcılığın içinden çektiği çizgi, tüm o hımbıl ve uzlaşmacı geleneğin reddine tekâbül eder. Ama o sadece burada kalmaz. Onun hesaplaşma girişimleri sadece İslamcılık bakımından değil tüm siyasal hareketler açısından öğreticidir. Bir defa, teorik ve politik hesaplaşmasını, Batı ve Batı epistemolojisi ile sınırlı tutan ve bu anlamda kaçınılmaz olarak Batının teorik alanına dâhil olan bütün modernci İslamcı kuşakların tersine, doğrudan İslam ilâhiyatının içinde ve onun geleneği ile kurmayı tercih etti. Bu durum bir yandan Batı ile yüzleşmesini tıpkı modern öncesi İslâmî düşünürler gibi, daha kompleksiz biçimde kurmasını sağlarken diğer yandan da yepyeni bir kavramsal dünyanın içinde kendisini yaratmasına yol açtı. Bugüne kadar 58 kitap yayımlamasını ve hemen her meselede cevap geliştirmeye çalışmasını bu özgün konumun dayattığı bir sorumluluk bilinciyle açıklamak yerinde olur. Bu nedenle de Mirzabeyoğlu söz konusu olduğunda tefekkürün derinleştirilmesinden imtinâ etmek, ciddi bir entelektüel ayıba da tekâbül eder. Ama Mirzabeyoğlu sadece bir mütefekekkir değildir. Aynı zamanda bütün o sünni geleneğin içindeki “devlet” algısının halkın isyan ve itiraz geleneğiyle değiştirilmesinde ısrar ettiği için çok önemli bir şahsiyettir. Zaten, sözde yargılanıp müebbet hapse mahkûm edilmesinin, on yıldan fazla tecrit altında kalmasının, ağır işkenceler görmesinin, çok çeşitli tertip ve baskınlarla yıldırılmasının ve dahî “örgütsel bir bağ bulunmamasına rağmen” cezalandırılması yoluna gidilmesinin sebebi de hem düşünsel hem de politik özgünlüğü olduğu. Kuşkusuz bu özgünlük bazen onun aleyhine kullanılmaya çalışıldı. Çok uzun yıllar mahpus kalmış bir insanın kavramlarının giderek metaforik haller kazanması kaçınılmaz olduğundan anlaşılması zorlaştı. Ama, düzen ve gelenekle barışmayı reddetmesine, mücadelesindeki tavizsiz duruşuna, son on yıllık “dindar ilerleyişe” mesafeli durmasına bakıldığında onun iman, güç, sebat ve hakikat sırrının çarptığı her çelik kapıyı berhava edecek bir temsile dönüştüğünü gösteriyor.

Sarp Kuray    

Türkiye sol hareketi, 1960’lı yıllara kadar “bilim” ve “felsefe”yle ilgisini öne alarak ülkenin politik geleceğinin tasarlanmasında ayrıcalık talep etti. Bunun sadece bir talep olarak kalması şaşırtıcı değil. Çünkü, sol gelenek her şeyden önce felsefi ve bilimsel bir yetersizlikle malul oldu ve politikayla ilişkisi sadece örgütsel bir mekanizmaya sahip olma boyutunda kaldı. Tarihe girmek yerine tarihin kendilerini çağırmasını beklediler. Buna karşılık, 68 kuşağı, politikanın ekonomik, toplumsal alanlar dan özerkliğini keşfeden ve buna uygun bir konum alan ilk kuşaktır. Bu keşif, politik eylemin ertelendiği gelenekten kopmalarına ve hayatın her alanındaki sorunlara acilen dokunan girişimler başlatmalarına da yol açtı. Bu kuşağın politikayı her bir gündemin içindeki somut girişimlere dönüştürmeleri, sanıldığı gibi basit bir eylemcilik veya maceracılık değil, çok daha derinlere uzunan felsefi bir kopuşu ifade ediyor. Sarp Kutay, geçmiş sol gelenekten düşünsel ve politik bir kopuş yaşayan işte bu kuşağın önemli temsilcilerinden biri. Kuray, sonradan, aydınlanmacı sol gelenek ile politik devrimci kuşak arasındaki bağı kur-maya ve aralarında tarihsel bir ilerleme ve bağ inşa etmeye çalıştı. Bu anlam da kendi serüvenini hem örgütsel hem de kişisel düzeyde düşünsel ve politik bir müdahale ve tekâmül içinde kurmayı dar başardı. Çeşitli tarihsel dönemlerde, örgütsel çabayı öne alması ve özellikle 1980’lerden sonraki dönemlerde ise geleneksel örgütsel çabayı farklı politik yollar aramayı tercih etmesini de bu kuşağın özgün politik karakterinde aramak gerekir. Kuray, bugün hâlâ kendi hesaplaşmalarını takiple hakikatini aramaya devam ediyor. Hem de geri de bıraktığı ve aştığı bir dünyanın hesabının kendisinden sorulmasına karşı bile kendi özgürlüğünü vererek mücadele etmeyi tercih edecek kadar sahici bir hakikat arayışının içinde. Kendi kurmadığı bir örgütün liderliğinden mahkûm edilmesi onun bir trajedisidir aslında. Tıpkı Mirzabeyoğlu gibi Kuray’ın hakikatinin de bugün yargının zulasında saklanması ve işkenceler, sürgünler ve mahpuslar içinde geçen bir hayatın sözde bir yargılamayla cezaevinde devam ettirilmesinin bir anlamı var.

Şimdi bütün bu sahtelikler dünyası içinde siyaset yapmaya devam eden bu ülke hakikat arayan bu insanları, yani ateşin çocuklarını zulasında tutmaya devam ettikçe yeni bir hakikat ateşi yakamayacak ve yaşadığı güncel bunalımı daha da derinleşecek. Gelin gerçek ve sahici bir dünyanın içine girmek için onları derhal özgürlüğünü talep edelim…

Orhan Gazi Ertekin