Önsöz:

Selâm ile...

7 Haziran seçimleri öncesinin hemen hemen değişmez gündemlerinden birisiydi Başkanlık Sistemi... Recep Tayyip Erdoğan’ın tartışılması için çabaladığı mesele, gerek bu değişim neticesinde rejimin geri dönülemeyecek bir şekilde dönüşeceğini fark edenler, gerekse de bu meseleyi anlayacak kapasitesi olmayan ve memleketimizde bolca bulunan “çapsızlar” vasıtasıyla engellendi...

Başkanlık sistemi tartışmalarına farklı bir boyuttan yaklaşalım ve bu sistemin tartışılma zaruretini ortaya koyan faktörlere, mevzuyu magazinleştirmeden, künhüne inmeye çalışarak bir göz atalım.

1923’te cumhuriyetin ilânından sonra uzunca bir süre Müslümanları baskı altında tutmayı yegâne gaye edinen tek parti iktidarının idaresindeki Türkiye’de, 20. yüzyılın ikinci yarısı ile beraber, halkın CHP yönetimine olan tepkisinin önüne geçmek adına bir demokratikleşme sürecine girilmiştir. Böylece Müslüman halk kontrol altında tutulmaya devam edilmiştir. Bu sırada cumhuriyetin kuruluşuyla beraber memleketin can damarlarına kene misali yapışan Batı menşeili oligarklar semirmeyi sürdürmüştür.

Soğuk Savaş sürecinde ABD’nin rejim ihracatının da bir mahsulü olarak Türkiye’ye “dayatılan” parlamenter demokrasi, dünyanın hiç bir yerinde olmadığı kadar Türkiye’de itimad görmüş ve demokrasi müdafileri ortaya çıkmıştır. Farkında olarak yahut olmayarak bu kategoride yer alanlar kripto Batı ajanlarıdır. Cumhuriyetin kuruluşu ile beraber tesis edilen düzen bugün de her yönüyle hüküm sürmektedir ve düzenin ortaya çıkardığı hâdiselerin genel hatları o günden bugünlere hiç değişmemiştir.

Demokratik yollar ile halkı belli bir mikyasta manipüle ederek başa getirilen yöneticiler az da olsa millî menfaatler çerçevesinde hareket etmeye başlar başlamaz üzerlerinde baskı oluşturulmuştur. “Güçler ayrılığı” prensibi maskesiyle yürütmenin eli kolu bağlanmıştır. Fizikî gücün temel temsilcisi olan ordunun, psikolojik kudreti haiz medya vasıtasıyla belli bir mecraya kıvrılması sağlanmış ve yine medyanın halkı da manipüle etmesiyle millî menfaatlere yüzünü dönenler her dönemde diskalifiye edilmiştir.

Yasalar, kanunlar, idareciler ve hükümetler değişse de Batı mahsulü rejimin temel dinamikleri baki kalmış, yönetim şekli “demokrasi maskeli oligarşi” şeklinde devam etmiştir. 3-5 yıllık aralıklarla iktidarlar el değiştirmiş ve seçim kazanmaktan başka bir davası olmayan iktidarların tek amacı 3-5 sene sonra gerçekleşecek “seçimleri nasıl kazanırım?” sualine cevap aramak olmuştur.

Bugün parlamenter sistemin problemlerin çözümünde vasıta olmak bir yana, çözülmesi gereken problemlerin çözülememesi adına sistemi kilitlemekten başka bir hususiyeti yoktur ve parlamenter sistemin olası değişimi, Batı ve yerli işbirlikçilerinin Türkiye üzerindeki kontrol kaybının en mühim adımlarından birisi olacaktır.

Bu meseleyi kapağımızda değerlendiriyor ve “Azınlığın Çoğunluğa Tahakkümü Laik Parlamenter Sistem – Türkiye’deki Sıkıntıların Kaynağı Laik Rejimin Kendisidir!” manşetini atıyoruz. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe “Tezgâh Açıkça Ortada!” başlıklı yazısıyla kaleme alıyor.

Yine kapak mevzumuzla alakalı Fatih Turplu’nun “Koalisyon Tartışmaları, Adolf Hitler ve Sisifos!” başlıklı yazısını da dergimiz sayfalarında bulabilirsiniz.

Carlos (Salim Muhammed)’in bu haftaki yazısının başlığı “OPEC’in Hainlerini Korkutmak Lâzım”...

Baran Demir, “Geç Kalan Ölür” başlıklı yazısında 7 Haziran seçimleri sonrasında Ak Parti’nin içine düşmüş olduğu vaziyetten söz ediyor.

Ahmet Varol, Suriye’de yaşananları ve Batı’nın Kürt devleti projesini dergimize değerlendirdi.

Resul Tosun ile 7 Haziran seçimlerini ve Başkanlık sistemini konuştuk.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun dergimizde tefrika edilen “Ölüm Odası B-Yedi” eserinin alt başlığı “ALNIMDAN ÖPEN(NECİB FAZIL KISAKÜREK…)” olan 266. bölümünü büyük bir alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

Abdullah Kiracı’nın “Bizans’ta Vakıflar” yazısı üçüncü ve son bölümü ile devam ediyor.

Fahri Özcan, “Ramazan Geldi de Senin Zamanın Daha Gelmedi mi?” başlıklı yazısıyla sizlerle.

Dergimizde ayrıca sizler için derlediğimiz ve yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.

Süleyman Demirel’in ölmesi sebebiyle, Üstad Necip Fazıl’ın 1971’de kaleme aldığı “Süleymanname”yi arka kapağımızdan yayımlıyoruz.

Gelecek sayımızda görüşmek üzere...

Allah’a emanet olun...