Üstad Necip Kısakürek’in “bugünün ve yarının gerçek müminleri”ne ithaf ettiği, İman ve İslâm Atlası eserini tefrika olarak yayınlıyoruz.

Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hal oldu!

Sonunda bana kalan, yalnız ilmihal oldu!

KADER-HAYR-ŞER

İşte, akıl adına içinden en çıkılmaz ve devir devir nice fesat ve ayrılıklara sebep olmuş mesele! Kader, yâni hayr ile şer!..

Kul, her fiili ve karşısına çıkan her hâdiseye karşı tavriyle trenin rayları veya atılan taşın mahreki gibi, önceden biçilmiş, takdir edilmiş âkıbetler üzerindedir; ve hayr ile şer yalınız Allahtandır.

Böyle bir inanç, aklı son haddine ve zihni sır idrakine vardıramamış nasipsiz insanlar için kavranması imkânsız bir mesele teşkil eder; veya mahlûktaki müstakil irâdeyi inkâra, yahut bu irâdeyi mutlak kabûl etmeye götürür. İkisi de küfür…

Kişinin hem irâde sahibi olması, dilediğini yapmak iktidarına sahip bulunması, hem de bu sahipliğin üstün bir kudrete bağlı kalması ve kendisinden ayrılması arasında akılla doldurulmaz bir tezat uçurumu vardır; ve insanın zatî iktidârına göre kurduğu nispetlerle muhal görünücü bu işi yapabilendir ki, Allahtır.

Kaderin akılla bundan daha ileri bir izâhı olamaz; ve dâva, her işde olduğu gibi, zevk ve sır anlayışına kalır.

Bu mesele üzerinde en güzel izahlardan biri, 14. Asrın yenileyicisi büyük irşad kutbu Abdülhakîm Arvâsi Hazretlerinin aklı susturucu şu kıyasıdır: “Allah seni yaratır da ne yapacağını bilmez mi?” İşte kader!.. Mahlûkların neler yapacağını bilmekle, onları fiillerine ve fiillerini kendilerine göre yaratmak arasında gayet ince bir münâsebet vardır ve bu nokta üzerinde aklın tökezlememesi için daha ileri bir izaha yer yoktur.

İman ve İslâm Atlası: Resûl İman ve İslâm Atlası: Resûl

Kaderin yine akla hitap edici izahlarından biri de, “fiillerin fâili kul, hâliki Allah” düsturu…

Neticede kader, bir amel; iş görme meselesi olmak yerine mücerret itikad işi olarak karşımıza çıkıyor ve iyikötü hiçbir işde “kaderime göre davranıyorum!” hükmünü kabûl etmiyor hattâ böyle hükümleri küfür sayıyor.

İslâmda kader itikadı, derin ve gerçek mümini sıkmaz ve irâdesini kösteklemez. O, irâdesiyle ne dilerse yapmakta hür yaratılmış olan insan, bu kâmil hürriyet içinde kuşatılmıştır. İnsan, kaderi, kendi sınırlı iktidarına nispet ettikçe çözemez ve büsbütün düğümlenmiş olur ve kendisini ya fiilinin yaratıcısı, yahut kaderin mahkûmu ve her türlü teklif dışı bilmeye kadar gidebilir. “Sünnet ve Cemaat Ehli” itikadınca insan cüz’î iradesiyle hür, emirler ve yasaklarda mükellef, küllî irade gereğince de İlâhî hükme tâbidir ve bu nokta İslâmın en ince muvazene anlayışından biridir. Hatta sapıklığa düşmemek bakımından başlıcası...

Kul ne fiilinin hâliki, ne de dış plânda mecburudur.

Kuldaki cüz’î irâde, akıl sır ermez küllî irâdeye nispetle küçüktür; yoksa Hakk’ın nimeti olarak büyük. Ve kalbleri iki parmağının arasında dilediği yöne çeviren İlâhî irâde güneşi altında bir kibrit alevi bile değildir. Öyle cılız bir kibrit alevi ki, bu haliyle yine dünyayı ışıldatmak imkânına sahip. Ama kader neyse, olan ve olacak olan o...

Batılı bir filozof, “farzedelim ki, ben dileğimi yapmakta serbestim; ama dilediğimi dilemekte acaba serbest miyim?” diye düşünmekle, yine kadere bağlı aklın tepe noktasındaki durağına yaklaşmış oluyor.

Vebâ mıntıkasından ayrılırken “Allahın takdirinden mi kaçıyorsun?” diyenlere “evet, Allahın takdirinden kazasına sığınmaya gidiyorum!” karşılığını veren Hazret-i Ömer, kader ve kazayı belirtmekte en yüksek en yüksek seviyeyi gösterdi. Kader ezelden takdir edilen, kaza ise ânbean zuhura gelen...

Kaza, kaderi değiştirmez, fakat İlahî kudret yönünden her şeyi ânı ânına ve hiçbir tezada düşmeksizin cevaplandırır.

Hayr ile şerrin de kaderle sıkı sıkıya alâkası var... Kader mahsulü olan hayr ve şer, elbette ki, Yaratıcının emrinde ve onlar da neticeleriyle bilinmez şeylerden...

Hayrı doğruca Allaha bağlayıp, şerri, yine Hakkın kudretiyle nefse ircâ etmekte derin bir edep sırrı yatar.

“Nice hayr görünen şeyler vardır ki, şerdir ve nice şer görünenler hayrdır; ama siz onları bilemezsiniz!” meâlindeki Kur’ân buyruğunda, aklımızı kuşatan ve her şeyi Kuşatıcının emrine bırakan bir vecd anlayışına yol aramak... İşte anlayış yolu!..

Kaderi kendi sınırlı kudretine göre ölçen akıl, sınırsızı nasıl ölçebilir?..

Necip Fazıl Kısakürek

İman ve İslam Atlası

Shf. 31-33