Büyük Doğu ile tanışmanızı ve Üstad'da neler bulduğunuzu söyler misiniz?

Üstad’da neler bulmadım ki:1960’ların o buhranlı yıllarında; hayatın anlamını kavramaya başladığım ortaokul dönemimde alıp okuduğum ve ruhumun heyecanını bulduğum dergi “Büyük Doğu” olmuştur. Bir taraftan resmi otoritenin baskısı, diğer taraftan Batı telkiniyle ülkesinin değerlerine savaş açmış bir yayıncı ordusunun kuşatması altındasınız. Böyle buhranlı bir dönemde, ezilmiş, dışlanmış, horlanmış bir neslin kıyam heyecanına çağırıyordu bu dergi. Soyunu savaşlarda kaybetmiş bir ailenin acılarına o yıllarda bu dergi reçete gibiydi. Bu dergi bize hem ideal hem de bu ideale doğru koşturacağımız hedefimizi gösteriyordu. Bu dergi sayesinde, gençlik döneminin zaaflarından beslenen tuzaklara düşmemek gibi bir imtiyaz alan kazanmış oldum. Üstad’da bulduğum en önemli cevher benim için buydu.

Üstad'ı tanımak sizin hayatınızda ne gibi değişiklikler yaptı?

Onu tanımak hayatımda aradığım yeri bulma sorumluluğunu verdi. Sıradan, ufuksuz bir imam hatip nesli çizgisinde kalmak yerine, varlığını ülkesinin geleceğine adamış bir ufkun kapılarını açtı. Onu tanımakla okumak, mevki-makam sahibi olmak, para kazanmak gibi hilkat sırrına aykırı bir duruşun yerine, adanmış olabilmenin sorumluluğuna bağlanmak gibi bir üstün idealin fedaisi olmayı öğrendim. Yoksulluk kültürünün ülkeyi kuşattığı bir dönemde, ortaya çıkan böyle bir ışıktan uzak duramazdık. Hesabi olmaktan çok hasbi olmanın onuruna koşmaya yöneldim. 

Üstad'la hatıralarınız var mı? Önemli gördüğünüz bir ikisini anlatır mısınız?

1960 ihtilali sonrası, Kayseri’ye atanan bir general, hiç yetkisi olmadığı halde, öğrencisi olduğum İmam Hatip Lisesini teftişe geldi. Sınıfları teker teker geziyor, hocaların neleri anlattığıyla ilgileniyor, sorular soruyor, bir nevi gözdağı veriyordu. Benim bulunduğum sınıfa geldi, tahtada bir hadis metni yazılıydı, durdu hiddetli bir şekilde okul müdürüne çıkıştı “Nedir bu rezalet, kargacık burgacık çöl yazısıyla laik bir ülkede ders veriyorsunuz!” Gençlik refleksi, birden yerimden fırladım, “Paşam lütfen! O metin hadistir!” Döndü bana baktı, sert bir ifadeyle ‘Öyle mi?’ diyerek sınıftan çıktı.

O günlerde Üstad Kayseri’ye gelmişti ve bir konferansı vardı. Ben dışarıda bir nevi gözcülük görevi gibi bir takip yapıyordum. Bu general makam aracıyla geldi, konuşmanın yapıldığı Cıngıllıoğlu Kıraathanesinin önünde durdu, Üstad’ı dinliyordu. Konuşma bittikten sonra, kendisinden ‘Sakarya Türküsü’ şiirini istediler. ‘Şiirler’ isimli kitabı da yeni yayınlanmıştı. Onu sordu, salondan spiker benim adımı anons etti, ‘Muhsin İlyas, Üstad’ın kitabını gönder’ diye. Kitabı ben içeriye ulaştırdım. Şiirini okudu program bitti ve Paşa yerine döndü.

Konferans sonrasında kendisiyle görüştüm, elini öptüm. İlgimden mutlu olduğunu söyledi. “Bizim senin gibi böyle dikkatli gençlere ihtiyacımız var.” dedi. Birlikte fotoğraf çektirdik, öylece ayrıldık. Birkaç gün sonra okul müdürü beni bayrak merasiminde talebenin karşısına çıkardı ve “Bu arkadaşınızın okulun ve devletin aleyhine herhangi bir davranışı varsa bana yazılı olarak gelip anlatabilirsiniz”, demesin mi? Şaşırmışım, tören sonrası gittim “Hocam bu nedir?” Hoca, “Sınıfta paşaya kafa tut, Necip Fazıl’ın konferansta da kitabını taşı, onunla fotoğraf çektir, elin oğlu affeder mi, ‘Atın bunu okuldan!’ diye talimat geldi, dua et de hakkında olumsuz bir şikâyet belgesi gelmesin,” karşılığını verdi. Araya zaman girdi, herhangi bir belge de gelmedi ve biz paçayı kurtarabildik.

Büyük Doğu yeterince anlaşıldı mı? Neden?

Sanmıyorum, çünkü anlamadan anlatmaya kalktık. Necip Fazıl’ın ruhaniyetini şiirlerinden önce eserlerinde aramak gerekirdi. Heyecanını aktüel alana Büyük Doğu ile taşımıştı, ne var ki, bu dergi rahmetlinin hayatıyla sınırlı kaldı. Hâlbuki bugün bile ‘Büyük Doğu’ yayında olmalıydı ve dün yazdıkları yeniden yayınlanarak buna süreklilik kazandırılmalıydı. İdealinizi insanların hayatıyla sınırlı tutarsanız, o insan hayattan çekilince sizin idealliniz de besleyici zeminini kaybederek boşlukta kalır. Birçok insan kendi içindeki ukdesini bu derginin dillendirdiğine inanıyordu. Aslında sosyal hafızanın bu yaklaşımında yadırganacak bir taraf yoktu. Bu derginin yayın döneminde böyle bir eğilime hem dergi için hem de dergiden beklentileri olanlar için ihtiyaç vardı. Tabii anlaşılmamasındaki, zaaf derginin görevini yapamadığı anlamına değildir. Çünkü bu dergi tek başına bir ordu misyonunu üstlenmişti. Üstad’ı yürüttüğü mücadelesinde kahramanlığına taşıyan da bu gücüydü.

Büyük Doğu'yu tafsil ve tahlil eden ve 70 cilde varan eser veren, Üstad'ın son döneminde de onun hizmetinde bulunan Salih Mirzabeyoğlu ve İbda Fikriyatı hakkında neler söylemek istersiniz?

Rahmetli Salih Mirzabeyoğlu, takdir ettiğim, dua etiğim bir gönül fedaisiydi. Talebim üzerine bana birkaç kitabını göndermişti. Onun eserlerini düzenli takip şansım maalesef pek olmadı, ama mücadelesinin farkındaydım. Kahramanlar kendiliğinden ortaya çıkmaz, onlar, ‘bakın, ben bu alanda söz söyleyen bir kahramanım’ da diyemez. Onlara bu misyonu toplum verir. Necip Fazıl böyle oluşmuş bir kahramandır. Ortak vasıfları paylaştığı çileleridir. Salih Bey de onun düşüncesine bağlılığın çilesini çeken bir fedakârlığın sahibidir. İkisi de bedeli ödenmiş bir hayatın kahrını lütuf olarak görerek yaşadı ve aramızdan ayrıldılar. Ruhları şad, mekânları cennet olsun. Arkasında bıraktığı nesil, öyle umuyorum ki, onun ‘Sadaka-i Cariye’ hizmetini yerine getirmiş olacaktır.

Büyük Doğu davası her ne kadar silikleşmiş gibi dursa bile ondaki kor alev sönmemiştir. Bunu canlandırmayı hedef edinen İbda gençliğine neler söylemek istersiniz?

Öncelikle şu tespiti yapalım: Yayınlamakta olduğunuz “Ayık Baran”, bana hep “Büyük Doğu”nun o mücadeleci tavrını hatırlatır. Yaşayan Necip Fazıl’ın heyecanı ve dikkati bu derginin sayfalarında neşvünema bulmaktadır. Görünen o ki; bu nesil, büyük fedakârlık yaparak ona benzemek istemektedir. Bakın, Üstad isteseydi, mültimilyarder olabilirdi, çok lüks içinde yaşayabilirdi. Servetiyle sülalesine Karun hayatı yaşatabilirdi. Ancak, o öyle yapmadı, hepsini tepti; inandığına, adanmışlığın bedelini hürriyet gibi aziz hayat hakkını feda ederek ödedi. Büyük adamları deha noktasına taşıyan da bu görünmeyen yanıdır. Yeni nesil, haz ahlakının tahribatına kapılıp bir manevi erozyona sürüklenmeden, narsist heveslerin peşine de düşmeden onların eserlerinden alacağı yol işaretiyle Kuran ve Sünnet’e sarılırlarsa, ufuk da, hedef de açıktır. Bugün maalesef gençlerimiz korkunç bir kıyım dönemini yaşamaktadır. ‘Görünmek’ yerine ‘Olmak’ gibi bir erdemliliğe talip olmalılar. Kimlikten kişiliğe giden yolunu çilesine talip olmadan, bırakın Mevlana’nın diliyle pişmeyi ve yanmayı hamlıktan kurtulamazlar. İdealizm nefiste fedakârlık ister. Mevlana’yı yetiştiren Hocası Seyyid-i Sırdan; “İbadetin özü nefsin erimesidir, diğeri onun kabuğudur”, der. Nefsi eritmeden, yok etmeden, şükür secdesine oturulamaz!

Mirzabeyoğlu, eserlerinde Büyük Doğu’yu nasıl tafsil etmiş ve yürütmek için nasıl bir usul izlemiş? İbda eserlerinden incelediklerinizde dikkatinizi çeken hususlar nelerdir?

Necip Fazıl’ın ideolojisi İslam idealizmi üzerine inşa edilmiştir. Davasını telkin etmiş, ama devam etmesi hususunda onun besleyici kadrosunu oluşturmamıştı. Üstad’ın çok yakınında bulunan birçok ismin de, bazı önemli istisnaları meselenin dışında tutarsak, zamanla ondan uzağa düştükleri vakıası söz konusudur. Ömrünün sonuna doğru ülkücü gençliğe ilgisini gördük, ancak bu kesimin de onu anlamada Büyük Doğu idealine adanmış olsalar bile, altyapı kültürü alanında ne kadar yeterli oldukları tartışılabilir. Böyle bir sonuca karşı öne çıkan isim Salih Mirzabeyoğlu oldu sanırım. Necip Fazıl’ın eserlerindeki müessir gücü gösterdiği ufuğa sürmedeki ısrarı Üstadıyla Şakirdi arasındaki paralelliği ortaya koyar. Bu bakımdan Mirzabeyoğlu’nun çalışmaları Necip Fazıl’ın eserlerinin biraz da açık dille yorumunu ihtiva eder diye düşünüyorum. Laik sistemi Batı’nın bataklığına dönüştüren ilkel bir çağdaşlaşma resmi tavrına karşı başkaldırıdır bu eserlerdeki üslup. Onun için Necip Fazıl gibi yargılanıp mahkûm edilmek istenmiştir.

Burada sonuç itibariyle ifade edeceğimiz husus şudur: Kitaplarını incelediğimizde görünen profil, Salih Mirzabeyoğlu’nda aktivitesi yüksek bir düşünür edası vardır. Necip Fazıl’dan aldığı üslup tarzını Kuran ve Sünnet’ten beslenen düşünceye dönüştürerek zihninde tutmuyor, eylem için sahaya iniyor. “İbda Hamlesi” bunu ifade eder. Zamana, zamanın getirdiği dar alanlara hapsolmak yerine, onu aşarak ufkuna idealinin anıtını dikme gayreti, Asrı Saadet vecdiyle bütünleşen bir kadro için bundan başka yol olabilir miydi?

Son bir asırda, Batı tekeline mahkûm edinmek istenmiş, dolayısıyla seküler değerlere sürüklenmiş bir toplumu özüne döndürmek için verilen mücadelede yalnız gibi gözüken bir çekirdek kadro, günü gelecek mutlaka anlaşılacak ve yöneldiği ruh hamlesinin kapılarını açacaktır. Çağdaşlaşmayı kültürsüzleşme, dolayısıyla köksüzleşme teslimiyetine dönüştüren bir ahlaki erozyondan kurtuluşun tek yolu budur.

Bugün özelde Türkiye’nin, genelde bütün İslam âleminin temel problemi, hızlı bir dünyevileşme çarkının dişlileri arasında öğütülmeye yüz tutmuş olmasıdır. Varlığını idrak noktasında zaafı olan Müslümanın bunu aşabilmesi için, anlatılanlardan çok, yaşananlara bakması gerektiğini düşünüyorum. Allah Resulü’nün ortaya koyduğu hayat tarzı, tebliğ olsun, telkin olsun bize önemli uyarı yapacaktır. Bu yolda gayreti olanların eserlerinden beslenerek yol almamız halinde aşamayacağımız sıkıntı yoktur. Unutmayalım; rehberini kaybeden toplum boşlukta kalarak sürüleşme tehdidine açıktır ve çok çabuk eritilebilir. Üstad, bu noktada uyarıcılık görevini yapmış ve bize önemli bir miras bırakmıştır. Bunun farkına varamazsak kendimize yazık ederiz diye düşünüyorum. Üstad’ı yakından tanıyan ve sadık bir okuyucusu olarak hakkında yazdığım “Oğuz’un Altın Sesi”, benim bu mücadeleye karşı sorumluluğumun gereğini yerine getirme gayretiydi. Rahmetli Salih Mirzabeyoğlu, bu alanda kendisini feda etme fedakârlığını göstermiş Üstad’ın önemli bir muakkibidir. Ruhları şad, mekânları cennet olsun.

Eklemek veya ifadelendirmek istediğiniz bir husus var mı?

Üstad’ın ‘Başeserim’ dediği ‘İdeolocya Örgüsü’nün yayın şerefi Kayserili biz muhiplerine aittir. O eserin yayına hazırlanması döneminde oradaki fikirlerle duygularımız öylesine yoğrulmuştu ki, geleceğimizin çekirdeğini onun sayfalarından alıp ruhumuza ekmek istedik. Bugün bu ülkede ‘İdeolocya Örgüsü’ ders kitabı olarak okutulursa, şaşkınlaşan istikametimizi hedefine doğru yönlendirmiş oluruz. Çünkü bu eser, onun diğer bütün eserlerinin öz mayasını taşır. Toplumu var eden dinamikleri inkâr baskısından kurtarıp idrake yürüyecek neslin yol haritası bu olmalıdır!

 Muhsin İlyas Subaşı kimdir?

25 Temmuz 1942, Şarkışla / Sivas doğumlu. Selçuk Yurdagül imzasını da kullandı. Şarkışla / Yapıaltı (Gümüştepe) köyünde başladığı ilköğrenimini Şarkışla İlkokulunda (1956) tamamladı. Kayseri İmam Hatip Okulu (1966), Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü (1972) mezunu oldu.

Bir süre gazetecilik (1966-73), ardından Malatya ve Kayseri’de öğretmenlik (1973-95) yaptı. 1995’ten sonra gazetecilik mesleğini edebiyat çalışmalarıyla birlikte sürdürdü. Anadolu Ajansı ve Türk Haberler Ajansının Kayseri temsilciliğini yürüttü. Hakimiyet ve Yeni Sabah gazetelerinde yazı işleri müdürlüğü (1966-73) yaptı. Bölgesel yayın yapan Elif TV’nin genel müdürlüğü (1995) ve İhlas Haber Ajansı (İHA)’nın bölge müdürlüğü (1995-2002) görevlerini yürüttü.

 Edebiyat çalışmalarına lise öğrenciliği sırasında yerel gazetelerde sanat sayfaları düzenleyerek başladı. İlk şiiri 1962’de İslâm dergisinde yayımlandı. Vuslat Türküsü (1968) adlı ilk şiir kitabıyla adını duyurdu. Şiir, deneme, eleştiri ve inceleme yazıları sonraki yıllarda Hareket (1965-75), Türk Yurdu (1965-70), Hisar (1975-80), Töre (1975-85), Millî Kültür (1981-86), Boğaziçi (1983-86), Kültür ve Sanat (1982-84), Yeni Düşünce (1982-83), Küçük Dergi (yönetmenliğini yaptı. 1979-81, 24 sayı, Kayseri) Berceste (2002-2005), Gültepe (2001-2005), Erciyes (1978-2005), Türk Edebiyatı (1980-2005) dergilerinde yer aldı. Siyasal ve aktüel konulardaki yazılarını ise Tercüman, Yeni Devir, Türkiye ve Zaman gazetelerinde yayımladı.

Muhsin İlyas Subaşı; şiir, roman, tiyatro, biyografi ve inceleme türlerinde eserler kaleme almıştır. Romanlarını gelecek nesillere tarih, kültür, benlik ve din bilinci aşılamanın yollarından biri olarak görür Subaşı. İnceleme ve biyografi türündeki eserlerinde de yazar gençliğe ve geleceğe bu yönde mesajlar vermeyi amaçlamaktadır.

Aylık Baran Dergisi 25. Sayı, Mart 2024