Toplumlar, çeşitli statü ve pozisyonlara sahip ve hayatın ihtiyaçları çerçevesinde, sosyal tabakalaşma içine girerler. Kültür, bilgi ve sanat faaliyetlerinin gelişmesiyle, toplumlarda yeni meslek alanları şekillenmiştir. Son yıllarda, internet ve bilgisayarın devreye girmesiyle çeşitli yeni meslek alanları ortaya çıkmış ve iktisadi- ticari hayatın gelişmesiyle birlikte, meslek ve sosyal statüler farklılaşmaya başlamıştır.

Bütün bu gelişmeler hayatın ihtiyaç ve beklentileri ile orantılı olarak ortaya çıkmaktadır. Burada dikkati çeken konu, bazı meslek ve statülere daha fazla değer verilerek, diğerlerinden yüksek prestij ve mali imkanlara sahip kılınarak, ayrıcalıklı bir konuma getirilmesidir.

Maddi ödül, manevi itibarı sağlıyor mu?

Mesela sporcu, ses sanatçısı, film aktörü gibi meslekler, hem popülerlik, hem de maddi imkan ve cazibe bakımından, birçok meslek ve statünün üzerinde bir kıymete ulaşmaktadır. Elbette bu durum, o topluma hakim kültür ve değerlerin niteliği ile bağlantılı olarak gerçekleşmektedir. Bu konuda, sistemli ve planlı bir uygulama ile karşı karşıya olduğumuzu bilmek durumundayız.

Osmanlı’da ilim ve din hizmetlerinin en üst statü ve mali durum bakımından da, en yüksek imkana sahip olduğunu biliyoruz. Aynı durum, bugün Amerika ve Avrupa’nın maddi yönden gelişmiş ülkelerinde de geçerlidir.

Bazı meslek ve iş gruplarının, diğerlerine üstünlüğünün, gerçekten toplum ve insanlık için önemli bir katma değer ürettiği söylenebilir mi? Bu soruya evet cevabını verebilmek çok zor. Bir sporcu, ses sanatçısı, film artisti veya sunucu, kendine ait görevlerini başarılı bir şekilde yapması takdir edilebilir. Ama bu özellik, eğer bir araştırmacı, akademisyen, din alimi, doktor gibi kişilere verilmiyor ve üstelik birinciler; ikincilere göre toplum nezdinde ve maddi kazanç payından daha yükseklerde bir yer buluyorlarsa ve itibarları da buna göre artıyorsa, orada ciddi bir yanlışlık olduğunu söyleyebiliriz.

Maddi faktörlerin, manevi ve kültürel dünyayı belirlemesi

Maddi ve piyasa imkanlarının, idrakleri ve anlayışları farklılaştırması, mantıken mümkün olmaması gereken bir konudur. Çünkü maddi imkan ve kazançlar, insan hayatının küçük bir bölümünü ilgilendiren bir durumdur. Dolayısıyla ne kişiyi ve ne de o kişinin topluma yönelik değerini tam olarak açıklayamaz.

İnsanın değeri ve üstünlüğü onun bilgi ve ahlakı ile ölçülmesi gerekir. Çünkü bilgi ve ahlak, hem kişinin kendisine ve hem de içinde bulunduğu topluma çok büyük imkan ve faydalar sağlamaktadır. Özellikle bu bilginin de umuma faydasının olması gerekir. Maddi imkanların, hayatın bir yönüne cevap verirken, bilgi ve ahlakın, hayatın her yönüne açıklama ve çözüm getirdiğini biliyoruz.  

Yukarıda belirttiğimiz popüler mesleklerin belli becerileri ortaya koymakla birlikte, topluma nasıl bir fayda ve aydınlanma sağladığı dikkate alınmak durumundadır. Fakat maalesef, toplumu iyiye yönlendirme ve doğru mesaj verme konusunda herhangi bir özellik taşımayan kişiler bile “ünlü”, “oyuncu”, “ sanatçı” gibi sıfatlarla toplumun baş köşesine oturtulmaktadır. Hatta daha da ötesi, başkalarına “örnek kişiler” statüsüne kavuşturulmaktadır.

Ayrıca, bu kişilerin; her konuda örnek olarak gösterilerek, özellikle gençlerin bu kişilerin anlayış ve yaşayışlarına özenerek onlar gibi olmalarına çalıştıkları gözlemlenmektedir. Bu durum, gerçekten de son derece problemli ve insan kaynağını asıl yönelmesi gereken yönden uzaklaştırıcı bir tutum haline gelmektedir.

İmâm-ı Rabbanî Hazretleri’nden… “İslâm düşmanlarını sevmemek” İmâm-ı Rabbanî Hazretleri’nden… “İslâm düşmanlarını sevmemek”

İşte böyle bir noktada, toplumu biçimlendirmesi gereken nitelikli ve donanımlı insanları gözönünden uzaklaştırılıp, bu tür popüler hale getirilmiş kişiler ön plana çıkarılmaktadır. Aslında bu konu, modern toplumlarda bir endüstri haline getirilmiş ve ticari kazanç kapısı olarak kullanılmaktadır.

Artistler, modacılar, sanatçılar, sunucular; toplumun örnek kişileri ve hatta, topluma yön verme konumunda olan kişiler haline getirilmişlerdir. Çünkü bu kişilerin popüler olması, onların yaşayış tarzları ve bu yaşayış tarzında kullandıkları tüketim mal ve araçları, bu kişileri ön plana çıkarmak isteyen firmaların büyümesini ve aşırı karlar elde etmesine yol açmaktadır.

Peki, toplum anlayışı ve yönetim felsefesi olarak, tarihi, kültürel ve sosyolojik varlığımız ve misyonumuz, daha ne kadar; sanayi ve ticari tröstlerin hayatımızı bu tür meslek grupları ile kontrol altına alıp, yönlendirmesine rıza göstereceğiz? Bu konu, sosyolojinin ve sosyologların ilgi alanı içerisinde çözümlenmesi gerekli bir mesele olarak önümüzdedir. Ama, öncelikle siyasi ve idari anlayışın; böyle bir kültüre ulaşması gerekiyor.

Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber