Hamas bu yaptığından başkasını yapamazdı. Sadece Hamas değil, bütün Müslümanların ve hatta tüm insanların yapacağı şey budur, bundan başka seçenek yoktur.

Hamas’ın 7 Ekim tarihinde başlattığı ‘Aksa Tufanı’ harekâtını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hamas'ın bu operasyonu çeşitli açılardan eleştiriliyor. Bir kısım Müslümanlar da hatta belki çoğu yüksek sesle söylemeseler de “zamanı mıydı?” der gibiler. Ama çoğu buradaki geçmişi göz ardı ediyor. 60 seneye yakındır Filistin işgal altında ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin de dediği gibi “boğucu bir işgal altındadır”. Filistin ve özellikle de Gazze halkı nefes alamayacak kadar ağır baskıların yaşandığı bir ortamda. Dolayısıyla can havliyle yavaş yavaş her gün ölmektense bir şekilde, yaşanan dramı, acıları ve katliamları dünyaya duyurmak maksadıyla onurlu bir çıkış gerçekleştirdiler bana göre ve bu gerekli olan bir harekâttır. Ayrıca bu operasyonun uyarıcı ve uyandırıcı tarafı da vardır. Bu, insanların vicdanına dokunan bir çıkıştır. Neticede dikkat ederseniz Filistin karşıtı ve İsrail yanlısı bütün dünya devletlerinin bu vicdanın uyanmaması için adeta vicdanları blokaj altına aldıkları bir süreçte sadece Müslümanların, Arapların değil bütün dünyanın özgür ruhlu insanlarının vicdanlarının uyandığını gözlemliyoruz. New York'ta, Londra'da, Paris'te, Berlin'de gösteriler tamamen yasaklandığı halde bu uyanışı, bu vicdanın uyanışını gözlemleyebiliyoruz. Bu da Hamas'ın yaptığının doğru olduğunu, kaçınılmaz olduğunu, başka seçenek bulunmadığını ortaya koyuyor. Çünkü karşı taraf herhangi bir insani normda uzlaşmaya yanaşacak bir zihniyete, bir anlayışa sahip değil. İsrail bir devlet gibi değil, Cumhurbaşkanı'nın da söylediği gibi bir terör örgütü gibi hareket ederek 60-70 senedir Müslümanlara orada terör uyguluyor. Müslümanların mabetlerinde özgürlüğü söz konusu değil. İstediği zaman, istediği şekilde operasyonlar gerçekleştirebiliyor. Bazen asker ve polisleriyle bazen de sivilleriyle mutlaka Müslümanların haremine dokunacak, zarar verecek ya da onurunu zedeleyecek girişimlerde bulunuyorlar. Nitekim El Halil'de Hz. İbrahim mescidini gasp ettiklerini gözlemledik. Mescid-i Aksa’yı da yerinden sökerek yıkmak istediklerini, gerçekleştiremedikleri için bu sefer de en azından Yahudilerin de girişine açacak şekilde birtakım operasyonlar yaptıklarını gördük. Bütün bunlar bir araya geldiği zaman şunu görüyoruz: Hamas bu yaptığından başkasını yapamazdı. Sadece Hamas değil, bütün Müslümanların ve hatta tüm insanların yapacağı şey budur, bundan başka seçenek yoktur. Operasyonun başından beri İsrail sürekli öldürüyor. Gazze'deki insanları çok korkunç katliamlara maruz bırakıyorlar. Çocuklar ölüyor, yüzlerce, binlerce çocuk ölüyor. Camiler yerle bir ediliyor, mabetler tahrip ediliyor, hastaneler havaya uçuruluyor ve tamamen sivil insanlar bile-isteye “Hamas'a zarar veriyoruz” yalanıyla öldürülüyor, katliamlar gerçekleştiriliyor. Burada yoğunlaştırılmış bir katliamı görüyoruz ama bundan önce “her şey güllük gülistanlıktı da iki taraf sessizce yerinde duruyordu, aralarında barış yoksa da bir ateşkes vardı kimse kimseye sataşmıyordu” gibi bir durum yoktu ki zaten, her gün bombalamalar oluyordu.

Bugün yaşadığımız bu yoğun katliamları görüp de işte “ne gereği vardı” demenin hiçbir anlamı yok, hiçbir mantığı yok, hiçbir vicdani açıklaması yoktur. Başka seçenekleri yoktu o insanların, kim olursa bunu yapacaktı ve tabii dünyada onurlu bir şekilde Filistin'in yanında yer alanları bir kenara bırakıyorum; ama dünya devletleri özellikle kendilerini “dünyanın efendileri”, “egemenleri” kabul eden güçleri, ABD'yi, Avrupa Birliğini, İngiltere, Fransa, Almanya gibi devletlerin koşarak İsrail'in yanında yer aldıklarını, hem de koşulsuz bir şekilde, hem de aslında onurları zedelenircesine gitmelerini de görmüş olduk. Yani özellikle Almanya'nın geçmişte Hitler'in yaptığı katliamlardan duyduğu utanç karşısında aynı şekilde Hitlervari bir katliamı gerçekleştiren bir gücün yanında durma gereğini hissetmesi kölelik ruhuyla izah edebiliriz. Üstelik havaalanında İsrail'i terk edeceği sırada başbakanı, sirenler çalıyor, füzeler geliyor, roketler geliyor bahanesiyle yere yatırılıp, yüzükoyun yerde süründürmeleri de İsrail'in aslında dostlarına, kendisine yakın olan kişilere bile nasıl bir hakaret edebildiği, nasıl onurlarını kırabildiğini gösteriyor. Dolayısıyla bir musibet olarak nitelendirilebilir İsrail'in varlığı bu toplum ve coğrafya açısından.

Nereye gitti bu evrensel değerler, adalet, insan hakları? Batı tüm dünyaya empoze etmeye çalışıyordu sözde bunları, şimdi hepsinin yerle bir olduğunu gördük.

Bu kavramlarla ilgili bir konuya girecek olursak eğer, bir kere şunu söylemek lazım: İsimden hareketle müsemmanın da doğru olduğunu söylemek hatalı olur. Batı medeniyetinin egemen olduğu modern zamanlarda aslında kavramlar tam anlamıyla karışmış durumda. Deyim yerindeyse iğdiş edilmiş haldeler ve ismi zikredilen hiçbir kavram gerçekten o müsemmayı, o anlamı temsil etmiyor. İnsan hakları, özgürlük, eşitlik, adalet gibi öteden beri tüm dünya insanlarının değer verdiği kavramların, Batı medeniyetinde tamamen bağlamından ve zemininden koparılmış olarak sadece Batılı değerleri benimseyen insanları ya da sadece Batılı olan insanları kastettiği gün gibi ortadadır. Batı medeniyeti nazarında insan dediğimiz şey sadece Batılı Hristiyan toplumlardır. Bir de onların doğal müttefiki Yahudilerdir. Onun dışındakiler insan bile sayılmazlar. Bakınız İsrailli yetkililerinin söylediği Hamas ve hatta Filistinliler “hayvan, insansı hayvanlardır” sözüne. Bu bir anlık öfkeyle söylenmiş bir söz değildir. Bu bir medeniyet tasavvurudur. Bu tasavvurdan kaynaklanan bir şey. Batılı tasavvurun bir neticesidir. Bu yüzden insan hakları, özgürlük gibi kavramlarının bir anda tuzla buz olması son derece doğaldır. Çünkü gerçekçi zemini yoktu ki dağılsın. Tamamen insanların gözünü boyama, Batılılar dışındaki insanları oyalamak, kandırmak, onları belli bir amaç doğrultusunda yönetmek amacıyla uydurulmuş şeylerdir: Bir insanlar vardır, bir de insansı hayvanlar vardır. Yahudilerle müttefik olan Batılıları şöyle düşünebilirsiniz: Kendileri zırhlı araçlarında safariye çıkmış ve vahşi hayvanların birbirlerini parçalayışını zevkle seyreden turistler. Şu anda dünyada Müslümanların arasındaki ve diğer toplumlardaki bütün katliamları kendi başkentlerinden zevkle izliyorlar. Ne acıma duyguları harekete geçebiliyor ne de kendi kendilerine uydurdukları bu kavramlar işlerlik kazanıyor. Zaten bütün sistemi de buna göre oluşturmuşlar. Herhangi birisi çıkıp buna itiraz edeceği zaman zaten bu itirazı geçersiz kılacak mekanizmaları da vardır.

Kendi halkından karşı çıkanları da aynı şekilde bu mekanizmayı kullanarak susturuyorlar. Bu ister Almanya'da protesto eden halk olsun, ister Fransa'da protesto eden halk…

Şimdi bir kere şunu görüyoruz, fıtratı tamamen ters yüz etmeleri mümkün değildir. Kendi halklarını belli bir ölçüde manipüle edebiliyorlar. Manipüle edemedikleri zaman bizzat kendi ajanları eliyle İslam'ı, Müslümanları terörist gibi göstererek bir takım mizansen eylemlerle halklarını belli bir süre oyalayabiliyorlar, kandırabiliyorlar ya da bazı şeyleri görmelerini engelleyebiliyorlar. Ama neticede fıtratı tamamen değiştirmek, insanı tamamen insanlıktan çıkarmak mümkün değildir. Bu yüzden özgür ruhlu insanlar elbette ki Batı'da da vardır ve kendi başkentlerinde de protestolar yoğun bir şekilde devam etmektedir. Ve tabii bunların kendi halklarına karşı da acımasızca hareket ediyorlar. Çünkü gücü bozulacak. Çünkü sistemleri alt üst olacak. Çünkü göğüsledikleri o sömürü sistemi artık geçerli kalmayacak. Bu yüzden acımasız davranırlar.

- “Kemalizm, Batı medeniyetinin ülkemizdeki şubesidir”

Peki, Gazze'de bir katliam yaşandığı halde, Türkiye'deki Kemalist kesimin birçok Batılıda dahi görmediğimiz umursamazlığının, vicdansızlığının sebebi nedir?

Az önce Batı medeniyetiyle ilgili olarak söylediklerimin hepsi Kemalizm için geçerlidir. Kemalizm, Batı medeniyetinin ülkemizdeki şubesidir, buradaki bayisidir. Oradaki değerlerin buraya dayatılmasını sağlayan kurumsal bir oluşumudur Kemalizm. Bu yüzden Kemalizm'in bu bağlamda yapıp ettiği hiçbir şey bana şaşırtıcı gelmez. Ben hayret etmem. Zaten böyle davranacaktır. Çünkü neticede Batı medeniyetinin içimizdeki bir ajandası, bir ajanı, bir temsilcisidir. Bu yüzden değerlendirmelerimi yaparken ayrıca bir de Kemalistler şöyle yaptı falan demem. Başka yapacak bir şeyleri yoktur. Onlar zaten bu medeniyetin, bizim medeniyetimizin parçası değildirler. Batı medeniyetinin temsilcileridirler. Batılı değerlerinin bizim hayatımıza egemen olmasını sağlayan, bizim değerlerimizin hayatın dışına itilmesine yol açan kimselerdirler. Başka türlüsünde beklenemezdi onlardan. Bir Kemalist’in Filistin'in yanında yer alması, mazlumların yanında yer alması, mağdurların yanında yer alması olabilecek bir şey midir? Tarihleri gözlerimizin önündedir. 80-90 yıllık tarihleri her şeyi apaçık gösteriyor. Bu bakımdan vicdan dediğin şey fıtrattan gelir. Bu da fıtratı bozulmamış insanlardan beklenir. Bence bir Kemalist, fıtratın ters yüz edilmiş halidir.

Mesela Osmanlı'ya düşman olup sonra Osmanlı'ya ihanet etti diye de Filistinleri suçluyorlar. Siz de Osmanlı düşmanısınız, neyin savunuculuğunu yapıyorsunuz? Ve bunun yanında İsrail'le beraber olmayı kabul ediyorlar. Burada biraz da aslında Arap düşmanlığı kisvesiyle bir İslam düşmanlığı da yatıyor diyebiliriz değil mi? Batı için dediğiniz gibi.

Kesinlikle bu Arap düşmanlığının gerisinde bir İslam düşmanlığı yatıyor. Muhacirlerin ülkemize gelmesinde de gördük. Daha önce başka kavimlerin buralardaki temsilcilerine karşı tavırlarını da gördük. Karşı oldukları göçmenler değil. Karşı oldukları göçmenler olsaydı Batı'dan gelenlere, Ukrayna'dan gelenlere, Rusya'dan gelenlere de karşı koyarlardı. Ama tamamen doğudan, özellikle Müslüman doğudan gelen göçmenlere sert bir şekilde karşılar. Çünkü onların Müslüman kimliği bunları ürkütüyor. Bunun gerisinde İslam düşmanlığı yatıyor. Ama işte Arapların Osmanlı'ya ihanet etmesinden, arkadan vurmasından falan dem vurarak işi perdeliyorlar. Tabii bütün bunların hepsi yalan. Osmanlı'yı arkadan vuran tek güç, Kemalizm’in ataları sayılan Jön Türk ve İttihat ve Terakki'dir. Dolayısıyla Osmanlı'yı arkadan vuranlar Kemalistlerdir, Araplar değil. Arapların içinden bazı serseriler çıkmıştır. Türklerin içinde de bazı serseriler çıkmıştır. Kürtlerin içinde de çıkmıştır. O ayrı bir şey. Ama millet olarak, toplum olarak, ümmet olarak hiçbir Müslüman Osmanlı'ya ihanet etmedi. Osmanlı'ya ihanet eden hareket Anadolu'dan çıktı bu ihanet hareketi de Kemalistlerdir. Osmanlı'ya ihanet edenler, Osmanlı'ya arkadan vuranlar onlardır. Osmanlı'nın desteğiyle mukavemet hareketini geliştirdikleri halde sonunda Osmanlı'yı kovanlar da kendileridir.

Peki, Gazze meselesinde bile tam anlamıyla bir tavır alamamışken, Cumhuriyet'in kutlanmasını doğru buluyor musunuz?

Dünya çalkalanıyor, bunların derdi Cumhuriyet'i kutlamak. Cumhuriyet'in kutlanması gerekiyorsa bir hafta sonra, on gün sonra ya da bu işler bittikten sonra kutlanabilir. Yani kutlanmasın demiyorum. Bir şekilde insanlar bunun üzerinde durabilir. Ne verdi bize, ne aldı bizden, iyi mi ettik, kötü mü ettik, düzgün mü gidiyoruz, gitmiyoruz, bunun üzerinde düşünmek lazım. Ama vur patlasın, çal oynasın, rakıyı, şarabı bu gündemler eşliğindeki gündeme getirmek, gerçekten aymazlığın ve insanlıktan çıkmanın bir göstergesi olur. Sırası değil böyle bir şeyin. Ama birisi kalkar, yüzüncü yılda bir cumhuriyet değerlendirmesi yapabilir. Bence bu kutlamalar bir şeyi anlamak için yapılabilir. Müslümanlar da bunu düşünür, Kemalistler de düşünür, başkaları da düşünür. Ama Filistin hadisesi böyle ortadayken, özellikle de bildiğimiz tarzda bir kutlamayı ileri sürmek çok da vicdanla bağdaşmaz diye düşünüyorum.

Siz de bir yazınızda “Filistin bizim için ne ifade ediyor?” diye sormuştunuz. Bir de biz soralım: Bugün Starbucksların, McDonaldsların doluluğu ortadayken, sorunuzu yeniden gözden geçirmek gerekir mi?

Yok, tabii ki. Zaten cevabını siz verdiniz, bunu cevaplandırmıyorum ama ben olanı anlatmadım, olması gerekeni anlattım. Filistin bizim için, tabii ki Filistin, orada Mescid-i Aksa var. Mescid-i Aksa'nın ne olduğunu da hepimiz biliyoruz. Peygamber Efendimiz'in miraca çıktığı yerdir, ilk kıbledir, Müslümanların ilk kıblesidir. Hazreti Ömer zamanında fethedilmiştir, sonra Selahaddin Eyyubi yeniden fethetmiştir ve orada 400 sene Osmanlı hakimiyeti devam etmiş ve özgürce herkes yaşamış. Bir tarihimiz var, bir kültürümüz var, bağlarımız var orada. Müslüman Araplar, Müslüman Türkler, Müslüman Kürtler, Selahaddin Eyyubi zamandan beri orada yaşayan insanlarımız var. Yani aramızda akrabalık ve dini bağlar, tarihi ve kültürel bağlarımız vardır. Diyelim ki bunların hiçbiri yok. Diyelim ki Filistin ile hiçbir dini ve akrabalık bağımız yoktur. Diyelim ki Mescid-i Aksa taşlardan ibaret bir binadır. Diyelim ki Kudüs herhangi bir şehirdir. Ama yine de bu bombalar karşısında, yine de bu katliamlar karşısında, yine de bu zulümler karşısında Müslüman ve vicdan sahibi insanlar olarak ayağa kalkmamız gerekiyor. Bunun başka yolu yoktur yani. Biz sadece Filistin'e, Filistin'de olup gidenlere, Filistinler bizim akrabalarımızdır, dindaşlarımızdır diye bir din yakarışıyla, bir din milletiyle yaklaşmıyoruz. Biz insanlık noktayı nazarında yaklaşıyoruz. O kadar insan zulme uğruyor. Kim uğramış olursa olsun zulüm altında olan insanların dinleri sorulmaz. Kaldı ki saydığımız hususlardan dolayı aramızda da çok sağlam bağlar vardır. Tarihsel, kültürel, dini her bakımdan iç içe bir topluluğuz. Daha 60-70 sene öncesine kadar aynı sınırlar içerisinde yaşıyorduk. Biz bu sınırlar çizildikten sonra her birimiz ayrı bir gezegene savrulmadık. Hala bir aradayız. Filistin'de esen rüzgâr buraya gelir, sınır tanımaz. Depremler sınır tanımıyor, gördük. Seller sınır tanımıyor, gördük. Yani Allah sınır tanımaz. Peygamberimiz ne buyuruyor? Diyor ki, “Allah'ın ahlakıyla ahlaklanın”. Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmak demek Allah'ın indirdiklerine göre hareket etmek demek. Allah sınırları tanımıyorsa sen de tanımayacaksın. Bak bu hukuksuz bir davranış olarak sınırları çiğnemek anlamında değildir. Sınırları putlaştırmayacaksın. Evet burası Türkiye'dir, burası Irak'tır, burası Suriye'dir. Sınırları tanıyorum, ama bu sınırlar bizim zindanımız olmamalıdır. Bizi hapsetmemelidir. Mademki olay Suriye'de oluyor, mademki olay Filistin'de oluyor ve ben de mademki Türkiye'de yaşıyorum bu halde beni ilgilendirmez diyemezsin. Bu sınırı putlaştırmak demektir. Sınıra saygı durmak değil, putlaştırmaktır. Biz sınırlara saygı duyuyoruz, şu veya bu şekilde çizilmiştir. Kabul ediyoruz, hukuki bir meşruiyeti vardır. Ama neticede Filistin çok uzak bir gezegende değildir. Mars'ta değildir. Daha dün beraber olduğumuz bir coğrafyanın içindedir. Hala da beraberiz ve kıyamete kadar beraber olacağımız bir coğrafyadır. Dolayısıyla ilgilenmemiz kaçınılmazdır. Elimizden geleni yapmamız kaçınılmazdır. Dua etmemiz kaçınılmazdır. Başka yolumuz yoktur. Dua edeceğiz, destek olacağız. Birbirimizi uyandıracağız, uyaracağız. Zulme, sessiz kalmak da zulme ortak olmaktır. Öyle bir azap gelir ki zulmün karşısında sessiz kalındığı zaman sadece kuru yanmaz, yaş da yanar. Allah Kur'an-ı Kerim'de zalimlere destek olmayı geç meyletmeyi dahi yasaklıyor yoksa yanarsınız diye de uyarıyor.

- “İsrail inkıta sürecine girdi”

Türkiye Filistin hususunda gerekli adımları atıyor mu? İnsani yardım gemilerimizin Gazze kıyılarına yollanması nasıl ses getirir?

Şimdi tabii şöyle bir objektif durum var ortada. Amerikan, İngiliz savaş ve uçak gemileri hepsi Gazze kıyılarında. İsrail'in ağzının tadıyla rahat bir şekilde katliam yapması için bölgedeki bütün ülkelere, yerel kuvvetlere sakın hareket etmeyin diye gözdağı veriyorlar. Tabii Türkiye'nin yöneticileri bizim gibi düşünen insanlar. Bizim gibi vicdan sahibi insanlar. Mesela sadece iktidar partisi AK Parti değil, MHP Başkanı Bahçeli'ninki de vicdani bir konuşmaydı. Dolayısıyla insanlarımız bizim gibi düşünüyorlar, böyle yaklaşıyor ama objektif koşulları da göz önünde bulundurmak gerekir. Ben gidiyorum hadi demek aslında bir anlamda savaşa girmek demektir. Bunu göze almak da gerekebilir ayrıca. Ama gerçekten yapabilecek miyiz? Gerçekten bu zulmü kaldırabilecek miyiz? Yoksa bu zulmün bir de bize yansımasına mı sebebiyet vereceğiz? Ya da başka insanların da katledilmesine mi sebebiyet vereceğiz? Çünkü gözü karadır İsrail'in. Korktuğundan dolayı değil, İsrail fena halde karizmasını çizdirdi. Yani Hamas bu hareketiyle İsrail'in 80 senelik yenilmezlik balonunu patlattı. Efsanesini yerle bir etti. Darmadağın oldu şu anda. İsrail'de kafalar karışık. İsrail, boks maçında beynine yumruk yemiş bir boksörün haline benzeyen bir hal yaşıyor. Yani şu anda kendinde değil. Sağa sola saldırıyor, savruluyor, elini kolunu sallıyor ama bir akıl-mantık içerisinde değil. Bu yüzden İsrail'in durumu çok tehlikeli. Şu an Hamas'ın vurduğu darbe, İsrail'in yaptığı katliamları belki de silip süpürecek derecede etkili bir harekettir. Bu saatten sonra İsrail açısından, Batı açısından hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bunu onlar da bildikleri için en kısa zamanda telafi etmenin yolunu arıyorlar. O yüzden savaşa girmek Türkiye açısından, İran açısından, herhangi bir Arap ülkesi açısından çok mantıklı gelmiyor bana. Ama zulmü durdurmanın başka yollarını bulmamız gerekiyor. İsrail inkıta sürecine girdi, çöküş sürecine girdi. Hamas İsrail'in belini kırdı. Bunu onlar da biliyorlar. Dolayısıyla bir gücün, İran'ın, Türkiye'nin savaşa bir adım atması İsrail'i bu beladan kurtarabilir. O yüzden daha dikkatli olmakta fayda var diye düşünüyorum. Meseleyi diplomatik açıdan durdurmak gerekebilir.

Teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

Aylık Baran Dergisi 21. Sayı Kasım 2023