Güneydoğu’da yaşananlar yeni bir 6-8 Ekim Olayları mıdır?

Birilerinin gücü yeterse, eğer başarabilirlerse 6-8 Ekim Olayları gibi bir vahşeti hayata geçirmek konusunda tereddütleri olmadığı açıktır. En son şahid olduğumuz davranışlarından, eylemlerinden de gördüğümüz gibi şiddetten ve terörden vazgeçmemişlerdir. Böyle amaçları olduğunu buradan anlıyoruz. Bin beş yüz elli insanımızı kaybettik, birilerinin hiç umurunda olmadı. Bunu durdurmak konusunda çabaları, gayretleri ya da buna karşı çıkmak adına bir girişimleri olmadı. Tam tersi, şimdi Öcalan’ı bahane ederek bu kadar insanı öldürdüler, öldürüyorlar. Böyle bir zihniyetin 6-8 Ekim Olayları gibi bir vahşetin önüne geçeceğini ve bunu yapmaktan çekineceğini zannetmiyorum.

Bununla neyi amaçlıyorlar?

Eğer siz birilerinin adına bu bölgede bir şeyler yapıyorsanız, o bölgede yanan ateşin, yaşanan acının, ölmenin, öldürmenin olması umurunuzda olmaz. Sorun budur, bu ülke etnik ve mezhepler arası çatışmaya sürüklenmek isteniyor, onun için 15 Temmuz’da kanlı bir darbe girişiminde bulundular. Onun için Türkiye’nin fay hatlarına saldırıyorlar. Güneydoğu’da olanlar da bunun devamıdır.

Kürt halkı adına eylem yaptığını söyleyen bu hareketin, sizce Kürt halkına bir faydası olmuş mudur?

Ne faydası? Öldürmenin ölmenin insanlığa bir faydası olabilir mi? Kuşlara, böceklere zararı olan bir şeyin Kürtlere yahut Türklere faydası olabilir mi? Bu tam olarak insanın gözünü kan bürümesidir, kana susamaktır, vampir ahlâkıdır! Ölmek, öldürmek, yakmak yıkmak dışında bir şey düşünmemek... İnsanların haklarının kollanması, aranması ve sağlanması için birden çok yöntem olmasına rağmen, bunları bir kenara bırakıp kan dökülecek bir yöntem baz alınabilir mi? Bundan kimseye fayda gelebilir mi? Bu artık şirazeden çıkmışlık ve delirme hâlidir. Bu hâl de birilerinin işine yarıyor. Türkiye’nin bir Suriye, bir Irak olması dış güçlerin işine gelir.

Peki, devletin, rejimin Kürt halkına uygulamış olduğu zulümden ötürü doğduğu iddia edilen bir hareket nasıl oldu da bu konuma geldi?

Bu tanımlama yanlış, hep böyle söylediler; zulümden ötürü doğan bir hareket dediler. Ama hayır, kesinlikle böyle değil. Zulümden doğan bir hareket olduğunu düşünsek bile, bu hareketin zulmü oturtan ve hatta iyice yaygınlaştıran tavrını nasıl izah edeceğiz? Bu hareket 1970’lerde kurulmuş, o dönemlerde Kürtlerle alakalı devletin hangi zulmünden söz edebilirsiniz? Nitekim aynı şeyler Türklere de yapılıyordu o dönemde. Bu, zulmü yaygınlaştırmak için kurulmuş bir örgüttür, düşünme biçimidir. Kalkıp “bana zulüm uyguladılar” diye, sen de kendi halkın başta olmak üzere insanlara zulüm uygulayacaksın, sonra devlet gelecek zulüm iyice büyüyecek ve sen de bundan besleneceksin. Bu zihniyetin yaptığı tam olarak budur. Olmayan bir zulüm üretme ve daha sonra da o zulümden beslenme stratejisidir bu.

Güneydoğu’da halkın pozisyonu nedir, halk nasıl düşünüyor?

Açık ve net: İki senedir onların çağrılarına, hendek politikalarına karşı halk memnuniyetsizliğini gösteriyor. Halk böyledir, şiddet dalgasına resti çeker, karışıklık olmasını istemez. Ancak bunlar nerede taraftar toplayabilirler? Devletin yanlış politikaları sonucu aç kalmış, yara bere içindeki mahallelerde gidip eylem yaparlarsa ancak ses getirirler. Diyarbakır’ın en yoksul mahallesinde, mesela Sur’da eylemler yapıyorlar ve oralarda olan acıları deşerek bir şey elde etmeye çalışıyorlar. Bu hareketin içinde halk yoktur.

Bu yapılan saldırıların önüne neden geçilemiyor?

Saldırılar lokal saldırılar değil ki, bölgenin her yerinde olabilecek saldırılardır. Yüzlerce kilometrelik sınırımızda, yönetici anlamında bir tane devlet yok ki, bunların sınırdan geçmesini engelleyebilsin. Aslında tüm dünya orada (Suriye’de), ama zaten bu tür terörist örgütleri destekleyenler de o dünya devletleri. Silahlandırıyor, teşvik ediyor ve size karşı kullanıyorlar. Bu savaş öyle göründüğü gibi sadece bir örgüte karşı yürütülmediği için mücadele etmek de kolay değil.

Saldırıları yapan kişiler halktan kimseler değil, dağdan gelen, halktan kopuk militanlar deniyor?

Evet, zaten halkı işin içine katmayı denediler olmadı. Siirt’te, Cizre’de, Yüksekova’da, Silvan’da, Nusaybin’de bir şeyler denediler, kanlı geçti ama içinde halk yoktu. Onun için dağda saldırılar düzenliyorlar, ancak bunun için de 1-2 ay süreleri var; çünkü hava koşulları eylem yapamayacakları bir hâle gelecek. Onun için önümüzdeki 1-2 ay çok kanlı geçecek gibi gözüküyor.

Sürekli olarak bahane ettikleri Abdullah Öcalan… Öcalan’ın durumu ne ki sürekli öne sürüyorlar?

Devlet Öcalan’la görüşse bu acı sona erer algısını oluşturmak için, sonra da bu algıyı diri tutmak için sürekli Öcalan’ı bahane ediyorlar. İşleri barışçıl insanları öldürmek. Karşılarında bu algıyı boşa çıkaracak bir dirayet yok, bu konudaki zayıflık hepimizde var. Devrimci halk mahsulü o ucube katil teoriye sarıldılar; Öcalan olsaydı, iki sene önceki barış koşullarında da, barış olduğu için açlık grevi yaparlardı.

Peki, Öcalan ne düşünüyor, bu konu hakkında fikriniz var mı?

Bilgim yok.

Belediyelere kayyum atanması  meselesi. Bu mevzuyu nasıl görüyorsunuz. Bu adım nasıl bir mesaj içeriyor?

Bu, şiddetle ilişiğini kesmedikleri müddetçe bir yasal siyasî temsil imkânını tabiî olarak tanımama kararıdır. Çünkü dünyada bütün hukuk devletlerinin temel bir kıstası vardır. Düşüncedeki ayrılık ne olursa olsun, ama şiddetle bağı küçücük dahi olsa bir sorun arz eder ve kabul edilemez. Bu kıstastan hareketle hayata geçirilen bir uygulama. Dünyada kendisine devlet diyen her aygıtın yaptığı, yapacağı ve yapmaktan geri durmayacağı bir şeydir. Bu durum seçilmişlerin görevden alınması şeklinde bir algıyla değiştirilemez, çünkü mesele hiç bir alâkası olmadığı hâlde görevden almaya indirgenemez. Bu adamların şiddetle derin bağları var. Ayrıca görevden kim alıyor? Yüzde 10 oy alan seçilmiş oluyor da, yüzde 49-50 alarak seçilenler tüm Türkiye halkının faydasına bir şey yapınca seçilmiş olmuyor mu? Yani altı milyon oy alan seçilmiş oluyor da 22 milyon oy alan seçilmiş olmuyor mu; ki görevden alınanların yaptıkları o altı milyonun da aleyhine davranışlardı. Eğer şiddetle bağınızı koparmıyorsanız dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir anayasasında yasal bir yeriniz yoktur. “Bunlar seçilmişlerdir de, onlara ceza verirsin de görevden alamazsın” gibi bir yaklaşım olmaz, kabul edilemez. Bir komplike durum olduğu için kayyum atanıyor.

Meclis’te de eylem ve söylemleriyle Anadolu halkı aleyhine hareket eden, terör eylemlerine destek veren birçok kişi var. Bunlar hakkında ne zaman önlem alınacak? Dokunulmazlıklar kaldırıldı ama bu yeterli mi?

En önemli önlem olarak dokunulmazlık önlemini kaldırırsak durum çözülebilir. Siyasetin yapabileceği şey budur. Siyaset onları içeri atamaz. Siyaset, kayyum atayabiliyor ama cezaevine gönderemiyor. Şimdi görev yapacak olan savcılar. Siyasi tavır da budur; dokunulmazlığı kaldırmak, kayyum atamak… Yargı ise başka bir şey.

Yargıda da korkusuz adımların atılması gerektiği günler içerisindeyiz her halde?

Bu konuda çok fazla şey söylemek istemiyorum açıkçası. Malûmunuz bu ülkede yargı denilince insanın aklına çok başka şeyler geliyor.

Cerablus’ta yapılan operasyon, PYD ve YPG’ye yüklenilmesi Türkiye’nin içindeki saldırıları azaltacak mıdır?

Tabiî ki, saldırıların kaynağı PYD, YPG, PKK. Siz oradan vurmaya devam ederseniz onların burada operasyon yapmaya mecali kalmaz. Siz 15 Temmuz’dan sonra sahaya inerek onların saldırılarını da kırmış olacaksınız.

Fırat’ın doğusu, batısı meselesi çok konuşuluyor, saldırılardan sonra orada doğu, batı ayrımı kaldı mı gerçekten?

O çok başka bir konudur, stratejik bir konu. Batı’daki birilerine ait kanlı koridoru engellediğiniz zaman, onların stratejileri boşa çıkıyor. Elbette ki sınır olarak bir fark yok orada, tamamen stratejik bir ayrımdır o.

Bir yazınızda “Rakka’ya giden yol” demişsiniz. Türkiye Cerablus’a girdi ilerlemeye başladı, El Bab’a doğru gidiyor. Sizce Türkiye’nin Rakka’ya düzenlenecek olası bir operasyona katılması mı gerekiyor?

Türkiye son üç yıldır IŞİD üzerinden vuruluyor. Dünya siyasî, ideolojik, kültürel, ekonomik bütün saldırılarını, Türkiye’nin IŞİD ile olan bağlantısı üzerinden gerçekleştiriyor. Türkiye idam sehpasına çekiliyor. Tayyip Erdoğan IŞİD destekçisi olarak lanse ediliyor. Darbenin de ana gerekçesi buydu. Onların silahıyla onları boşa çıkaracaksınız. Siz gitmeseniz de onlar saldırıyor size.

Türkiye’nin oraya gitme şartı PYD’nin devre dışı bırakılması. Peki, Amerika’nın PYD’den desteği tam olarak çekeceğini düşünüyor musunuz?

Türkiye, Suriye’deki yapıların adları neyse hiçbirisinin kendisine düşmanlık yapmamasını istiyor. Türkiye Suriye’de herhangi bir gruba düşmanlık yapmak için bulunmuyor. Kendisine yapılan düşmanlıkları ve saldırıları bertaraf etmek için bulunuyor. Türkiye’ye saldırı halinde değillerse ve yarın bir gün saldırmayacaklarsa Türkiye de düşmanlık etmez. Türkiye’nin amacı tehlikeyi bertaraf etmek…

PYD amaçlarından vazgeçse, Rakka’ya bir operasyon yapılsa ve PYD bu operasyonun unsurlarından biri olsa Türkiye kabul edebilir mi?

Türkiye kabul etmez. Rakka veya Musul’a bir operasyon olacaksa orada PYD’nin olması mümkün değil. Bu eşyanın tabiatına aykırı... Türkiye’nin Rakka için çekincesi de budur zaten. Barzani’nin de Musul operasyonu için düşüncesi budur.

Barzani demişken, Kuzey Irak bölgesinden Türkiye’ye Dicle Kalkanı yönünde talepler geliyor Türkmenlerden ve diğer siyasî gruplardan. Bu Türkiye için mümkün mü? Böyle bir operasyon başlatılabilir mi?

Musul operasyonuysa elbette. Mümkündür. Türkiye için bu saatten sonra yani 15 Temmuz’dan sonra her şey mümkündür. Kendi ordusuyla, kendisine yönelik saldırıları bertaraf etmek her devletin meşru hakkıdır. Şimdiye kadar bunun yapılamaması bir problemdi. Şimdi bu operasyonlar düşmanlık için değil, kendisini korumak adına, ihtimal dahilindeki saldırıları boşa çıkarmak ve kendisini bir çembere alarak dünyadan izole etmek isteyenlerin stratejilerini boşa çıkarmak için yapılıyor. Onlar Türkiye’yi IŞİD ile yargılamak istiyorlar. Türkiye ise IŞİD’in varlığına son vererek onların emellerini boşa çıkarıyor. ABD, IŞİD’in varlığıyla hayat bulmaya çalışıyor. Eğer IŞİD olmasa Esed’in bölgede yaptığı zulmü konuşmak zorunda kalacaklar.

Türkiye’nin Cerablus operasyonu, El Bab’a doğru ilerlemesi vesaire; bunlar Suriye meselesinde dengeleri nasıl değiştirdi? Diğer devletlerin tutumlarını nasıl etkiledi?

Tümüyle değiştirdi. Bütün devletlerin hadiselere bakışı ve tavrı değişti. Amerika, PYD’nin karargâhlarına kendi bayraklarını dikmek zorunda kaldı. Hiç beklenmedik bir şekilde Amerika, Suriye ordusunu vurmak zorunda kaldı. Bunun anlamı da “bize düşmanlık yapmayın biz Esad’ı karşımıza alıyoruz” demektir.

PYD’nin kendi karargâhlarına Amerika’nın kendi bayraklarını dikmesinin ardından ABD’nin bölgedeki akıbeti hakkında ne düşünüyorsunuz?

Buradaki en önemli şey, senelerce bölgede istediği gibi at koşturan, bir şey yaparken kimseyi haberdar etmeden başına buyruk hareket edebilen ABD’nin ilk defa savunma pozisyonu almasıdır. PYD karargâhlarına Amerikan bayrakları çekilerek “PYD’yi vurmayın” deniliyor. Bu durum Amerika’nın bölgedeki varlığına ters. Her şeye muktedir olarak tanımlanan, dünyanın en güçlü ordusuna, en güçlü ekonomisine sahip olan ABD’nin düştüğü duruma bakın. Bu beyaz bayrak çekmek gibi bir şeydir, “vurmayın ben buradayım” demek gibi bir şeydir.

Yaşanan gelişmelerden sonra Suriye’de durum ne olacak?

Birleşmiş Milletler Toplantısı’ndan bu sefer somut şeyler çıkacağına inanıyorum. Çünkü Suriye’de herkes bütün kozlarını sahaya sürdüğü için hiç kimse ortadaki hasadı toplayabilecek durumunda değil. Öyle bir ortam oluştu ki, her an, herkes birbiriyle çatışabilir. Hiç bir devletin de şu anda birbiriyle çatışmayı göze alacak durumda olmaması dolayısıyla çözüm için en büyük adımlar atılacak.

Teşekkür ederiz.

Biz de teşekkür ediyoruz.

Baran Dergisi 506. Sayı