Türkiye hükümeti, Rusya ve ABD arasında, gerçekten oldukça karmaşık pozisyona sahip. Putin çok akıllı bir adam. O, Amerikan başkanı seçilmeden evvel Donald Trump ile çok yakın ilişkilere sahipti, hatta seçim sürecinde Trump’ı destekledi. Uzun yıllar üstlendiği başbakanlık görevi süresinin büyük bir kısmında Siyonist Netenyahu ile de iyi ilişkileri vardı. Herkes ile diplomatik bir ilişki içerisinde olmak gayet akıllıca bir tutum. Rusya’nın çıkarlarına hizmet eden davranış da budur.

Bugün, Rusya, Suriye’de müttefiklerinin de menfaatlerini gözetiyor. Suriye rejimi iyi bir rejim olmamasına rağmen Rusya bu rejimi ayakta tutuyor; fakat Suriye rejiminin kötülüğüne karşın başkanı olan Esad’ın çok da kötü birisi olduğunu söylemiyorum. Suriye’deki muhaliflerin büyük bir kısmı, tarihî olarak rejime muhalefet eden yapılar değil. Bunların bazılarının kim olduğunu biliyorum. Kesinlikle tamamını kastetmiyorum ama, başlangıçta silahlananların büyük bir çoğunluğu düşmanların ajanlarıydı; emperyalistlerin ve onların kuklası olan Suudilerin ajanlarıydı. Bu sebeble Suriye hükümeti desteklenmeliydi, şimdi de Suriye’nin düzelmesi için bir yol bulunabilir.

Aslında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da bunun farkında. Müslüman görünümlü aşırı grupların ne Türkiye’ye,  ne de Müslümanlara bir faydası olmaz. Erdoğan’ın Müslüman Kardeşlere yakın bir siyasî duruşu var ve bu Suudi Arabistan’ın çıkarlarının karşısında olan bir duruştur.

Erdoğan’ın Türk sınırlarına saygı gösterilmesi arzusunu gayet iyi anlıyorum. Türkiye’nin sınırları bundan önce bir çok kez ihlâl edildi ve saldırılar gerçekleşti. Bölgedeki halk bundan zarar gördü; fakat bölgedeki Kürt muhalefeti bir noktaya kadar Erdoğan’a saldırmadı. Sözde cihadçı gruplara karşı operasyonlarda kullanıldılar. Daha evvel de söylediğim gibi, Erdoğan’ın gerçek bir Müslüman olduğundan, iki yüzlü bir insan olmadığından zerrece şüphem yok. O, bağımsız bir politika izlemeye ve şu anda sadece sınırlarının güvenliğini tesis etmeye çalışıyor. Bunu yaparken hainleri ve vatanseverleri ayrıştırmalıdır. Kemalistler içinde de, Kürtler içinde de vatanseverlerin olduğunu unutmamalıdır.

Türkiye, bayrağı altında yaşayan tüm halklara ve özellikle Kürtlere tarihî haklarını vererek, hepsini sistemine dahil ederek bölgede gerçek bir güç ve idareci devlet konumuna gelebilir. Bu gerçekten çok önemli, aksi takdirde bu çatışmalar Erdoğan’dan sonra da devam eder. Hâlâ bu kaosu, Suudilerin, Siyonist İsrail’in, emperyalist Amerika’nın ve hatta Fransa’nın arzularının aksi istikametinde sonlandırmamız mümkün. Her şeyden önce II. Dünya Savaşı sonrasında işgale uğrayan Türkiye’nin tam anlamıyla bağımsızlığına kavuşması gerekiyor. Malum Türkiye, Marshall Plânı’nın ardından bağımsızlığını tamamen Amerika’ya teslim etti, Kuzey Kore’ye askerî müdahalede destek vererek Batı adına çalıştı ve masum insanların ölümünde pay sahibi oldu.

Türkiye, tarihî bir misyona sahip, bugün bu misyonunu icra edebilme imkânı önünde duruyor. Doğru politikalar üretildiği takdirde herkes Türkiye’nin hâkimiyetini, tam bağımsızlığını ve tarihî haklarını tanımak zorunda kalacaktır, elbette bunun için Türkiye’nin de herkese hakkı olanı vermesi gerekiyor. Olması gerektiği gibi davranıldığı takdirde bölgedeki hiç bir halkın Türkiye’den rahatsızlık duyacağını düşünmüyorum. Bazı Kürt muhaliflerin Amerika’ya ajanlık yaptığı malum; fakat Türkiye’nin muhalif Kürt milletvekillerinin sembolik olarak da olsa cezaevinde olması sorununu çözmesi, uygun şartları temin edip tekrar barış ortamını sağlaması gerekiyor.

Bir duruşmam var, 1974 yılında Drugstore Publicis saldırısı ile alâkalı. İyi avukatlara sahibim. Siyonistlerin isteği doğrultusunda cezaevinde tutuluyorum. Buna karşı direniyorum ve asla pes etmeyeceğim.

Allahü Ekber!
 

11.03.2018
Tercüme: Faruk Hanedar

Baran Dergisi 583. Sayı