Salih Mirzabeyoğlu, “Hırka-i Tecrîd” kitabına [“Ben kimim?” diye sormak, “ölüm nedir?” diye sormakla birdir… “Ben”… Bütün hayat, bu soruya cevab vermek üzere yaşadığımız hâdiseler dizisinden ibaret!..] cümleleriyle başlar. Ölümle içiçe yaşamış, kişinin kendini bilmesinin “ölüm”den geçtiğini vurgulamış ve böylece de hayatın gayesini malumu meçhullükten kurtarmak ve meçhulü malum kılmak olarak açıklamış bir mütefekkir var karşımızda. Aldığı her nefesi dolu dolu geçiren ve hayatı inancın eyleme dönmüş hali olarak gören Mirzabeyoğlu, 16 yılın akabinde cezaevinden çıktığında İstanbul’a dönerken yolda Sapanca Dinlenme Tesisinde gazetecilere hapishanene sürecini şu şekilde anlatır: “Bana zehir yedirdiler, ben onu bala çevirdim. Bundan dolayı yaşamayı fikir, fikri yaşamak diye bilen bir insan olarak bu devreyi de verimli bir şekilde geçirdim. Bu yönden kayıp olarak görmüyorum. Bizi uçurumdan attılar biz yere sağlam indik. Paraşütü icat etmiş olarak indik.”

İslâm inkılâbında kadın - Necip Fazıl İslâm inkılâbında kadın - Necip Fazıl

***

İlk kitabı olan “Bütün Fikrin Gerekliliği”den (1979) bugüne değin  61 kitap yazan Mirzabeyoğlu’nun zihnindeki projeyi satırlara döktüğünü, hiçbir eseri gereksiz yere yazmadığını ve bir puzzle gibi tüm eserlerinin birbirini tamamlayarak İBDA düşüncesini ortaya koyduğunu görebiliriz. Her bir eserinde bir önceki eserini hem tamamlayıcı hem de bütündeki yerini ifade edici bir arka niyeti sezebiliriz. Çünkü mesele kitap yazmak değil, fikre hayat kazandırmaktır. Şu cümlelere kulak verirsek neyi kastettiğim daha iyi anlaşılacaktır: “Hayatımın hiçbir döneminde bir saniyeyi bile boş geçirmeyecek şekilde çalıştım. Her şeyi yazdım. Oradan bakıp okuyacaksınız. Ben her şeyi çizdim, bütün resmi tamamladım… Çekilecek çilenin hepsini çektim.”

***

1984 yılında İBDA yayınları kurulur. Böylece Mirzabeyoğlu’nun eserleri bir bir basılır bir yandan da “görünme” hızı artar. Peşpeşe çıkan dergiler, konferanslar ve kitap imza programları ile İBDA fikriyatı yavaş yavaş duyulur. Peki İBDA nedir? İBDA’yı anlamak için öncelikle Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu mefkûresine değinmek gerekir. Çünkü İBDA, Büyük Doğu mefkûresinin devamı niteliğinde, hatta ondan feyizlenerek ortaya çıkmıştır. Necip Fazıl Büyük Doğu’yu; “İslâmiyet’in emir subaylığı… İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı… Sadece ‘Sünnet ve Cemaat Ehli’ tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet asliyetiyle İslâmiyet’e yol açma geçidi ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti yirmi birinci asrın eşiğinde eşya ve hâdiselere tatbik etme işi…” olarak tanımlarken, Salih Mirzabeyoğlu ise; “İBDA Diyalektiği; Büyük Doğu dünya görüşünün düşünce ve varlık alanına uygulanış biçimi…”, “İslâm ruhunun eşya ve hadiseler karşısında ‘nasıl’ tavrını temsil eden Büyük Doğu gövdesine mukabil İBDA, onun taşıyıcısı ‘niçin’ kanatlarıdır.” diyerek durduğu yeri ve fikriyatını serimler.

İBDA, teori ve pratik birlikteliğini içeren ve tüm yemişlerini İslam’dan devşiren bir düşünce sistemi… İslam’a muhatap anlayış… Batı tefekkürünün İslam tasavvufu önünde muhasebe edilişi…

***

Mirzabeyoğlu İBDA Diyalektiği (Kurtuluş Yolu) eserinde; Anadolu insanının mefluç ruhuna ve maddesine hayat nefhası üflemek, tepetaklak devlet ehramını yerine oturtmak, Anadolu insanın muhtaç olduğu ahlakı bir şahmeran baskısıyla dışardan içeriye doğru mühürlemek, devlet ve mahkemede insanı bileklerden kelepçelerken, mektep ve ailede vicdanından kelepçeleyici adalet sistemini mahyalaştırmak, bütün insanlığın farkında olmadan beklediği devlet ve nizamını münadilerle meydan meydan haykırmak gibi memuriyet ve mecburiyetlerini sıralar. Bu mecburiyetler Fikir / İBDA çağının ortaya koyacağı çareler olup Mirzabeyoğlu sözkonusu düsturları tek tek örgüleştirir ve Kurtuluş Yolu’nu işaret eder.

***

“Ölmek için değil, olmak için doğuyoruz.” der Mirzabeyoğlu. Bu cümle insanın kâinata fırlatılmadığını, sebepsiz yere dünyaya gözlerini açmadığını ifade etmeye yeter. Evet, insan, “hazreti insan” olmaya ve dünyada Allah’ın halifeliğini yüklenmeye namzet tek varlıktır. Bu sebeple kendini bilmek Hakk’ı bilmektir. Hayat ise “olmak” yolunda ilerlemek ve böylece “insani hakikate” ermenin tek imkânıdır.

***

İlk baskısı 1982 yılında yapılan “Kültür Davamız” eseri için Necip Fazıl Kısakürek şöyle der: “Bu kitap, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli nefis murakabesi eseridir.” İlk ciddi fikir sesi… Burası önemli. Mirzabeyoğlu’ nun külliyatına tek kelimeyle fikir eserleri diyebiliriz. Buna yazdığı destan, lügat, gözlem, hikâye, şiir ve roman kitapları da dâhildir. Çünkü kumaşı fikir bezinden yoğrulmuş, fikri yaşamak, yaşamayı fikir bilmiş ve böylece fikirde bir tecrit çığırı açmak için ömrünü vermiştir.

***

16 yıl hapis hayatı dedik. 28 Aralık 1998’de çocuklarını okula götürürken polis tarafından gözaltına alınır ve böylece yeni bir çilesi başlamış olur. Hiçbir ciddi ve ele avuca gelen bir delil olmamasına rağmen 28 Şubat sürecinde DGM tarafından ömür boyu hapse mahkûm edilir. Halinden asla şikâyet etmez, kimseye darılmaz, imanın aksiyon halini göstermek üzere şunu der; “Müslümanlar dik durun, karşınızda leşler var!” Savunması sırasında kendisine fikirleri ile İBDA-C’nin yaptığı eylemler arasındaki münasebet sorulduğunda ise şu cevabı verir: “Ben bıçak yaparım. İsteyen et keser isteyen başka amaçlar için kullanır.”

***

İBDA külliyatı… Demirden leblebi gibi kitaplar… İlk okuyuşta hemen anlaşılacak türden değil. Emek vermek gerekiyor. Mirzabeyoğlu’nun üslubunu ve kavramlarını öğrenmek de hakeza… İnsan ve varlık gibi ana meseleleri ele alan bir yazardan da başkası beklenemez. Bütün işlediği konuları İBDA fikriyatında birleştirip ortaya bir terkip koyuyor. Haliyle her bir eser bu terkibe gidişe bir binit görevini icra ediyor.

***

Mirzabeyoğlu, çağının farkındadır. Günümüzün problemlerini hem tespit etmede hem de çözüm sunmada elini taşın altına koyar. Yüz yıllar öncesinden bize seslenmez. Bilakis sesi yepyenidir. Bu sebeple olsa gerek “Eski usullerle İslam’ın öğretilmesi devri artık bitti. Ümmi (okuması yazması olmayan, saf) imanı kalmadı. Şimdi yeni şeyle söylemek lâzım… Allah’a giden yol, sonsuz sayıdadır. Resim, müzik, şiir, roman, mimari, tiyatro sonsuz sayıda… Bunlar arasından bir yol bulup, o yolun dervişi olmaya bakın!” der.

***

10 Mayıs 1950’de Erzincan’da dünyaya gözlerini açar. 16 Mayıs 2018’de ise gözlerini kapatır. 68 yıl… Fikir ve eylemin evlenmesiyle ortaya çıkan hakikat… Ve koca bir külliyat… Düşünce tarihi, zindan edebiyatı, dil, diyalektik, iktisat, ahlak, estetik, hukuk, siyer, devlet, siyaset, iktisat, resim, biyoloji, madde,  mitoloji, fizik, matematik, sayılar ve daha pek çok konuyu derinlemesine işleyip İslam’a muhatap anlayışı gösteren bir terkip gücü….

Sulhi Ceylan, edebfikir.com