Suha Arın sinematografik yapıda zenginleştirdiği gerçekleri estetik ritimlerle seyirciye aktarır. Suha Arın, gerçeklik ile estetiği bir arada verir. Gerçeklik için estetikten, estetik için gerçeklikten taviz vermez.

Yönetmen Süha Arın, 1988 yılının “Uluslararası Mimar Sinan Yılı” ilan edilmesinden mülhem yine o sene 6 bölümlük bir belgesel çekip, Mimar Sinan’ın hayatını ve eserlerini kendine has üslubuyla anlatır.

Belgeselin her bölümünün başında Mimar Sinan’ın Sai Çelebi’ye yazdırdığı tezkerelerin birinde yer alan şu ifadeler ile başlar:

“Dünya durdukça, eserlerimi gören akl-ı selim sahiplerinin çabamın ciddiyetini göz önünde bulundurarak onlara insaf ile bakacaklarını ve beni hayırlı dualarla anacaklarını umarım, inşallah.”

Yönetmen Arın, Mimar Sinan’ın bu duasının başında geçen “Dünya Durdukça” ifadesini alıp belgeselinin ismi yapar. (Kesin bu ifadeden dolayı, bu ismi koymuştur denilemez çünkü yönetmenin bu doğrultuda bir beyanatı -bildiğim kadarıyla- yoktur.)

Belgesel, Mimar Sinan’ın duasını verdikten sonra Sinan’ın tuğra olarak kullandığı “El-Fakir-ül-Hakir” mahlasını gösterip konularına göre tasniflendirdiği meseleleri anlatır.

Kamera çekimleri, kullanılan müzikler ve nevi şahsına münhasır anlatım ile izleyicileri dikkatle seyretmeye sevk eder.

Belgeselleri bölüm bölüm izleyip Mimar Sinan’ın izini süreceğiz.

1. Bölüm: Dünya Durdukça - Ağırnas’ın Taşçıları

Bu bölümde Sinan’ın doğumu, çocukluk evresi, arkadaşlık ve komşuluk ilişkileri, taşlarla iç içe hayatı ve devşirilmesi konusu anlatılıyor.

Koca Sinan’ın nerede doğduğunu bilmeyen biri, dünyanın bütün köylerini gezdikten sonra “Sinan Ağırnas’ta doğmuştur,” diyebilir. İnşa ettiği camilerde kullandığı kemerler, sütunlar, revaklar ve daha birçok sistemi Ağırnas’ta görmek mümkündür. Sinan’ın doğduğu evin altında bulunan kemerlerin aynısı Süleymaniye Camii’nde de vardır. Tek farkı boyut kısmı olmuştur. Fonksiyonellik ve estetik olarak neredeyse aynıdır.

Sinan’ın çocukluk devresine ait net bilgiler bulunmamaktadır. Tezkirelerde de çocukluğunu anlatmamıştır.

Bu bölüm için Sinan’ın çocukluk devresini anlatan yönetmen Süha Arın, hikâye ettiği şekliyle seyirciye sunar. Adeta Sinan’ın çocukluğunu hissettirir.

Sinan’ın küçük yaşta mimarlığa olan hayranlığını anlatıp Kayseri’de Selçuklu eserlerini inceleyip, taş ocağında taşın nasıl kesilip biçildiğini, taşa nasıl ruh verildiğini gösterir.

Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkmasından sonra devşirme usulünde değişikliğe gidilmiştir. Yavuz’a kadar devşirme çocuklar Rumeli’den toplanırken, Yavuz dönemiyle beraber Anadolu’dan da devşirme toplanmaya başlanmıştır. Sinan devşirme olarak alınır ve Enderun’a gönderilir.

Koca Sinan bu dönemi Tezkiretü’l-Bünyân’da şöyle anlatır:

“Bu hakir Sultan Selim Han evvelin gülistan saltanatının devşirmesi olup, Kayseri sancağında iptida oğlan devşirmek olzamanda vaki olmuştur. Gulami Acemiyandan hencari tab’i müstakim ile neccarlık semtine talib ve ragıb olup, üstad hizmetinde perkarvar sahibitkadem olarak merkezü medar gözledim.”

Sinan’ın ifadelerinden anlaşılacağı üzere önce dülgerlik (neccarlık) ile meşgul olmuştur.

2. Bölüm: Dünya Durdukça - Yeni Ufuklar

Bu bölüm Sinan’ın devşirme alındıktan sonra Acemi Oğlanlar’da aldığı eğitimi, Sinan’ın kendi isteğiyle dülgerliği seçtiğini, Enderun’dan Yeniçeri Ocağına geçişini, katıldığı seferleri, seferde iken gezip gördüğü yerleri, erken Osmanlı, Selçuklu ve diğer milletlerin mimari eserleriyle tanışıp – incelemesini ve Mimarbaşı makamına gelişini anlatmaktadır.

Mimar Sinan deha çapındaki mimarlık bilgisini Yeniçeri iken katıldığı seferlerde çevresini detaylı bir biçimde gözlemlemesine borçludur. Yavuz döneminde 8 yıl doğuya, Kanuni döneminde 18 yıl batıya olan seferlere katılmıştır. Böylece doğu ve batı mimarilerini yakından tanıma fırsatını yakalamış olur.

Koca Sinan; Yavuz döneminde İran ve Mısır (1514 Çaldıran, 1516 Mercidabık, 1517 Ridaniye) seferlerine, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Belgrad, Rodos, Mohaç, Viyana, Alaman, Tebriz-Hemedan, Bağdat ve Korfu seferlerine katılır.

Kuzeyden güneye, doğudan batıya birçok sefere katılan Sinan, mimari görgüsünü de attırır. Bu sayede İslam-Türk mimari tarihinin sentezini oluşturacak eserler verir. Her eserinde gezip gördüğü yerlerin eserlerinden izler vardır. Bir diyalektik içerisinde inşa ettiği yapıları geliştirmiştir.

1520’de Enderun’dan “Kapuya çıkan” Sinan, yedi senelik eğitim hayatından sonra “Yeniçeri” olmuştu. Yeniçeriler doğrudan padişaha bağlı birliklerdir.

Yeniçeri Sinan bu sıfatla Belgrad ve Rodos seferine katılır. Macaristan fethedildikten sonra “Zemberekçibaşı” ünvanı verilir.

Doğu seferine sonraları veziriazam olacak Damat Lütfü Paşa ile Van Gölü-Tatvan denizi sınırlarına gelirler. Sefere devam etmek için karşıya geçmek istendiğinden zor duruma düşülür. Zemberekçi Sinan, üç kadırga gemisi yapıp sorunu ortadan kaldırır. Daha sonraları bu başarılarından ötürü Zemberekçi Sinan, Haseki Sinan olur.

Barbaros Hayreddin Paşa ile Korfu seferine katılır. Osmanlı donanmasının denizlerdeki gücüne şahit olur. Batı mimarisini de inceleme fırsatı yakalamış olur. Donanmaya hizmet veren Haseki Sinan, Subaşı Sinan olur.

1538’de Boğdan Seferi’ne çıkan Kanuni Sultan Süleyman, Prut Nehri ile karşılaşır. Nehri aşmak için Sadrazam Ayaz Paşa’dan köprü yapılmasını ister. Bu görevi Subaşı rütbesinde bulunan, Haseki Sinan’a tevdi eder. Sinan 13 günde ordunun geçebileceği sağlamlıkta bir köprü inşa eder.

Daha sonra Ayaz Paşa’nın yerine sadâret makamına gelen Lütfü Paşa, Mimarbaşı makamına Ağırnaslı Sinan’ı getirir. Artık Sinan, Mimarbaşı’dır ve Osmanlı’yı dört başı mamur memleket hâline getirmek için hazırdır.

3. Bölüm: Dünya Durdukça - Erciyes’den Süleymaniye’ye

Bu bölümde Kanuni’nin erken yaşta vefat eden oğlu Şehzade Mehmed için Mimarbaşı Sinan’a yaptırılan Şehzade Mehmed Türbesi’ni, Şehzadebaşı Camii’nin inşa ediliş sürecini, Süleymaniye Camii’nin inşa edilmesini, camii inşasında çalışan hattat, taş ustaları, çini ustalarını, İznik çinilerinin üretim aşamasını, taş ve kurşunun Sinan’ın mimarlık anlayışındaki önemini ve Zigetvar kuşatmasında vefat eden Sultan Süleyman için inşa edilen türbe seyircilere anlatılıyor.

Yönetmen Arın çekimlerinde anlattığı inşa sürecinin bazı kısımlarını günümüz ile ilişkilendirip izleyenlerin anlamasına kolaylık sağlamaktadır. Mesela; Sinan’ın kubbeyi kaplarken kullandığı kurşunun nasıl işlendiğini veya çinilerin nasıl hazırlandığını, hat çalışmalarında hattatların yazımını göstermektedir.

Manisa sancağında vali olarak görevde bulunan Şehzade Mehmed’in 1543 yılında 22 yaşında vefat eden oğlunun haberini, Kanuni Sultan Süleyman Estergon seferi dönüşünde alır. Kanuni, oğlu Mehmed’i çok sevdiğinden dolayı önce türbe, sonra da onun adına cami yaptırır.

Şehzadebaşı’nı diğer yapılardan ayıran özelliği çift eksenli simetrik bir yapı olması ve bu özelliği ile bir ilktir. Caminin plan şemasını ortadan ikiye katladığımızda yapılar diğer yarısıyla birebir örtüşür. Aynı şekilde dörde katladığımızda birebir uyuşma devam eder. Bu özelliği itibariyle dünyada ikinci bir örneği yoktur. Yani caminin ana yapısı her iki aksta da simetriktir.

Süleymaniye Camii inşasına başlayan Sinan, mühendislik ve estetik becerilerini daha da ileriye taşır. Temele ilk taşı Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin koymasıyla Süleymaniye’nin inşası başlar.

Klâsik Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde yapıların temel dolgu malzemesi Horasan harcıdır. Horasan harcı baskı altında sertleşir, sallantıda ise esnek hareket gösterir. Mimar Sinan, Horasan harcını Süleymaniye Camii'nin inşasında kullanır.

Süleymaniye’de ana kubbe, iki yarım kubbe üzerine oturtulmuştur.

Süleymaniye’nin hattatları ise Karahisarlı Ahmet Şemsettin Efendi ve öğrencisi Hasan Çelebi’dir. Sinan yapılacak işleri her zaman işin ehline vermiştir. Bundan dolaydır ki asırlar sonrasına hitap edebilmektedir.

4. Bölüm: Dünya Durdukça - Dorukta Bir Usta

Bu bölümde Konya’daki Karapınar Camii’ni, Sultan II. Selim dönemini, Beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa Camii’ni, Osmanlı döneminde Yunanistan’da inşa edilen sekiz camiden yalnız birinin, Kara Osman Paşa Camii’nin günümüze ulaştığını, Sokullu Mehmed Paşa dönemini, Piyale Paşa Camii’ni, Selimiye Camii’nin inşa ediliş sürecini ve Sinan’ın doruk noktasına ulaştığını, Ayasofya’yı restore edip istinat duvarlarını ve minarelerini geliştirdiğini, III. Murad’ın tahta çıkışını, Topkapı Sarayı’nda III. Murat Köşkü’nde su sesini hakim kıldığını, Âtik Valide Camii’nin inşa edilişini, Azap Kapı Sokullu Camii’ni, Zâl Mahmud Paşa Camii’ni, Şemsi Paşa Camii’ni ve Kılıç Ali Paşa Camii’ni anlatmaktadır.

Sinan, Selimiye’deki tek kütle cami mimarisinde, o güne kadar yaptıklarından farklı bir yol izlemeye karar verir ve eşsiz bir kubbe yapmak ister.

Sinan, Şehzade Camii’ndeki 4 yarım kubbeyi, Süleymaniye’de 2’ye düşürür ve Selimiye’de ise tamamen kaldırır. Böylelikle tüm yapıyı tek bir kubbe ile örter. Esasında Mimar Sinan, tek kubbeli cami modelini Selimiye’den yedi yıl evvel İstanbul’da Rüstem Paşa Camii’nde dener ve başarılı olur.

Sinan, 1572’de yıkılmanın eşiğine gelen Ayasofya’yı restore eder. Yapıyı kurşun kanatlarla güçlendirip, kubbesindeki eliptik bozulmayı engellemek için yapıyı kuzey ve güney aksında 8 payanda ile destekleyip, kubbeyi her iki yönden sıkıştırır.

Bu bölümde anlatılan her konuyu tek tek izah etmek kitaplık çapta bir meseledir. Bu yüzden bazı konuları izah ediyorum.

5. Bölüm: Dünya Durdukça - Suya Hüküm Ki…

Bu bölümde Belgrad Ormanı’ndan, Kırk Çeşme Suları’ndan, Mağlova Su Kemeri’nden, Sokullu Mehmed Paşa Köprüsü’nden, Astana Köprüsü’nden, Mimar Sinan’ın yardımcılarından olan Mimar Hayreddin’in inşa ettiği Mostar Köprüsü’nden, Horoz Kapısı Hamamı’ndan, Haseki Hürrem Hamamı’ndan, Topkapı Sarayı’nda II. Selim için inşa edilen Hünkâr Hamamı’ndan ve El Cezeri’den bahsedilmektedir.

Kırk Çeşme Su Yolu’ndan ve Mağlova Su Kemeri’nden detaylıca bahseden yönetmen Arın, aynı zamanda kamera çekimlerini de detaylıca yapmıştır. Seyircilere adeta o eserleri karşısında görüyormuşçasına haz verir.

Mimar Sinan, Selimiye Camii’nin inşasından beş yıl önce, Osmanlı’nın en büyük alt yapı projesi olan “Kırk Çeşme Su Yolu” projesini yönetir. 1554-1563 yılları arasında tamamlanan su yolu Belgrad ormanından şehre su taşıyan 55 km’lik ishale hattı 33 su kemeri, 4 bant ve 580 çeşmeden oluşan çağının ötesinde bir mimaridir. Su yolunun inşası sırasında Roma döneminde kalan, kemerlerin temellerini kullanır.

Mimar Sinan üstün hidrolik bilgisi sayesinde mühendislik harikası eserler ortaya koymuştur. Öyle ki Mimar Sinan, Mağlova Su Kemeri hariç verdiği eserlerin hiçbirini yapmamış olsaydı bile yine tarihe adını altın harflerle yazdırmış olacaktı.

Suyu yönlendirmek, taşları yönlendirmekten çok daha zordur. Su hoyrattır, peşinden sürükler götürür. Taş ise yerinde ağırdır, hoyratlık yapmaz.

Su kemerlerinde trapez kesitli duvarlar ve ayaklar ilk defa Mimar Sinan tarafından yapılmış hem yatay kuvvetlere dayanıklı hem de zarif ve estetik bir sistem geliştirilmiştir. Dünyanın ilk piramit ayaklı su kemeri olan Mağlova Kemeri’nde ise alınan tedbirler çok daha farklıdır. Üst kemerlerde duvar kalınlığı 3,05 m., alt kemerlerde 4,5 metredir. Bu yükseklikte bir yapının deprem ve rüzgâr gibi yatay kuvvetlere dayanması neredeyse imkânsızdır. Mimar Sinan, kemerin ayaklarını aşağıya doğru iki ayrı piramit biçiminde genişleterek stabiliteyi sağlamış, ayakların ortalarına üçer kemer yerleştirip bunları hafifletmiş, mükemmel ve zarif fakat sağlam bir şaheser inşa etmiştir.

6. Bölüm: Dünya Durdukça - Geçti Bu Dem Dünyadan Mimarların Piri Sinan

Bu bölümde Mimar Sinan’ın hayatının bir özeti yapılır. Görevi boyunca dört sultana hizmet verip, 500’ü aşkın eser ortaya koyar. Sultanların sanatçılara verdiği değer, 16.yy’ın kültürel gelişimi, Karahisari ve Çelebi gibi hattatlar, Matrakçı Nasuh, halkın estetik ve zevk gücünün gelişmiş olması, Mimar Sinan’ın Haremi Şerif’teki revakları inşa etmesi ve vefatı anlatılır.

1588’de vefat eden Mimar Koca Sinan İstanbul’da Süleymaniye’nin yanındaki evinin bahçesine defnedilmiştir. Arkasından geriye bir vakfiye bırakmıştır.

Osmanlı’yı baştan sona mamur eden, yaşadığı dönemde mimarlık, mühendislik ve şehircilik alanında sorumlu olup İslam-Türk mimarisi ve şehirciliğinin ana temelleri atan ve günümüzde dahi hala aşılamayan Allah’ın veli kulu Mimar Sinan, kendisinden yüzlerce yıl sonra gelen mimar ve mühendisleri kendisine hayran bırakmıştır.

İhlâs, samimiyet ve tekniğin zirve noktasını temsil eder Ağırnaslı Sinan.

Klasik Osmanlı mimarisini oluşturan bu dönemde merkezi plan kullanılıp, kurşunla kaplanmış ana kubbe ve ana kubbeyi destekleyen yarım ve çeyrek kubbeler, minarelerin ana kubbeyle ahenkli yükselişi, kubbeyi ayakta tutan fil ayakları, yükü zemine aktaran sütunlar ve kesme taştan muhkem duvarlar. Osmanlı’nın klasik dönem mimarisi, kubbeler mimarisidir.

Sonuç olarak; Mimar Sinan’ın hayatını nevi şahsına münhasır anlatımıyla ve eşsiz çekimler ile bizlere anlatan yönetmen Süha Arın fevkalade bir iş yapmıştır. Kültürel mirasımız ancak bu şekilde anlatılabilirdi.

Suha Arın sinematografik yapıda zenginleştirdiği gerçekleri estetik ritimlerle seyirciye aktarır. Mimar Sinan hakkında Dünya Durdukça belgeselinin yanı sıra 1989’da Mimar Sinan’ın hatıralarının yer aldığı Tezkiretül Bünyan kitabının tanıtımını amaçlayan 40 dakikalık kısa belgesel ve Sinan’ın 500. seneyi devriyesine tekabül eden 1990 yılında ise “Hüseyin Anka ile Sinan’ı Yeniden Yorumlamak” isimli belgesel çeker.

Suha Arın, gerçeklik ile estetiği bir arada verir. Gerçeklik için estetikten, estetik için gerçeklikten taviz vermez.

Aylık Baran Dergisi 25. Sayı, Mart 2024